
Röportaj: In Hoodies ile şarkıların merkezine yolculuk
Kendinize sakladığınız düşünce ve hislerin hiç beklemediğiniz bir anda, mesela bir şarkı yoluyla gelip sizi buluvermesi kıymetli olduğu kadar gariptir de aslında. Kıymetlidir, çünkü belki de bir ömre eşlik edecek bir duygu birliği yaratır bu kesişmeler; insana kendini yalnız olmadığını hissettirir ve tam da belki de bu yüzden usul usul teselli eder. O şarkının niyeti hiç böyle olmasa da… Gariptir çünkü evet, kafanızın içindekileri bir de bir başkasından dinlersiniz… Gelip sizi en kişisel yerlerinizden vuran, belki de yüzleşmelere açılan anlara da vesile olabilir. Yine yalnız olmadığınızı hissedersiniz ama. Teselliyi bulurken ya da en büyük yüzleşmelerle çarpışırken de bilirsiniz ki, şu an bunu yaşayan biri daha var.
In Hoodies şarkıları işte tüm bunlara benzer etkiler yaratıyor bünyede. Murat Kılıkçıer’in zengin melodiler eşliğinde anlattıkları onun kişisel anlarından (‘deneyim’lerinden mi demeli) çıksa da güçlü anlatımıyla hedefi on ikiden vuruyor sizi sizinle baş başa bırakıveriyor. 2019 yılında ikinci albümü Recalibrated Expectations’ı yayınlayan, sonrasındaki pandemi sürecinde bizi yeni single’lar ve bir de Cut the Crap’in remikslerinden oluşan Cut the Crap Revisited EP’siyle selamlayan Murat Kılıkçıer, yaratıcısı olduğu In Hoodies ile tam 18 ay sonra yeniden sahneye çıkmaya hazırlanıyor. 13 Ağustos’ta Zorlu PSM Amfi’de gerçekleşecek bu buluşma öncesi Murat Kılıkçıer ile hayatı, beklentileri, yeni projeleri ve dijitalin yeni alışkanlıklarını konuştuk.
Portre fotoğrafı: Barbaros Cangürgel
Biraz optimist(!) bir giriş yapalım: Son derece kararlı bir şekilde, ‘eskiye dönmüş gibi’ davranmaya çalıştığımız bir dönemdeyiz ama son 1.5 yıla hakim olan belirsizlik tüm heybetiyle önümüzde dikilmeye devam ediyor 🙂 Etrafımızı saran diğer krizler de malum… Sen bu süreci nasıl geçiriyorsun? Sence ‘eskiye dönebilmek’ ya da ‘iyi’ olabilmek ne şekilde mümkün?
Sanırım dünyada hiçbir şey, hiçbir zaman eskiye dönemiyor. Taner Turna pandeminin ilk zamanlarındaki bir yayında şöyle demişti; “Döndüğümüz yer bıraktığımız yer olmayacak.” Zaman içerisinde olanların, kişilerde ve şeylerdeki etkisi bir yerlerde hep kalıcı, aynı eskiye geri dönmek mümkün değil.
Son bir buçuk yılı en iyi özetleyen kelime, tam da dediğin gibi; belirsizlik, belirsizliğin tahakkümü… Bu sürenin büyük bir bölümü benim için de pek çok kişi için olduğu gibi, ne olduğunu tam anlamadığım durum ve duygularla baş etmeye çalışmakla geçti. Bu bilmemenin içinde yaşayarak. Zaman ve alanla olan sürtüşmeyle. Uyumakta, uyanmakta zorlanarak, korkarak, sebepsiz, amaçsız, uzak hissederek. Gezegenin sonuna tanık oluyoruz hissinin artışıyla dünyayı, insanları, kendimi, hayatımı daha çok sorgulayarak. Hiç tahmin etmeyeceğim kadar çaresiz ve tıkanmış hissettim. Uzun süre hiçbir şey yazamadım.
