
Sesi görmek, metni hissetmek: Bir üretim laboratuvarı Podacto Stüdyo
Kare şeklindeki küçük kırmızı bir halıyı sahne belleyen çıplak ayaklı oyuncular… O karenin hemen dışında sesin nasıl tasarlandığını “gördüğümüz” ses performans alanı. Herhangi bir dekor veya fon yok. Gözlerimiz her zaman olduğu gibi metnini okuyan oyuncuda ama bu kez bir yandan da ses ekibini yakalamaya çalışıyoruz. Sanki bir oyunun, üretim laboratuvarına sızmış ve her aşamasını görüyor gibiyiz.
Yeni nesil kulak tiyatrosuyla hayatımıza giren Podacto’nun, metinler ve ses tasarımını bir araya getirdiği yeni projesi Podacto Stüdyo, bu laboratuvarın kapılarını aralayarak bizi içeri davet ediyor ve pandemi sebebiyle sahnelerden uzak kalan tiyatro sanatçılarına ve izleyiciye tiyatro atmosferini yaşatmayı hedefliyor.
Alışkın olmadığımız bir deneyim Podacto Stüdyo. Dünyada bir ilk olan bu formatta izleyiciler, bir yandan Türkiye tiyatrosundan altı çağdaş yazarın kaleminden çıkan sekiz farklı oyunun üç performans sanatçısı tarafından gerçekleştirilen ses üretim sürecine dahil olurken; diğer yandan da 10 farklı oyuncunun sesinden oyunları deneyimliyor.
Hayatın tüm alanında olduğu gibi sahne sanatlarının da dijitalleştiği günümüzde disiplinlerarası bir performans serisi var karşımızda. Bu seriyle, pencereden gelen rüzgar, sokağın sesi, çevrilen bir kitap sayfası gibi günlük hayatta aklımıza gelebilecek her türlü sesin nasıl yaratıldığını “izliyoruz.” Ekibin sesi nasıl tasarladığını görmek de duymanın ne kadar önemli olduğunu fark ettiriyor aslında. Etkileyici ses tasarımı, “Gerçekten de böyle’’ dedirten ve farkındalık yaratırken sorgulatan metinlerle buluşunca oyunların izleyici üzerindeki etkisini de daha da derinleşiyor.
BluTV işbirliğiyle gerçekleşen projenin yönetmen koltuğunda Ferit Katipoğlu’nu görüyoruz. Podacto Stüdyo’nun yapımcılığını ise Nisan Ceren Özerten ve Faruk Özerten üstleniyor. Performans yönetimini Mihran Tomasyan’ın yaptığı projede Tomasyan’a performanslarıyla Melih Kıraç ve Selim Cizdan eşlik ediyor.
Podacto Stüdyo’da Ahmet Sami Özbudak, Aslı Ceren Bozatlı, Balca Yücesoy, Derem Çıray, Murat Mahmutyazıcıoğlu ve Sami Berat Marçalı’nın metinlerini; Alican Yücesoy, Aslı İnandık, Ceren Moray, Damla Sönmez, Emir Çubukçu, Serkan Keskin, Sezin Akbaşoğulları, Tülin Özen, Ushan Çakır ve Yağız Can Konyalı’nın performanslarıyla izliyoruz. Podacto Stüdyo, sekiz kısa oyundan oluşan ilk sezonuyla BluTV’de yayında.
Podacto Stüdyo’nun yapımcılarından Nisan Ceren Özerten, projenin yönetmeni Ferit Katipoğlu, ilk sezonda iki metniyle yer alan Derem Çıray ve “Artık Hiçbir Şey Bizi Birbirimize Yaklaştıramaz” isimli ilk bölümde izlediğimiz Ceren Moray’dan Podacto Stüdyo’yu ve kendi deneyimlerini dinledik.
Ceren Moray
“Gidişatı kestirmek kolay değil ama bildiğim tek bir şey var, son dönemde bu anlamda ortaya çıkan her şey geçmişe nazaran daha yenilikçi daha tetikleyici, daha disiplinlerarası”
Bir oyuncu olarak genelde beyaz ekran veya perdeden ya da sahnelerden izliyoruz seni. Bu kez kulak tiyatrosu dediğimiz, biraz radyo tiyatrosundan aşina olduğumuz ama günümüzde yenilikçi bir hal alan bir formatla karşımızdasın. Nasıl bir deneyimdi senin için?
