Sibel filminin oyuncuları Damla Sönmez ve Elit İşcan’la konuştuk

Bu coğrafyadan bambaşka bir kadın hikayesi anlatan Sibel, 22 Şubat’ta vizyona giriyor.

Adana Film Festivali’nde ve Ulusal Yarışma’da ödülleri toplamasından tahmin etmiştim Sibel’in ne kadar iyi bir film olduğunu ama bu kadar etkileneceğimi beklemiyordum açıkçası. Geçtiğimiz Ekim ayında düzenlenen Ayvalık Başka Sinema Film Festivali’ndeki gösteriminden sonra, görece “mutlu” sonla bitmesine rağmen boğazım düğümlendi,  birkaç dakika boyunca kimseyle konuşamadım.

Film, adını aldığı, Sibel adlı genç bir kadının hikayesini anlatıyor. Giresun’daki Kuşköy’de yaşıyor Sibel. Islık dilinin konuşulduğu (evet, gerçekten var böyle bir dil, belki biliyorsunuzdur zaten) dünya üzerindeki birkaç yerden biri burası. Sibel, konuşma engelli olduğu için sadece ıslık diliyle anlaşabiliyor çevresindekilerle. Bu engelinden ötürü “eksik” görüldüğü için ailesindekiler de çevresindekiler de onu toplumsal baskılardan muaf tutmuş bir nevi: Gün içinde istediği yere, istediği gibi giyinerek gidebiliyor, silah taşıyor; yani kısacası, köyün erkeklerinden farksız yaşıyor.

Bir gün ormanda biriyle karşılaşıyor ve sonrasında toplumsal kurallarla sert bir çarpışması oluyor Sibel’in. Her an bir trajediye bağlayabilir diye düşünerek izledim filmi. Babası çekip vurabilirdi Sibel’i. Ya da köylüler… Bu topraklarda trajediye alışmışız çünkü. Oysa başka hikayeler de olabileceğini gösteriyor filmin yönetmenleri Çağla Zencirci ve Guillaume Giovanetti. Bir mağduriyet yaratmıyor Sibel’in hikayesinden ve genç bir kadının kimliğini kutluyor. Ve Damla Sönmez başta olmak üzere, filmin tüm oyuncularının gösterdiği sağlam performanslar da bu hikayeyi iyice güçlendiriyor.

Bundan sonrasını anlatmayı filmin oyuncuları Damla Sönmez ve Elit İşcan’a bırakıyoruz. Ekim ayında, festival sırasında Ayvalık’ta buluşmuş ve film hakkında konuşmuştuk. Ayırca buradaki link üzerinden, filmin yönetmenlerinden Çağla Zencirci ile yaptığımız röportajı da okuyabilirsiniz.

“Damla’ya rolü teklif ettiğimizde elimizde henüz senaryo yoktu, beş satırlık bir özetle çıktık karşısına” dedi Çağla Hanım röportajımızda. O beş satırda neler yazıyordu ki seni bu role bağladı?

Damla: Öncelikle Kuşköy’den ve orada ıslık diliyle konuşulduğundan bahsettiler. Sonra da karakteri anlatmaya başladılar. Daha ilk andan, Sibel karakterini çok iyi tanıyormuşum gibi hissettim. Genelde bilinmeyenden korkulur, o korku da nefreti, ötekileştirmeyi de beraberinden getirir. Sibel karakterinden bahsettiklerinde de bunu hissettim; iletişim bariyerleri yüzünden eksik görülen bir karakter bu. Kimsenin yanına yaklaşmak istemediği, lanetli sayılan…

Aslında Sibel bir karakter değil, hepimizin içindeki bir parça gibi geliyor bana. Çünkü pek çok farklı konuda Sibel gibi hissedebiliyoruz. Bazılarımız isyan etmeye cesaret edebiliyor; bazılarımız da edemiyor. Şuramda bir yerde gibi geldi Sibel bana (kalbini işaret ediyor). O yüzden senaryoyu beklemeye başladım. O da ipuçlarından tahmin ettiğim gibi, çok iyi yazılmıştı.