Sanırım yaşadığımız dünya artık bu, ve korkunç bir hızla gerçekleşen bu değişimlere adapte olamamanın sonucu yok olmak. İyi olmaksa ancak çoğu zaman dış gerçekliğe karşı aklını koruyabilmek, sunulan / dayatılan gerçeklerden ayrı kalabilmek, sevdiğin, sana iyi gelen şey ve kişilere tutunmak, iyi olabildiğin alanlar ve anlar yaratabilmekle mümkün. Tutkuları aramak, ruhumuzu genişletebilmek. Sevdiklerimizle küçük, değerli anlarla…
‘‘Recalibrated Expections’’ isminde insana dokunan bir taraf var, çok yakın bir yerden geçiyor çünkü. Hem sadece pandemi sürecinden de bahsetmiyorum, sanırım biraz büyümekle ilgili: Yıllar geçtikçe, ‘‘hayaller’’ ve ‘‘gerçekler’’ çarpıştı; beklentilerimizin de ayarları yine yeniden yapıldı. Bilhassa bizim kuşakta… Albüm aslında pek çok farklı temaya değiniyor ama ben bunun üzerinden sormak istiyorum: Bu yetişkinlik serüveninde senin deneyimlerin ne yönde? Beklentileri değiştirmek yenilgileri de azaltır mı sence? (Evet, ikinci sorudan da iyimserlik akıyor…)
Beklentinin azlığı, yokluğu yenilgileri azaltır sanırım ama hem hayaller hem yenilgi, başarısızlık, hayal kırıklıkları bir şekilde yaşamı tanımlayan temel şeylerden. Albümün isminde insana dokunan taraflar olduğunu düşündüğün için teşekkür ederim. Dediğin gibi albümdeki pek çok şey büyümekle, yetişkin olma süreciyle ilgili. Beklentilerin değişimi sadece kişisel beklentiler veya hayaller üzerinden düşündüğüm bir şey de değil aslında. Senin, benim, hepimizin üzerine yüklenen beklentilerin çoğunun gerçek “biz”le örtüşmemesi, büyüdükçe kim olduğumuzu sıfırdan bulmamız gerekmesi ile de ilgili. Yetişkin oldukça bizi koruduğunu düşündüğümüz şeylerin, kalkanların yüke dönüşmesi gibi şeylerle… Ailenin, çevrenin, toplumun çektiği fotoğraflarımızı unutup kendini tanımlayabilmek ile… Birebir haritasının çıkarılması, hissedilenlerin aynı şekliyle yeniden yaşanması veya yaşananların silinmesi mümkün olmayan bir geçmiş ve belirsiz bir gelecek tarafından çekiştirilen şimdinin ortasında yaşamakla.
Belki beklentilerin dıştan gelen tazyikle yeniden şekillenmesini, gerçeğin hayalleri deforme etmesini her zaman kötü algılamamalıyız. Bozulandan yeni şeyler üretmek, hayal edilen, mükemmel olmayandaki güzellikleri bulmaya çalışmak güzel bir çaba. Her zaman engel olamayacağımız rüzgarlar, dalgalar şekil vermeye çalıştığımız kayaları törpüleyecek. İlk albümden sonraki süreçle, yaşadığım yerde yapmaya çalıştığım müzik gibi nedenlerle ikinci albümün kendisi de bu anlamda benim için beklentilerin yeniden ayarlandığı seslere, yıpranan, eksilen, bozulan pek çok şeyden kalanlara dönüştü. Tahmin sonuçla örtüşmediği gibi, tahmin, gözlem ve beklentinin kendisi sonucu etkiledi.
Dijitalin hayatımızın orta yerinde olduğunu biliyorduk zaten ama neredeyse hayatımızı kurtaracağını da pek tahmin etmiyorduk sanki. Dijitalin sınırları yıkan gücü de olmasaydı, daha da zor geçecekti belki de son aylar. Peki bir müzisyen olarak senin dijitalle senin ilişkin ne şekillerde değişti, dönüştü?
Dediğin gibi dijitalin sunduğu iletişim potansiyeli hem kurtarıcı oldu hem de hayatlarımıza ilişkin algımızı büyük ölçüde değiştirdi. Benim de yaşadığım en büyük değişim, özellikle pandeminin ilk aylarında sürekli çevrimiçi toplantılar, dijital içerikler, sürekli ekranlara bakmakla oldu.
Müzik konusunda ise bu durumun beni uzaklaştırdığını söyleyebilirim. Müzisyenlerin sürekli yeni içerik sunmasının neredeyse kural haline gelmesi, her an her şeyi paylaşmıyor olmanın müziğe erişimi zorlaştırması. Sürekli konuşulan geride kalma hissine rağmen, bu durum karşısında bunalıp, çok uzak hissedip haftalarca, bazen aylarca sosyal medyaya bakmadığım oluyor.