Uzun süredir hem içinde olduğum andan itibaren ki sürecinden, hem de nihayetinde ortaya çıkan “şey”den müthiş keyif aldığım, son derece ufuk açıcı bir çalışma oldu bu format.
Alışılmıştan daha farklı bir prova; hatta hazırlık ve kayıt süreci olduğunu tahmin ediyoruz. Multidisipliner bir proje söz konusu olduğunda, hazırlık süreci nasıl ilerliyor ve daha önceki deneyimlerinden ne şekilde ayrışıyor?
Sesin görselin yarısını, zaman zaman bütününü etkilemesi bilgisine her zaman dikkatle katılan bir seyirciyim ama bu yapının içinde daha önce hiç var olmamıştım. Foleylerin performanslarıyla ahenk içinde olmak başka türlü bir çalışma ve anlama biçimiyken bir yandan da sahne sanatlarının temel gerekeni ensamble’ın da aynısı/kendisi aslında. Dolayısıyla bilmediğin bir sokağı, bir tanıdıkla karşılaşınca özümsemek gibi oldu benim için. Foleyin performansına bir katman sunmak, aynı şeyi metin için ondan beklemek ve birlikte elinde metin tutan oyuncunun dekadansının da sınırında durabilmek harika bir arayıştı.
İzleyici olarak gözümüzü kapatıp dinlerken kendimizi sahnede bir oyunu deneyimliyormuş gibi de hissediyoruz. Sesin görselleştirildiği bu formatta bir oyuncu olarak senin performansında neler belirleyici oldu?
Şanslıydım ki ilk provada Mihran, Selim ve Kıraç neredeyse metinde karşılaşacağımız bütün seslerin dizimini yapmıştı ve bu durumun kendisi koca bir yarılamaydı aslında. Sonrasında birlikte senkron olmak için sakince aktık. Yönetmenimiz Ferit Katipoğlu’nun işe dair, kendi arayışına da şahitlik etmemezi dileyen açıklığı, işin karakteriyle uyum içinde bir kontrol mekanizması oldu. Nisan ve Faruk’un yola çıkışlarındaki niyetleriyle ortak bir nedensellik kurduk ve bu çalışma biçimi, üstüne konuşmadan harika bir kollektif metod bulmamızı sağladı. Geriye sadece ritmi oturtmak kaldı.
“Artık Hiçbir Şey Bizi Birbirimize Yaklaştıramaz” isimli ilk bölümde izliyoruz seni. Oyunun yazarı Derem’e de ilettiğimiz gibi çok tanıdık hisler aktarıyorsun bize. Selen çok tanıdık bir karakter bize, belki de hepimiz birer Selen’iz 🙂 “Buradayız, ama başka bir yerde olmanın hayalini kuruyoruz” repliği çok etkiledi beni. Senin metinle ve karakterle kurduğun ilişki nasıl ilerledi?
Metne aynı yerden düşmüşüz demek ki, ne güzel. Metnin omurgasına tam olarak ben de “buradayız ama başka bir yerde olmanın hayalini kuruyoruz” duygusunu koydum. Savrulan, savrulurken anlamlı olandan, kendinden uzaklaşan şehirli kadının yaşamakla/hayatta kalmak arasındaki sıkışıklığından bir ritm bulup, onu; kendi olmanın giderek zorlaştığı bu dar alanda, sosyal maskelerimizin altında hırpalanan kayıp ruhların yorgunluğundan eslerle böldüm. Elimdeki metine de mesafe koymayı da önceleyerek Ceren kişisinin, Selen’i tanıdığına şahitlik ettim bir nevi.
Son birkaç yıldır her şeyi çevrimiçi yapmaya alıştık, biraz koşullar gereği biraz da yeni normal… Çevrimiçi tiyatro izleme deneyimine nasıl bakıyorsun? Ya da şöyle soralım: Tiyatro sence dijital çağda nasıl bir süreçten geçecek?
Kestirmesi kolay değil bu gidişatı ama bildiğim tek bir şey var, son dönemde bu anlamda ortaya çıkan her şey geçmişe nazaran daha yenilikçi daha tetikleyici, daha disiplinlerarası. Oldukça kaygı yüklü de olsa dolaylı olarak, müthiş bir aydınlanma aynı zamanda. Mutlak bir şeyden bahsetmeksizin süreci birlikte görüp bulmaktan daha heyecan verici ne olabilir. İzlemede/dinlemede kalalım bence.