Islık dili konusuna girmeden olmaz: Nasıl bir dildir bu? Ve daha da ilginci, nasıl öğrenilir? Bir enstrüman ya da dil öğrenmeye benzemese gerek…

Damla: Dünyada pek çok yerde var aslında ıslık dili ama Kuşköy’deki çok farklı. Sadece komutlar üzerine kurulu bir dil değil. “Gel”, “git”, “söyle”, “koş”, “et” gibi anlık ifadelerden oluşmuyor sadece. Her heceye denk gelebilecek bir ses var bu dilde. Karşılıklı olarak diyalog kurmaya müsait. Üzerine çok fazla belgesel çekilmiş. Yıllar içerisinde dünya çapında pek çok filmci buraya gelmiş. O yüzden köy halkı çok alışıktı yanlarında kamera olmasına. Hatta bizi de belgesel çekmek için oradayız sandılar. Biz günlerce prova ve hazırlık yaptığımız için anlamadılar ilk anda, “Siz de bir türlü çekemediniz bu filmi” der gibi bakmaya başladılar 🙂

Köy halkı çekim süresince çok yardımcı oldu bize. Çağla ve Guillaume da herhangi bir yerde gösterim yapmadan önce filmi ilk oradakilere izletti, yorumlarını almak için. Köy okulunun bahçesinde bir perde kurup özel gösterim yaptılar. Gelen tepkiler de çok iyiymiş. Biz orada değildik maalesef.

Ama hâlâ iletişim halindeyiz orada edindiğimiz dostlarımızla. Instagram’dan yazışıyoruz bazen. “Ne zaman geliyorsunuz” diye soruyorlar. Annemler bir Karadeniz turu yaptı, oraya da uğradılar. Fidan diye bir arkadaşımız var köyden. “Annenlerle fındık yollayayım mı” diye mesaj attı geçen gün. Bağlarımız kopmadı orasıyla anlayacağınız.

Peki sen nasıl dahil oldun filme Elit?

Elit: Bana önce senaryo geldi, sonra da Çağla ve Guillaume’la tanıştım. Beraber bir film yaratmaları ilgimi çekti ilk başta. Ben de tam o sıralarda, erkek arkadaşımla çektiğimiz bir belgeseli tamamlamak üzereydim.

Senaryoyu da çok sevmiştim; hem ortaya çıkış hikayesi de çok güzeldi. Çağla ve Guillaume’un diğer filmlerinde de çektikleri yerde uzun süre yaşamaları, hikayelerinin karakterlerini tanımaları, onların gerçek hayatlarını kurgusal bir hikayeye dönüştürmeleri çok hoşuma gitmişti. Çağla ve Guillaume’u da yakından tanıyınca, ne olursa olsun bir şekilde bu projenin parçası olmak istediğini söyledin onlara. Sibel’in kardeşi Fatma olarak dahil oldum projeye.. İyi ki de olmuşum!

Orada yaşadığımız deneyim çok farklıydı gerçekten. Karadeniz’in doğası her yerden çok farklı. Kendine ait bir kişiliği var.

Damla: Evet, bir karakteri var ve yaşıyor. Sizinle iyi anlaşmasını bekleyemezsiniz. Siz ona uyum sağlamak zorundasınız.

Elit: Her gün kadınlar, yolları açmak için otları toplayıp çalıları, dalları kesmek zorunda kalıyordu. Doğa gücünü gerçekten hissettiriyor. Sanki bir şey yapmazlarsa o yeşillikler tüm etrafı saracak, biz de içinde kaybolup gidecekmişiz gibi.

Peki ne kadar sürdü çekimler?

Damla: Beş hafta…

Aslında kısa bir süre film çekmek için ama diğer taraftan ekiptekiler için de zorlayıcı olmalı.

Damla: Evet, beş hafta çok kısa bir süre. Keşke daha fazla vaktimiz olsaydı. Bu kadar az vakitte böyle iyi bir iş çıkarmamız, biraz da ekiptekilerin motivasyonu ve inancı sayesinde oldu. Çok zor şartlarda çalıştık ama herkes “ekipçe bunu başaracağız” diye inanarak yaptığı için işini, sonuç da tatmin ediciydi.

Bazı çekimler için gece üç, üç buçuk gibi kahvaltı edip yola çıkmamız gerekti. İlk bir-iki hafta boyunca da 1500-2000 metreye çıkıp indik her gün.

Elit: Herkes gerçekten üzerine düşenden fazlasını yaptı çekim boyunca. Çok cesaretlendiriciydi bunun bir parçası olmak.

Sibel rolü ıslık dili haricinde de zor bir rol. Sahnelerin yüzde doksan beşinde sen varsın. Güçlük çektiğin yerler oldu mu? Rolüne başka nasıl hazırlandın?

Damla: Çok fazla prova yaptık. Çekimler Ağustos’taydı ama biz Haziran’da başladık köye gidip gelmeye. Yerleri gezdik, civarı tanıdık.

