Sabahlanan bir gecenin daha ardından: Aklımızda kalanlarla 87. Oscar Ödülleri

Kırmızı halının kimi kaotik kimi neşeli görüntüsü, Dolby Theatre’ın büyüleyici atmosferi, uzun zaman sonra En İyi Film ve En İyi Yönetmen kategorilerinde dahi kesin bir favorinin olmayışı ile bir Oscar törenini daha geride bıraktık. Gece 00.30’da kırmızı halı töreni ile başladı ve sabaha doğru sona erdi. Uykusuzluğumuz son kertede acıya dönüşürken En İyi Film ödülünü kimin alacağını bilemediğimiz için sonuna dek bekleyecek motivasyonu koruyabildik. Peki, neydi gecenin öne çıkanları ve çıkamayanları?

İlk olarak, Neil Patrick Harris’in esprileri çok zorlayıcıydı. Açıkçası beklentimin hayli altında kaldı. Mizansen dolu anlarda bile soğuk espriler yüzünden salonda bir kahkaha tufanı çıkmadı. Keza ekran başında soğuk espriler nedeniyle tebessüm yerine esneme ile takip etmemize neden oldu. Hele Selma’da oynayan David Oyelowo ile “British accent” diyaloğu tam bir hayal kırıklığıydı. Sahneye donla çıktığı anda birkaç kişinin gülmesini sağladı ama How I Met Your Mother’dan alışık olduğumuz için fazla bir sürpriz sayılamazdı, arkasındaki yorum durumu biraz toparladı. Ama performansının yerden yere vurulması son derece doğal, zira söz konusu Neil Patrick Harris olunca insan daha fazlasını bekliyor.

nph-02

Ödül konuşmalarının genel olarak bu kötü havayı toparladığını söyleyebiliriz. J.K. Simmons’ın konuşmasına diyecek yok; zaten mimikleriyle bile çok şey anlatan bir oyuncu, buna bir de keyifli sözleri eklendi. Keza Patricia Arquette’in kadın erkek arasındaki gelir eşitliğine dikkat çektiği konuşması, onun cümlelerine Meryl Streep’in biraz abartılı da olsa içten tepkisi, Patricia Arquette sahneye çıkarken Boyhood’un büyüyen veleti Ellar Coltrane’in tebrik için peşinden koştuğu sırada yetişemeyip Linklater’ın kollarında teselli buluşu, Graham Moore’un etkileyici konuşması ve sahneye Whiplash için ödül almaya gelenlerin genç yönetmen Damien Chazelle’e teşekkür etmeleri sonrası Damien’in suratına yerleşen utangaç mimikleri içimizi ısıttı. En çok da, Eddie Redmayne’in ödülünü alırken sergilediği müthiş samimi el ayak dolaşması kalbimize sevecen hisler yaydı. Kısacası bir kez daha gördük ki, yedinci sanatın en büyük ödül töreninde bile güzel olan zorlama skeç ya da hareketler değil, samimi anlar ve o samimiyeti yaratabilme/gösterebilme becerisi.

patricia arquette

Ödüllere gelirsek… Birçok kategoriye belirsizlikler hakim olduğundan, sürprizlerin yaşandığı bir geceye tanıklık ettik. Öncelikle, En İyi Yabancı Film’de favori her ne kadar Ida olsa da, ben Wild Tales’i seçeceklerini düşünmüştüm. Aslında Ida tam bir Akademi seçimi, her şeyiyle uyuyor ama filmin ödül sonrası ABD’de nasıl dağıtılacağı muamma. Öte yandan, Altın Küre’yi alan ve birçoğumuzun gönülden kazanmasını istediği Leviathan’ın ödülü alamamış olmasına üzüldüğümü söylemeliyim. Ödülü alsaydı, film üzerinde baskı kuran Rusya’ya da bir mesaj verilmiş olacaktı. Dahası, Vozvraschenie ile 11 sene önce Akademi’nin gözden kaçırdığı Zvyagintsev haklı bir başarıya ulaşacaktı. Bir de tabii Kış Uykusu gibi bir başyapıta adaylık vermeyenlerden ne bekliyoruz ki diye de sormak lazım. Enikonu Ida’yı seçebildiler işte…