Kulaklığı çıkarttık, ekranı kapattık. Ne düşünelim, aklımıza ne gelsin ya da nasıl hissedelim istersin?
Bir süre güvende hissetmeyin ama sonra aklınıza güzel şeylerin de olduğu/olacağı gelsin gülümseyin.
Derem Çıray
“Ses tiyatrosu için yazarken sahne üstüne kıyasla zaman ve mekanda daha özgür hareket edebildiğimi fark ettim”
Senin daha önce kulak tiyatrosundaki başka metinlerde de imzan olduğunu biliyoruz. Podacto Stüdyo’ya ve bu yeni projeye nasıl dahil oldun?
Nisan bana Podacto’dan bahsettiğinde henüz pandeminin başlarıydı. Ses dünyası için yazma fikri bana yenilikçi ve heyecan verici geldi. İlk metinlerden olumlu tepkiler alınca ben de daha çok yazma cesareti buldum. Podacto’dan zamanla Podacto Stüdyo doğdu. Ekip büyüdü, ses görselleşti ve metinler başta hayal edemeyeceğim bir formata büründü.
İşlerine hem televizyon dizilerinden hem de tiyatro oyunlarından aşinayız. Podacto Stüdyo’da ise disiplinlerarası bir deneyim söz konusu ve özellikle sesin görselliğe dökülmesinde bambaşka dinamikler geçerli oluyor; farklı mecralar için farklı formatlarda yazmak senin yaratım sürecini nasıl etkiliyor ve özellikle Podacto Stüdyo gibi bir formatta neler öne çıktı senin için?
Ses tiyatrosu için yazarken sahne üstüne kıyasla zaman ve mekanda daha özgür hareket edebildiğimi fark ettim. Mesela dinleyici ve seyirciyi geçmişten geleceğe bir anda bir sesle götürebilmek mümkün. Diğer disiplinlere göre hayal gücüne daha çok hitap ediyor. İmkansızlıktan doğan imkanlar diyebiliriz. Televizyon daha teknik, sınırları olan bir dünya. Tiyatro’da daha özgür hissettiğim için yazma süreci daha keyifli oluyor. Bu da yaratıcılığı artırıyor sanırım.
Podacto Stüdyo’daki metinlerini Ceren Moray ve Damla Sönmez canlandırıyor. Prova süreci nasıl ilerledi sizin için? Alışılmış düzenden biraz daha farklı olduğunu düşünüyoruz ama… 🙂
Prova süreçlerine online olarak katılabildim. Damla Sönmez ve Ferit Katipoğlu’yla bir toplantı yaptık. Ceren Moray ile çekim günü yüz yüze tanışabildim. Çok yetenekli oyuncular, yaratıcı bir ses ekibi ve her durumun üstesinden gelebilen bir yönetmenimiz olunca bana sadece izlemek ve mutlu olmak düştü.
“Artık Hiçbir Şey Bizi Birbirimize Yaklaştıramaz” ve “Belki de Sadece Yanında Olmam Gerekiyordu”; bu iki oyun da çok tanıdık bir yerden vuruyor izleyeni, ‘’Gerçekten de böyle’’ dedirten ve farkındalık yaratırken sorgulatan metinler. Her ikisi için de soralım; anlattıklarınla dinleyiciye/izleyiciye neyi hatırlatmak/fark ettirmek önemli senin için?
“Artık Hiçbir Şey Bizi Birbirimize Yaklaştıramaz”, uykumun kaçtığı bir gece uyuyabilmek için yazdığım bir şiirdi. Belki de “Sadece Yanında Olmam Gerekiyordu” metnini yine günlük hayatta yaşadığım bir durumun üstesinden gelebilmek için yazmıştım. Sanırım gerçeklik hissi buradan kaynaklanıyor. Yaratıcı ve yetenekli bir ekiple buluşunca bu iki metin de canlanıp çok boyutlu bir şekil aldı. Ekipteki herkes fikirleriyle projeyi besleyip büyüttü. Böylece son haline geldi. Podacto Stüdyo kendimi özgürce ifade etme alanı bulduğum bir yer. İzleyici ve dinleyicilerin de oyunlarda kendi hayatlarından bir şeyler bulduğunu duymak güzel.