Dijitalin daha çok bilgiye ulaşmak, daha çok insanla daha hızlı iletişim kurabilmek, belki başka şekilde hiç tanıyamayacağım kişi ve işlerle tanışabilmek gibi sağladığı çok heyecan verici şeyler bir yana, güvensizliği, yüzeyselliği, eksik bir gerçekliği de beraberinde getirdiğini düşünüyorum.
Bunu aslında seninle biraz konuşmuştuk. Dijital formüller malum, dinleme alışkanlıklarımızı da komple değiştirdi; ‘parça’ladı. Orada da hıza kapıldık; eskiden bir albümü baştan sonra hatmederken artık içinden seçmece yapıyoruz hatta bazen tek bir şarkısını dinleyip albümün geri kalanını es geçiyoruz. Bu ‘parçalanma’ senin tarafına nasıl yansıyor? ‘Albüm’ yapmak neden önemli?
Alışkanlıklarımız, bildiğimiz şekliyle müzik dinleyişimiz “parçalandı”, eksildi. Hem dinleyen hem müzisyen için müziğin hayatlarımızdaki konumunu değiştirecek şekilde eksildi. Derinlik, katman ve yoğunluk kaybetti. Sanırım buradaki en temel sorun artık bir şarkılar bütününü albüm olarak sunduğunuzda dinleme platformları özelinde tek bir şarkının öne çıkması, editoryal süreçten geçmesi ve listeye girme ihtimali olması. Biliyorsun artık bir şarkının ne kadar dinlendiği, ne kadar insana ulaştığı büyük ölçüde listelere girip girmemesi ile ilgili. Bu, müzik üretip paylaşanların üretme ve paylaşma pratiklerini belirler hale geldi. Müziğin, şarkıların da bu hızlı, sürekli, kesintisiz biçimde üretilip paylaşılma zorunluluğu hem müziğin niteliğini hem dinleyenin müzikle kurduğu bağı azaltıyor. Uzatmayayım… Müzik aramak, genel olarak size iyi gelecek sesleri, kelimeleri, yerleri ve şeyleri aramak hep güzel. Öneriler değerli ama sadece sunulanlar üzerinden müzik dinlemek çok kısıtlayıcı. O yüzden aramaktan vazgeçmemek gerekiyor sanırım.
Bence albüm olarak kurgulanan şarkılar bir arada sunulmalı çünkü iyi bir albümde bir ses dünyası, bir hikaye var ve şarkılar tek başlarına dev bir tablodan alınmış kesitler, büyük bir bedenden küçük parçalar olarak kalabiliyor.
Kapüşonlular, içe dönük biri olarak benim de defalarca hayatımı kurtardı 🙂 Bu içe dönme halini ismine bile taşısan da aslında bir taraftan da müziğinle zihninde, kalbinde ne varsa hepsini ortaya döküyorsun. Görünmez olmaya çalışırken tüm varlığını ortaya koyuyorsun. Bu ikilik nereden çıkıyor ve sana, müziğine nasıl yansıyor?
Benim için de öyle. “Saklanıyorum öyleyse varım” 🙂 Müzikle içimdekileri ortaya koymaya çalışsam bile bu çoğu zaman çekingen bir bağ kurma, paylaşma, var olduğumu hissetme çabası ve ihtiyacı benim için. Görünmekle ve kendimi görmekle ise hiçbir zaman tam barışamadım. Sadece barışamamakla barışmak, gizlenebildiğin yerden ses çıkarmak mümkün. Ama daha çok insana ulaşabilmenin yolu daha görünür olmaktan geçtiği zaman, bu çelişki benim için de çok yorucu oluyor. Neden müzik yaptığımı benim için en temel yerde, bir varlık durumu olarak tutmaya çalışıyorum. O yüzden şarkılar benim için hissettiklerimi hissedebileceğini düşündüğüm insanlara fısıldanan şeyler aslında. Hala sunmaktan çekindiğim çok şey oluyor. Belki yazdıklarımın onda birini paylaşabiliyorum.
In Hoodies konserlerinin insana iyi gelen, sürükleyici bir tarafı var. Sahnede geçirdiğin her anın seni ne kadar mutlu ettiğini görmek mümkün bir kere… Parçalar arasında anlattıkların da dinleyici ile aranda içten bir bağ oluşturuyor; biz de o anlara seninle birlikte kapılıyoruz. Sahne ile kurduğun bağ yıllar içinde nasıl evrildi ve sahne performanslarını nasıl kurguluyorsun?