Açıkçası ben kendimi biraz şanslı hissediyorum. Genelde oyuncular senaryoya ve nasıl anlatılacağına çok fazla dahil olmaz. Bizse bütün sahneleri tartışıyorduk. Çağla da Guillaume da tüm fikirlere çok açıktılar. Zaman zaman ben ikna ettim onları, bazen de onlar beni… Sahnelerin yerlerine bakmaya bile birlikte gittik. Evet, onlar zamanla azaltmışlardı yer alternatiflerini ama son yerleri toplu olarak gittik gördük. Hangi sahneyi nerede, nasıl çekeriz diye bir arada düşündük. Tartışa tartışa ilerledik.

Bir taraftan askerlik eğitimi gibi bir hazırlıktan geçtim. Ormanda kazıkla koşa koşa yılan öldürdüğüm sahne, Ali’yle kavga edişimiz, tüfekle ateş etme… Tüm bunlar için defalarca çalışmam ve hazırlanmam gerekti.

Evet, tüfeği düşünmemiştim; onun için de bir eğitim aldın değil mi?

Damla: Tabii. Hayatımda daha önce hiç bu kadar fiziksel olarak çalışmamıştım. Her gün egzersiz yapıp çalışmam gerekiyordu. Aksi takdirde kaldıramayacağımı biliyordum.

Mesleğin bu kısmını çok seviyorum. Size yapabileceğinizi ihtimal vermediğiniz şeyleri yaptırabiliyor. Kendinize ait bambaşka güçlerinizi keşfediyorsunuz. “Hmm bunu yapabilirmişim demek” diyerek kendi kendinize şaşırıyorsunuz.

Mesela çekimlerin ilk günlerinde -bu sadece benim için değil, tüm ekip için geçerli- çalı çırpıya takılmayalım diye dikkatli dikkatli yürürken sonra bir baktık, hepimiz ormana alışmışız, bir parçası oluvermişiz.

Elit: Aslında tüm köyün bir parçası olduk sonunda.

Damla: Evet, kesinlikle.

Elit: İkimiz de köyün çok farklı taraflarını yaşayarak oranın bir parçası haline geldik. Damla sürekli ormandaydı. Bense köyde, merkezde; köy halkıyla birlikteydim gün boyu. Onlarla konuşup sohbet ediyordum.

Damla: Ben biraz daha soyutlaşmış durumdaydım ama Elit köyün genç kızlarıyla düğünlere, kına gecelerine gitti 🙂

Sibel_Elit İşçan_Damla Sönmez

İki yönetmenle çalışmak nasıldı sizce peki?

Damla: Ben Deniz Seviyesi’nde de iki yönetmenle çalışmıştım. İki yönetmenle çalışma durumuna alışkın sayılırım aslında. Çağla ile Guillaume da 15 yıldır birlikte çalışıyorlar. Bu 10. filmleri, üçüncü uzun metrajlarıydı. Ve o kadar iyi tamamlıyorlar ki birbirlerini… Gerçekten ne istediklerini çok iyi biliyorlar ve karşılıklı olarak anlıyorlar akıllarından geçenleri. Bir dil birliği yaratıyorlar. Bu da hikayeyi nasıl anlattıklarına da yansıyor elbette. Çok keyifliydi gerçekten.

Elit: İki farklı insan gibi değillerdi zaten. Gerçekten tek bir kafa, tek bir vücut gibiydiler.

Damla: Evet, bir oluşum gibiydiler! 🙂 İkisi de kendi taraflarını, kendilerine düşen işleri çok iyi biliyorlar ve iş bölümü yaparak, iki kişilik bir kolektif gibi ilerliyorlar.

İkiniz de tezat karakterler canlandırıyorsunuz? Nasıl özdeşleştiniz karakterlerinizle? Özellikle Elit, Fatma tahmin ettiğim kadarıyla, sana hiç benzemeyen bir karakter. Kafasının içindekileri nasıl anladın ve benimsedin?

Elit: Köyden genç bir kadınla arkadaş oldum. Adı Fidan. Oradayken en çok onunla vakit geçiriyordum zaten. Boş zamanlarımızda yürüyüşe çıkıyorduk, sohbet ediyorduk. Hâlâ da konuşuyoruz.

Damla: Başta anlattığım, “Sana fındık yollayayım mı” diyen, Fidan 🙂

Bornova Bornova’yı çekerken de benzer bir şekilde ilerlemiştik. İnan (Temelkuran) beni bir hafta erken götürüp kafelere bırakmıştı; “Git, gençleri izle” diye. Bir yerden sonra gözlemlerinizle birlikte detaylardaki farklılıkları anlamaya başlıyorsunuz. Bornova Bornova’ya hazırlanırken konuşma ritimlerimizin şehirden şehre ne kadar değiştiğini fark etmiştim. İstanbul’da mesela “Damla koş, koş, koş” diye hızlı hızlı bağırırken İzmir’de bu “Damla kooooş, kooooş, kooooş” haline geliyor, ritmi yavaşlıyor. Bir de bulaşıcı bir şey bu; etraftakiler nasıl davranıyorsa siz de onu benimsiyorsunuz bir yerden sonra.