Hem bir dinleyici/izleyici hem de bir hikaye anlatıcı olarak Podacto Stüdyo deneyimi sende nasıl bir etki bıraktı? Format hangi açılardan ezber bozucu sence?
Podacto Stüdyo yerli yazarların yeni, orijinal fikirlerini destekledi ve yeni bir ifade alanı sağladı. Ezberin tam tersi her anlamıyla yaratıcılık dolu bir süreçti. Oyuncusundan ses ekibine, yazarından yönetmenine herkesin kendi orijinal fikirlerini üretebildiği bir ekip işi ortaya çıktı.Bu seçkinin içinde ben de oyunlarımla yer bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum.
Ferit Katipoğlu
“Mümkün oldukça kendinizi sesin üretildiği laboratuvarda ve provada gibi hissetmenizi sağlamak ve dürüst bir performans ortamı yaratmak… Temelde önem verdiğimiz şeylerden birisi de zaten bu oldu açıkçası.”
Podacto Stüdyo, kulak tiyatrosu dediğimiz bir formatın arka planında olup bitenleri de bize gösteren bir proje. Peki özellikle hazırlık sürecinde, arka planda görmediğimiz başka neler var?
Proje hepimiz için birçok bilinmeyen barındırdığından dolayı aslında arka planı ve izlediğiniz şey arasında çok az fark var bana göre. Mümkün oldukça kendinizi sesin üretildiği laboratuvarda ve provada gibi hissetmenizi sağlamak ve dürüst bir performans ortamı yaratmak… Temelde önem verdiğimiz şeylerden birisi de zaten bu oldu açıkçası. Buna hatalar da dahil. Tabii Mihran ve tüm ekiple oyuncularla provalar, koşturmalar, mekana karar vermek ve yöntemi belirlemek, Serkan Aka ile aletlerin ve alanın tasarımını tartışmak çok değişik bir tecrübeydi.
İleri ses tasarımı sayesinde oyunların biz izleyici/dinleyici üzerindeki etkisi de iyice pekişiyor. Sesleri yaratan ekipte Tomasyan, Melih Kıraç ve Selim Cizdan’ı görüyoruz. Bir hikayeyi önce seslere sonra da görüntüye dökmek nasıl bir şekilde ilerlemeyi gerektiriyor? İlk ne ile başladınız hikayeleri uyarlamaya?
İlk olarak Nisan, ben ve Mihran seyircinin bu projeyi nasıl tüketeceğini tartıştık ve sınırlarını belirlemeye çalıştık. Belirli bir süre ve tabii ki bütçe var ve bunların içerisindeki en etkili tasarımı yapmaya çalıştık. “İzlemek mi yoksa dinlemek mi daha önemli olacak? Oyuncunun performansı ile ilişkiyi nasıl kuracağız?” gibi deli sorular ile boğuştuk 🙂 Öncelikle tamamen serbest bir okuma provasıyla, Mihran ve Selim ile beraber kabaca nerede ne duymalıyız gibi konuların üstünden geçtik. Zamanla fark ettiğimiz ilginç şey şu oldu: Bazı oyunlar daha soyut ve sembolik sesler ile daha etkili olurken bazıları ise çakmak sesine kadar atmosfer istiyordu. Bunu anlamamız ve kabullenmemiz uzun sürdü. Başta foley (sesin stüdyo ortamında üretilip kaydedilmesi) stüdyosu gibi davranmaya çalışıyorduk ama aslında yaptığımız şey foley kesinlikle değildi. Daha çok bir performansın çekilmesi ve kaydedilmesiydi. Bütün hikayelerin yazarları ile konuştum ve akıllarındaki hisleri ve dünyayı kurgulamak için nasıl bir performans ve ses gerekli olduğunu beraber oluşturmaya çalıştık. Bu sırada Mihran ve ekibi de aynı anda bir ton garip nesne ve cihaz ile orkestra gibi senaryo üstünden notaları yerleştiriyorlardı. Biraz ilerleme kaydettikten sonra ise oyuncularla hep beraber provalar yapmaya başladık bu da hem oyuncuların katkıları hem de bir arada olmanın getirdiği yenilikler ile tasarımı belirlememizi sağladı.