Çok teşekkür ederim. Beni en mutlu eden, bana en değerli gelen şey müziğin birine iyi gelmesi, iyi hissettirmesi.
Sahnede daha uzun zaman geçirdikçe yaptığın şeye daha hakim oluyorsun. Bir süredir sahnede daha rahatım, daha çok kendim olabiliyorum. Hala gözlerimi kapıyorum ama artık odayı daha iyi tanıdığım için daha iyi adım atabiliyorum. Bir müzik kutusu gibi hissetmemek adına her konserin bir diğerinden farklı olması için çabalıyoruz. Bu bazen şarkıları farklı şekilde düzenleyerek, bazen yeni şarkılar çalarak, bazen başka enstrümanlar deneyerek, bazen görseller ile oluyor. Bu kurguda en önemli şey müziğin paylaşılacağı alan ve o günlerde yaşadıklarımız, hissettiklerimiz.
Peki sahnede tek başına olmak ile bir grup eşliğinde çalmak arasında nasıl bir fark var senin için?
Tek başına çalmanın özel bir tarafı var. Tek başına, tek enstrümanla konser vermek şarkıların merkezine inmek, onları çekirdeklerinde yeniden var etmeye çalışmak gibi. Daha naif, daha içten, daha kaygısız bir yerden ilerleyebiliyor solo konserler ama yalnız hissettiriyor bazen. Diğer sesleri ve kişileri aradığım anlar oluyor. Tam ekip çalmanın duygusu çok farklı. Hem arkadaşlarımla hissettiğim bağ hem birlikte üretilen ses bir süreliğine benzersiz bir yerde hissettiriyor. Sadece o konserde inşa edilen bir alan, sadece o anlarda ortaya çıkıp sonra kaybolan bir yaratık gibi. Sesi paylaşırken birlikte olmak her zaman daha güzel.
Kadıköy Sahne’de verdiğin David Bowie tribute konseri sanırım pandemi hayatımızı ele geçirmeden izlediğim son konserlerden biriydi. Ve peş peşe hit’lerin çalındığı bir konser değildi, sağlam bir Bowie anmasıydı gerçekten. David Bowie’nin In Hoodies’in ortaya çıkışında ve müziğinde nasıl bir etkisi oldu?
Bowie müziği, sözleri, müziğini paylaşma biçimi, her şeyiyle, tüm varoluşuyla sonsuz bir ilham kaynağı. Benim de sürekli geri döndüğüm biri. Her dönem kendini yenileyebilmesi, vizyonu, birlikte çalıştığı insanlar, genel olarak tüm yaşamı ve vedası beni çok etkiledi. Öldüğü gün kayıt için Londra’daydım ve insanların şehrin farklı yerlerinde sabaha kadar onun varlığını kutlayışı, ona veda edişleri unutulmaz şeyler gösterdi bana. Onun yaşadığı, ürettiği bir döneme tanık olmak çok çok çok değerli.
Bu arada cover parçalarla diğer konserlerinde de yollarımız kesişiyor. Hangi parçaları cover’layacağına nasıl karar veriyorsun? Ya da şöyle soralım: Bir şarkıyı alıp yeniden yorumlarken nasıl bir motivasyonla ilerliyorsun; neleri değiştirip neleri tutuyorsun?
İlk zamanlarda cover çalacak cesareti bulamıyordum kendimde. Sanırım kendi sesimi bulabildikçe sahnede farklı şarkılar deneyebilmeye başladım. Bazen kendi yaptığım şarkılardan uzaklaşıyorum ve kalbime başka şarkılar daha yakın geliyor ve onları deniyorum.
Şarkıların sahnede farklılaşmasını, dönüşmesini çok seviyorum. Farklı versiyonlar bana müzisyenlerin, grupların o günlerini, o anlarını işaretliyor gibi geliyor. Bir şarkının sonu gelirken bir dinleyicide oluşan “az önce şu şarkıyı mı çaldı”, “şu şarkıdan şu sözü mü ekledi” duygusunu seviyorum.
Hangi şarkıları çalacağımı daha çok o dönemde hissettiklerim belirliyor. Şarkılardaki değişimler de çalarken hissettiklerimizle ilgili tamamen. Bazen kısa bir şarkı sahnede 15 dakika sürebiliyor, başka bir şarkıdan bölümlerle iç içe geçiyor, bazen sözleri, melodisi, ritmi değişiyor. Son yıllarda özellikle 3 kişi çaldığımız konserlerde Zeynep (Oktar) ve Yasemin (Özler)’in fikirsel ve müzikal katkıları da çok belirleyici.