Sürprizler dedim ama önce kızgın olduğum kısmı belirtmiş oldum. İlk sürpriz En İyi Anismasyon ödülünde gerçekleşti. Sıkı takipçisinden az biraz tahmin yürütenine dek büyük bir çoğunluk ödülü How to Train Your Dragon 2 alacak diye bekliyordu. Ancak Akademi o ters köşeyi yaptı ve Big Hero 6’i ödüllendirdi. Yanlış karar mı, kesinlikle değil. Zira o da epey beğenilen ve övgüleri toplayan bir animasyon. Ses Miksajı, Ses Kurgusu, Görsel Efekt, Makyaj, Özgün Şarkı, Yapım ve Kostüm Tasarımı dallarında da ödüller, çoğunluk The Grand Budapest Hotel olmak üzere en başından beri favori gösterilen adaylara gitti. Burada sevindiğimiz konu American Sniper isimli faşist yapımın Ses Kurgusu’nu alamamış olmasıydı, tek ödül bile bu filme fazla. Interstellar’ın görsel efekt ödülünü almasına da sevindiğimi belirteyim. Özgün Senaryo’yu da The Grand Budapest Hotel’e verselerdi, Makyaj’da Foxcatcher isteğimi zorlayabilirdim ama şu halde de yadsımanın bir anlamı yok. En İyi Özgün Müzik’te The Theory of Everything çoğunluğun beklentisiydi ama sanırım Akademi üyeleri, yıllardır es geçtikleri Alexandre Desplat’ı iki film ve iki adaylıkla buraya kadar getirip ödülsüz gönderme konusunda vicdan yaptı ve aynı kategoride BAFTA’yı da alan The Grand Budapest Hotel’i seçti. Filmin müzikleri gerçekten o kadar güzel ki, buna da bir laf edemeyeceğim.

En İyi Görüntü Yönetimi, hiç kuşkusuz Birdman’e gitmeliydi ve gitti de, ancak ilginç olan Emmanuel Lubezki’nin üst üste iki yıl bu ödülü kapmasıydı. Demek ki 2012’de The Tree of Life ile de ödüle ulaşsa bu yıl hat-trick yapmış olacaktı. Senaryo ödüllerinde ise sürprizler peş peşe geldi. Aslında tam sürpriz denebilir mi bilmiyorum çünkü her iki dalda da müthiş bir belirsizlik vardı ama yine de favorilerin kazanamadığını söyleyelim. İlk olarak, En İyi Özgün Senaryo ödülünde The Grand Budapest Hotel ve Birdman kıyasıya yarışacaktı ve kanaatimce alması gereken de Birdman’di. Öyle de oldu ama son günlerde bu kategoriden zaferle çıkacak filmin The Grand Budapest Hotel olacağı beklentisi baskındı tahminlerde. Diğeri, yani En İyi Uyarlama Senaryo ödülünde ise Weinstein ağırlığını koymuş diyebiliriz; The Imitation Game’in bu ödülü alacağını iddia etse de birçoğumuz Whiplash’e gideceğini düşünüyorduk. Ama son sözü Harvey Bey söyledi, neticede kan onun, damar onun; parayı yatırdığı yeri ondan iyi bilemezdik, değil mi?

En İyi Kurgu ödülünde yanılanlardan biri olarak, her ne kadar tüm kalbimle Whiplash’i istesem de ödülün Boyhood’a gideceğini düşünüyordum. 12 yıllık filmi kesip biçerek izlenebilir hale getirdiği için Sandra Adair’in adı son dönemde sıklıkla ödülle anılıyordu ama Whiplash’in en sağlam yanı olan muhteşem kurgusu Sandra Adair’i belli ki gölgede bıraktı. Açıkçası iyi de oldu çünkü Boyhood’a saygı duysam da Whiplash’e bu ödülü vermemek haksızlık olurdu. Aferin Akademi, tam puan!

here-are-this-years-four-big-winners-jk-simmons-best-supporting-actor-patricia-arquette-best-supporting-actress-julianne-moore-best-actress-and-eddie-redmayne-best-actor