Pencere açıp kapama, su sesleri, sokak sesleri gibi günlük hayatta aklımıza gelebilecek her türlü sesin nasıl “çıktığını” izliyoruz oyunlarda. Görebildiğimiz kadarıyla da çeşitli malzemeler kullandınız, neler vardı aralarında? Bu seslerin kayıt süreçleri nasıl gerçekleşti?
Tavuk sesi yapan ip, bağlanmış kağıt bardak ve kapı sesi yapan bavul benim favorilerim olabilir. Mihranın eliyle kağıdı ileri geri iterek printer sesi yapması da hala kafamda dönüyor. Bu objelerin aslında tamamını Aslı çok güzel bir seri olarak çekti. Hem ekibin hem de bu objelerin fotoğraflarını görebilirsiniz. Hakan ve Tankut ise seslerin kaydından önce provalarda her sesi dinledi ve her biri için ön hazırlıkta çılgınca çalıştılar. Çünkü bu foley dünyası gibi “sesi üret, montajla devam et”gibi bir süreç değildi. Bir konser kaydeder gibi asla bir arada olamayacak objelerden çıkan seslerin bir araya getirilmesi bildiğin delilik bir sesçi için. Hakanın sabrı ve çalışkanlığı ayrıca da zekasına boyun eğmek şart 🙂
Oyuncuları farklı açılardan ve her yönden izleyebildik. Stüdyoyu kullanırken nelere dikkat ettiniz? Oyuncu-ekipman ve sahne kurulumunda neler öncelikliydi sizin için? Ve kafanızda kurgularken izleyici nasıl konumlandırdınız bu deneyimde?
Bu soru için teşekkür ederim öncelikle çünkü bence en önemli konulardan biri. Ersin ve ben projenin başından beri bir dil ve sistem kurmak derdindeydik. Ben bir Metallica stüdyo belgeseli gibi her şeyi kurgulayıp hoş bir şekilde çekmek istemedim. Bu projenin kendine ait bir sistemi ve düğmesine bastığında hiç bireye dokunmadan çalışıyor olması gerektiğine inanıyordum. Dolayısıyla performans için ses üreticilerimiz ve aktör içeride olduğunda artık ok yaydan çıkıyordu. 16 kamera kullandık ve tüm yönlerden görebileceğimiz bir sistem yani bir laboratuvar kurmaya çalıştık. İzlediğiniz her oyun tek plan olarak çekildi ve kurgulandı. Yani performansların sinema yapar gibi birbirine karışmamasına da özen gösterdim. Son olarak da tiyatro ya da sinemaya benzemek istemiyordum. Dolayısıyla oyuncuların tiyatro gibi veya kameraya ve yönsüz oluşu beni çok heyecanlandıran bir konuydu. Böylece gerçekten biçim de içerik ile iyi bir bütün oldu diye düşünüyorum. Projenin başında, “Televizyonda bir oyunu izlerken arkanızı da dönseniz aynı şekilde anlıyor olmalısınız” diye bir kural koymuştuk. Böylece “ses>görüntü” sıralaması oluştu. İçteki kare alan yani kırmızı halı çıplak ayakları ile oyunculara ait, bir dış alan ise ses performansına. Herhangi bir dekor veya parça da kullanmadık ki gözlere değil tamamen kulaklara çalışan bir laboratuvarda üretimi izleyebilelim. Ama dediğim gibi bunlar benim ve Podacto ekibin hep beraber ürettiği bir deneysel tasarım.
Minik bir itiraf: Oyunları izlerken oyuncuların performanslarına odaklanacağımızı düşünüyorduk ancak gözümüz bir taraftan sürekli ses ekibindeydi. Ses ekibi ve tasarımını izledikçe ve aslında o aşina olduğumuz sesleri “görünce” bir kere daha duymanın ne kadar önemli olduğunu fark ettik, bir anlamda sesi “gördük” diyebiliriz. Seslerin görselleştirilmesi neden bu kadar heyecan verici sence?
Sesin görselleşmesinden ziyade bence bir araya geldiklerinde aynı sinema, tiyatro ve tüm hikayeler gibi bir anlam yaratabiliyor olması inanılmaz ilginç bir durum. Şair oyunu buna çok iyi bir örnek. Oyuncuların da aslında temel bir ses aygıtı gibi olduğu bir proje oldu sanki.
Formatın dünyada bir ilk olduğunu biliyoruz. İlk duyduğunda kafanda ne canlanmıştı ve ortaya çıkan sonuç ilk izlenimlerinden ne yönde farklı?
