Pazar İzlemesi: The Terror iklimine hızlı bir giriş

Çok geç kalmışım ama tek bir sebepten: İzlemek için soğuk havaları bekledim. Doğru kararmış.

Hava durumunda bugün havanın iyice soğuyacağını görünce “Tamam,” dedim “Zamanı geldi” ve bu Pazar günü YouTube vardiyamı değiştirdim, The Terror’ün başına oturdum. Dizi hakkında üstünkörü bir bilgim vardı, normalde izlemeden önce dizilerin şeceresini çıkarmayı, yazılan tüm yorumları okuyup bölüm puanlarını ezberlemeyi severim ama bu kez vaktim mi yoktu artık neden bilmiyorum, sadece dizinin başına oturmaya karar verdim. İlk kanaatim, bence dizinin kenarına köşesine yazmalılar: Soğuk tüketiniz.

Dizinin konusunu bilmesem bile izlemek için iki önemli sebebim vardı zaten: İlki AMC’nin bir yapımı olması. AMC = Breaking Bad’i yayınlayan kanal. Diğeri ise dev İngiliz kadrosu. İlk tanıtımlarının yayınlandığı 2018’in başlarından diziye dair aklımda kalan, Ciarán Hinds (namı diğer Mance Ryder), Tobias Menzies (namı diğer Edmure Tully) gibi Game of Thrones’un kallavi ağabeylerinin ve Jared Harris, Ian Hart gibi #NeGüzelŞeydirİngilizlik akımının sağlam temsilcilerinin kadrosunda yer aldığı ve Dan Simmons’ın aynı adlı romanının uyarlandığıydı.

pazar-the-terror-1

Romanı araştırırken okuduğum bir yorum, dizinin başarıyla uyarlandığını gösterir gibi: “Tarihi gerçekçilik, gotik korku ve eski mitoloji karışımına sahip kitap, buzda zorlu bir yürüyüş ve Simmons’ın usta anlatıcı yeteneklerine sahip olmayanların kesinlikle kayıp düşeceği bir zemin.” Çok kısa olarak konusunu anlatmak gerekirse, iki İngiliz gemisi buz gibi diyarlarda Kuzeybatı Geçidi’ni bulmakla görevlendirilir ve bir süre sonra dünyayla iletişimleri kesilir. Nasıl kesildiği ise dizinin bize anlattığı kısım. Bu arada Game of Thrones demişken, dizinin sadece kamera önünde eski Westeros’lular yok; yapımcıları arasında da Game of Thrones gemisini ilk gününden beri götüren isimlerden Guymon Casady var. Sessiz kahramanlar denen isimlerden biri o yani.

pazar-the-terror-7

Bir Bob Ross değilim, kafamın içinde renk paletleri yok ama en basit tabirle, dizide gördüğüm her renk hoşuma gitti. İzlediğim bir şeyde, ışığın kullanımını ilk kez bilinçli olarak incelemeye başladığımı fark ettim. İzlemeye başladığınızda, özellikle karaya çıkılan ve bir buz çölünü andıran sahnelerde bahsettiğim ışık oyunları dikkatinizi çekecektir. Her çöl sahnesinde ekranın içine çekildiğimi hissettim. Buz gibi be!

Ama kadrosu renkleri kanalı bir yana, müzikleri de diğer yana. Dizinin açılış sahnelerinin müzikleri ile üçüncü bölümde -asla spoiler vermiyorum- fonda çalan öyle bir piyano var ki, The Terror gibi fon müzikleriyle sahneyi büyüten pek az dizi görmüştüm.

Aa şimdi aklıma geldi; kamera arkası sürprizleri bitmiyor. Ridley Scott da dizinin yapımcılarından. Ridley’yi de anlatmayayım artık, evet bildiğimiz Ridley.

İyi bir dizi, sesini kısıp izlediğinizde de ne olup bittiğini aşağı yukarı anlayabileceğiniz dizidir, derler. The Terror bence bu tanımı da karşılıyor, yaratılan evren sizi hemen kendine dahil ediyor. Ama bunun yanında sesi kıstığınızda bazen Kuzey Işıkları’nı, buz denizlerini ve kocaman gemileri de görüyorsunuz.

Dizinin yalnızca tarihi bir uyarlama olmadığını, aksine son derece gergin ve -yukarıdaki kitap yorumundaki gibi- bir gotik korku yolculuğu olduğunu belirtmem gerek. Spoiler veremem, yalnızca her türden sürprize hazır olarak başına oturun diyebilirim.

Kışın gelişini göremeden Game of Thrones ile vedalaşan herkes burada. Son sözüm de onlara: Kesinlikle beklediğiniz kışa kavuşmuşsunuz.