Farklı düzenlemeler bir yana, belki o gün hastasın, aksıyorsun veya o gün hayatında belini büken şeylerle birlikte sahnedesin, belki o konser için prova yapamadın ya da o gün sahnede synth’lerden biri bozuldu, gitarın teli koptu, şarkının bir anında sesin yetmedi, sesin yorgun, çatlıyor vs. Bence hepsi konserleri ve şarkıları o ana, müzisyenin o günlerine ait zaman işaretleri ekleyerek daha gerçek hale getiriyor.
Müziğinin bir de görsel bir tarafı var aslında. Video kliplerde, albüm ve single kapaklarında hatta ARTER’deki gibi bazı canlı performanslarda da öne çıkıyor bu taraf. Ethem Onur Bilgiç’ten Mert Tugen’e pek çok illüstratörün adını görüyoruz bu görsel dünyada. Şarkıların bu görsel dünyaya nasıl taşınıyor? Sanatçılarla iş birliklerinizde nasıl ilerliyorsunuz?
Bazen bir görsel müziği tetikliyor, bazen müzik görselleri şekillendiriyor. Pek çok kişiyle birlikte, herkesin katkısıyla müziğe başka başka katmanlar eklemek, çok boyutlu şekilde sunabilmek için çalışıyoruz. Aslında bu zamanla, müziği paylaşırken yeni kişiler ve işleri ile tanıştıkça doğal olarak gelişti. Çok değerli kişilerle çalışma fırsatım oldu. Kimi zaman bir sanatçının son dönemde ürettiklerini görüyorum ve birlikte çalışabilmek için iletişime geçiyorum, bazen tersi oluyor. Bir araya gelindiğinde fikirler birbirine matematiksel olarak eklenmiyor, yeni üretimleri tetikliyor, çoğu zaman iş birlikleri iki kişinin ayrı ayrı üretebildiğinin, kendi limitlerinin çok ötesine geçiyor. Birlikte üretmenin çok daha özel olduğuna inanıyorum. Zaten bana sorarsanız aslında hiçbir şarkı, hiçbir müzik kimseye ait değil. Her müzikte sayısız kişinin ve olayın etkisi var. Daha önce yazılmış sayısız şarkıdan, günün ışıklarına kadar pek çok şeyin ortak çıktısı şarkılar.
13 Ağustos’ta sonunda Zorlu PSM Amfi’de bir kere daha bir konserde kesişecek yollarımız. Özlemiştik! Neler planlıyorsun bu buluşma için?
Teşekkür ederim, ben de çok özledim. 13 Ağustos’ta Zorlu PSM’de Zeynep ve Yasemin’le olacağız. Daha önce çalmadığımız birkaç şarkıyı ilk kez deneyeceğiz. Birbirine eklenen şarkılar olacak. Hem tedirgin hem heyecanlıyız ve sürekli neyi nasıl daha özel sunabiliriz diye düşünüyoruz. Bir tarafta ülkede ve dünyada olan şeylere, konser veremediğimiz zamanların hissettirdikleri de eklenince farklı bir set çıkacak diye düşünüyorum.
Bir de daha genel soralım: In Hoodies için ufukta gözükmeye başlayan başka ne gibi planlar var? Instagram’da bazı kayıtlar görür gibi olmuştuk ama…
Henüz paylaşamadığımız, bir kısmı sonlanmaya yakın bir kısmı hala fikir seviyesinde çok şarkı var. Onları tamamlamaya çalışıyorum. Diğer yandan bir tribute projesi için hazırladığım bir şarkı, ayrıca Skysketch ile ortak bir kaydımız var henüz yayımlanmayan. O kadar çok şey sürekli değişiyor ki bir tarih söylemekten çekiniyorum.
Bunlar bir yana son zamanlarda bana en iyi gelen şeyden bahsedeyim. Akkor (Üstün L. Yıldırım) ile bir video projesi için yeni bir şarkı üzerinde çalışırken, birlikte üretmek ve ortaya çıkan şey bizi çok heyecanlandırdı. Art arda şarkılar kaydettik ve o süreç Artemis (Günebakanlı) ve Müge’nin (Çığ) de katkısıyla ikimizin de daha önce yaptıklarından farklı tınlayan yeni bir müzikal kimliğe evrildi. Kısa zamanda bu şarkıları da yayımlamak ve sahnede canlı olarak sunabilmek istiyoruz.