İlk duyduğumda öncelikle acayip korktum 🙂 Genelde bir işe başlamadan dünyadan bir örnek bakarsın mesela suç filmi çekeceksen oturur bir Michael Mann, Fincher izlersin bir yol yordam bakarsın ama burada kural yoktu ve o yüzden de çok zordu 🙂 Benim kendi adıma projenin dürüstlüğü ve açık bir makine gibi hissettirmesi çok mutlu etti. Başta dekor yaparız, sesin üretilişini ve oyuncuyu birbirine montajları gibi çok daha basit düz yollardan geldik. Sonra işler çığrından çıkmaya başladı. Son izlenimimde ise daha da iyi planlama daha çok çalışma da yapılabilir gibi geliyor bana tabii ki. Ama bu ilk ve büyük bir deneme olduğu için açıkcası mutluyum.
Tiyatro ve dijitalin çeşitli şekillerde “uzlaşabildiğini” Podacto Stüdyo başta olmak üzere çeşitli yaratıcı örneklerle bir kere daha görüyoruz. İzleyici ve dinleyicinin bu yeni tiyatro deneyimiyle ilişkisi nasıl ilerleyecek?
Tiyatro deneyimim pek yüksek sayılmaz o yüzden pek bir şey söyleyemem sanırım ama bir performansın ve mekanda işitsel, görsel bir projenin tüketimi çok değişecek diye düşünüyorum. Bu olaylarda ne kadar eski kafalılığı ve katılığı bırakırsak o kadar ilginç ve yeni şeyler ortaya çıkacak ve arkasından gelenler de o kadar daha iyi olacaktır. Bence formatlar, VR ile sahnenin içinde olmak, yönsüz bir sahne, ses ve ışık ilişkisi gibi konular çok hızla daha da ilginçleşecektir.
Podacto Stüdyo’nun ilk sezonunun ardından kulaklığı çıkarttık, ekranı kapattık. Ne düşünelim, aklımıza ne gelsin ya da nasıl hissedelim istersin?
Aklınıza, ‘’Bu insanlar bunu yapmış hiç fena da değildi acaba daha neler yapılabilir?’’ Gelsin isterim en çok 🙂
Nisan Ceren Özerten
“Sesin gücü bizi çok etkiliyor. Bizim hedeflediğimiz de düz bir ses üretme eyleminden ziyade başlı başına bir performans oluşturmaktı.”
Podacto ilk olarak kulak tiyatrosu formatında podcast üzerinden bizlerle buluşmuştu. Önceki söyleşimizde de, Podacto’nun esas motivasyonu dijital bir tiyatro metinleri kitaplığı oluşturmak olan bir proje olduğunu söylemiştin. Projenin devamı niteliğinde diyebileceğimiz Podacto Stüdyo ile karşımızdasınız bu kez. Projeden ve Blu TV ile yollarınızın kesişmesinden ve sesli formatta yola çıkan bu projenin görselleştirilme sürecinden bahsedebilir misin?
Podacto’yu ilk yaratım sürecinden itibaren özgür, organik ve farklı iş birliklerine açık bir şekilde kurguladık. Bu sebeple de yaratıcı fikirlere hep açık ve bu konuda kapsayıcı oldu. Podactonun görsel alanda kendini ifade etmesi fikri ve Podacto Stüdyoya evrilme süreci de aslında kurucu ortağımız Faruk Özerten’le sesin görselleştirilmesi, Podacto’nun görsel dünyası nasıl olur diye düşünürken ortaya çıktı. BluTV’nin de projeyi sahiplenmesi ve desteklemesi üzerine yolda da oldukça gelişti ve son halini aldı. Babylon’da Ferit Katipoğlu yönetmenliğinde, Çıplak Ayaklar Kumpanyasından çağdaş performans sanatçılarının ve oyuncuların birbirleri ile diyalog halinde olabileceği bir düzende stüdyo tasarlandı. Aynı anda 14 kamera ile kayıt aldık, yaklaşık 30 ses kanalı ile çalıştık.
Podacto Stüdyo formatının dünyada bir ilk olduğunu biliyoruz. Hem oyuncuyu, hem de tasarlanan sesleri bir arada görebileceğimiz bu format fikri nasıl çıktı ortaya?