Gelelim oyunculuk ödüllerine… En İyi Yardımcı Erkek ve Kadın oyuncu ödüllerini kimin alacağına dair bırakın ihtimali, kuşku dahi yoktu ve ödül alan oyuncuların, adları anons edildiğinde formalite icabı şaşırıp sevindiklerini bile söyleyebiliriz. J.K. Simmons nefis performansıyla, Patricia Arquette ise pek hak etmeden de olsa heykelciklerine kavuştular. Her ikisinin de konuşması ve içtenliği geceye renk kattı; sağ olsunlar, var olsunlar. En İyi Kadın Oyuncu ödülü de bütün sene ödül toplamaktan evinin bir odasını müzeye dönüştürdüğünü düşündüğüm kraliçe Julianne Moore’a gitti ki gecenin en güzel olaylarından biri bu oldu bence. Dördüncü adaylığında bu güzel kadına bu ödülü vermek gerekirdi; performansı da hiç yabana atılacak gibi değildi. Şayet bu sene kendisi aday olmasaydı ödül Marion Cotillard’a gitsin diye kendimi paralardım ama söylemeden geçemeyeceğim: Cotillard’ın Deux Jours, Une Nuit filmindeki performansını uzun yıllar unutabileceğimi sanmıyorum.

En İyi Erkek Oyuncu ödülünde ise, her ne kadar Eddie Redmayne’in kazanacağını tahmin etmiş olsam da içten içe Michael Keaton’ı desteklediğimi itiraf edeyim. Evet, kesinlikle Eddie’nin performansı harikuladeydi, neredeyse Stephen Hawking’in kendisi olmuştu ama önünde yıllar var, bu yetenek ve azimle zaten alırdı bu heykeli. Ben kariyerini tamamen değiştiren Michael Keaton üstadımızın ödülü almasını tercih ederdim. Belli mi olur, böylesine iyi bir filmde, yine böylesine muhteşem bir performans sergilemesini sağlayacak bir fırsat daha yakalayamazsa diye… Yine de çok sıkı bir çalışmaya daha imza atacağına inanmak istiyorum.

Nicolas Giacobone, Alejandro Gonzalez Inarritu, Alexander Dinelaris, Armando Bo

Son olarak En İyi Film ve En İyi Yönetmen… Kaç ay oldu bilmiyorum, bu süreçte okumadığım makale, takip etmediğim kampanya kalmamıştır ama son gün öncesinde bile bu iki ödülü kimin alacağını kestiremiyordum. Düşüncem, iki ödülden birini Birdman’in alacağıydı ama hem BAFTA hem Altın Küre ödüllerini alan Boyhood’un mu yoksa meslek birliklerini arkasına alan Birdman’in mi En İyi Film ödülünü kazanacağı muammaydı. Benim hissiyatım hak ettiği şekilde En İyi Film ödülünü Birdman’e verip En İyi Yönetmen ödülünü 12 yıllık bir emekle buraya gelen Richard Linklater’a kaydıracakları yönündeydi ama Ricky’i üçüncü kez ıskaladılar. Bu durum filmi beğenmedikleri anlamına gelmiyor elbette ama Inarritu’nun filmini ve yönetmenlik performansını daha çok beğendikleri fikrini tam olarak perçinliyor. “Çok Çalışma Ödülü” gibi bir ödül olsaydı muhakkak Linklater alırdı lakin Boyhood maalesef, büyük bir fikrin arkasındaki komple bir film olsa da heykeli çok da hak etmiyordu. Sonuçta Akademi üyelerinin işlerine duygusallık karıştırmadıklarını gördüğümüzü söyleyebiliriz. Ricky’nin de Before serisinden (Sunrise, Sunset ve Midnight diye giden seriden bahsediyoruz yani) bir film ya da başka bir fikir üzerinden göstereceği her zamanki yönetmenlik dehası ile yakın zamanda heykeli kucaklamasını dileriz.

Uzun bir dönemin sonuna gelmişken, filmlerin hepsini izleyen biri olarak, sadece ödül alan değil, aday olan tüm filmleri sizlere önermek isterim. American Sniper dâhil! Onu izledikten sonra gelin birlikte sövelim hatta. Ama ne olursunuz, şayet izlemediyseniz Kış Uykusu’nu muhakkak izleyin. Aday olan her film kadar hak ediyordu o salonda olmayı ve hatta bana kalırsa Yabancı Dilde En İyi Film ödülünü Nuri Bilge Ceylan’ın ellerinde de görebilirdik. Heykelcik çok önemli değil aslında, ülke olarak bir başyapıta sahip olduğumuzu bilmek daha anlamlı. Sinemanın en güzel yanı da bunu kavrayabilmek olmalı…

simmons oscar

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et