Podacto için kayıt aldığımız dönemde foley ekipmanlarının ürettiği sesler ve bu seslerin metinle etkileşimi ilgimizi çekiyordu. Bütün ögelerin bir araya gelmesi de ayrı bir heyecan uyandırdı bizde. Sonrasında da bu doğrultuda yönelimlerimiz esnasında ÇAK ve Mihran Tomasyan ile bir araya geldik ve Podacto Stüdyo çıktı ortaya.
https://open.spotify.com/episode/4hVQt3KEsFVYcmYaDr6U9T?si=abe1ef6d89c74e43
Benzer bir soruyu Ferit’e de sorduk: Podacto Stüdyo’da bir oyunun sahnelenişine pek çok farklı yönden şahit oluyoruz, sanki tüm süreci adım adım izliyoruz. Peki hikayede görmediğimiz başka neler var? Sonucu görüyoruz ama sürecin tamamı aslında nasıl ilerliyor?
Podacto Stüdyo izleyicinin süreç ve sonucu iç içe deneyimleyebildiği bir proje, ilgi çekici yanı da bu. Bir stüdyo formatı. Çoğunlukla tek seferde birçok kamerayla eş zamanlı alınmış bir kaydın kurgusunu izliyorsunuz. Aslında canlı bir performansı birçok farklı açıdan deneyimlemiş oluyorsunuz. İşin mutfağına giriyorsunuz.Tabii ortaya çıkan ürünün bir de yaratım süreci var. Birçok oyun okuduk, yazarlarla çalıştık. Özgün bir format olduğundan herkesin ortak paydada üretim sağladığı bir süreç oldu, biz de çok şey öğrendik bu süreçte. Sesin görselleştirilmesinden, seyirci deneyimine birçok farklı katmanı var ortaya çıkan sonucun.
Podacto Stüdyo, sıklıkla konuştuğumuz çevrimiçi izleme deneyimine yeni bir boyut getirmenin yanı sıra ses başta olmak üzere “görünmeyen” pek çok şeye de dikkat etmemizi sağlıyor. Bu yönüyle de hem teknik ekibin hem de tiyatronun tüm unsurlarının ne denli önemli olduğunu hatırlıyoruz bir kere daha. Peki sesin görsel bir kurguya dökülmesinde en kritik olan noktalar neler? Neleri gözetip öne çıkarmaya dikkat ettiniz bu süreçte?
Sesin gücü bizi çok etkiliyor. Bizim hedeflediğimiz de düz bir ses üretme eyleminden ziyade başlı başına bir performans oluşturmaktı. Podacto Stüdyo’da birkaç performans katmanı eş zamanlı deneyimleniyor. Performans sanatçıları Melih, Selim ve Mihran’ın o esnadaki üretimlerini yakalıyoruz.
Son yıllarda yaptıkları heyecanla takip ettiğimiz oyuncu ve yazarlarla yollarımızı kesiştiren bir proje Podacto Stüdyo. Bu ekip nasıl bir araya geldi peki?
Podacto döneminden beri tanıdığımız yazarlara ulaştık, ellerindeki hazır metinleri okuduk, sıfırdan yazılmasını rica ettiğimiz bazı metinler de oldu. Daha sonrasında da dijital ve analog dünyaları bir araya getirebileceğine inandığımız bir yönetmen olan Ferit Katipoğlu’na götürdük projeyi.
Sizce izleyici ve dinleyicinin bu yeni tiyatro deneyimiyle ilişkisi nasıl ilerleyecek? Sahnede oyun izlemenin hissi bambaşka olsa da yenilikleri takip etmek isteyen tarafımız da kolayca adapte oluyor sanki…
Önümüzdeki sezonda Podacto Stüdyo’nun “canlı”sını hayata geçirmek istiyoruz. Seyircinin de bir katman olarak sürece dahil olduğu bir sahne ortamında canlı olarak oyunun sahnelenmesi için çalışıyoruz. Bunun için de metin ve reji çalışmalarımıza başladık, ilerleyen dönemlerde hızlanarak devam edeceğiz.
Podacto’nun gündeminde başka neler var? Yakın gelecek için planlarınız neler?
Dijital tiyatro kitaplığımız şu anda 90 oyun civarında, genişletmeyi hedefliyoruz. Kitaplığımıza çok dilli bir yapıyı katabilir miyiz noktasında yurtdışından katkı sağlayabilecek paydaşlar ile de görüşmelerimiz sürüyor.