İkiniz çok tezat karakterler canlandırıyorsunuz. Ama bu iki karakter de belirli bir noktada, bir kırılma yaşıyor. Mesela Fatma başlangıçta, topluma dair eleştirdiğimiz her şeyin bir tür sembolü gibi davranıyordu ama sonrasında çok farklı bir yönde ilerlemeye başladı. Sibel’i çoğu zaman anlasak da Fatma’yla özdeşleşmek daha güç. Sen role hazırlanırken, Fatma’nın kafasındakileri nasıl benimsedin? Neler hissettiğiyle ne şekilde empati kurdun?

Elit: Ben aslında Sibel ile Fatma’nın deneyimlerinin, hislerinin çok farklı olmadığını düşündüm en başından beri. Sibel köy halkı tarafından dışlanıyor, Fatma da aile içinde. Ailesine karşı sevgisi karşılık bulamıyor. Onun eksikliği veya kıskançlığıyla öyle davranıyor diye düşünüyorum.

Damla: Kendi evinin Sibel’i o da. “Sibel’in bir parçası herkesin içinde” diyerek kastettiğim de o zaten. Konu veya durum farklı olabilir ama hepimizde öyle bir taraf var.

Elit: Evet, Fatma da Sibel’den çok farklı değil. Başka bir yerden gelen bir yalnızlığı var onun da. Zaten bence sonunda da onu fark ediyor ikisi de. Aslında ne kadar benzediklerini, aynı şeye maruz kaldıklarını…

Damla: Sibel kendi gücünü bulup Fatma’ya şefkat gösterdiğinde, Fatma zaten teslim oluyor. Sibel’in dönüşümü Fatma’yı da etkiliyor.

Bunu Çağla Hanım’a da sormuştum, sizin cevabınızı da merak ediyorum. Çok katmanlı bir hikaye anlatılıyor filmde. Semboller üzerinden pek çok konuya değiniliyor. Kadın dayanışması da var, genç bir kadının kendi kimliğini bulma çabası da. Sizce esas olarak anlatılan nedir?

Damla: “Farklı olandan korkmamanız gerek.” Filmle ilgili benim ilk aklıma gelen mesaj bu. Korku merakın önüne geçtiği zaman anlaşmazlıkları, nefreti ve ötekileştirmeyi de beraberinde getiriyor.

Farklılıklarımızla bir arada olmak, bizde olmayan şeyin bir başkasında olması bizi mutlu edeceğine, tehdit altındaymış gibi hissettiriyor. Güzel olabilecek şeyleri de ortadan kaldırıyor. Köy halkının Sibel’i, farklı şekilde iletişim kurduğu için dışlaması; Ali’nin dışarıdan geldiği ve ne yaptığı anlaşılamadığı için hemen yaftalanması… Tam da bunun örnekleri. Sibel kendi kendine o gücü verdiği zaman, “Ben ayrı bir parçası değilim bu köyün” dediği zaman içinde bulunduğu topluluk da onu kabul etmeye başlıyor.

Ayrıca filmde sadece erkeğin kadına, toplumun kadına yaptıkları değil; baba karakteri üzerinden erkeğin maruz kaldığı baskı da anlatılıyor. Her bir bireyi kendi olarak, kendi özellikleriyle kabul etmek üzerine bence bu film. Ama sadece bununla anlatmak da eksik bırakır hikayeyi. Tek bir konu yok çünkü bu filmde. Hayatın kendisi gibi…

Peki sizin günlük hayatınızda en çok hangi anlarda buna benzer hisler içerisinde buluyorsunuz kendinizi?

Elit: Tabii, toplum baskısı, toplumsal cinsiyetin dayatmaları hepimizin hayatında var. Her ne kadar modern diyebileceğimiz, bu konuda bizi serbest davranan çevrelerden gelsek de hepimize belirli roller yükleniyor.

Damla: En üzücüsü, daha hiç bilmeden, tepki almadan, otosansür uygular gibi kendi kendimizi dışladığımız anlar. Olduğumuz, olmak istediğimiz gibi davranamadığımız… İnsan bunları düşününce bir sonraki adımda aşabiliyor aslında, ama o duygu bir şekilde bir yerden çıkıp sizi yine engelleyebiliyor.

Elit: Güçlenen faşizm var öte yandan. Dünyanın her yerinde bu böyle. “Ötekiden korkmak” benimsenmiş bir şey artık. Yaratılmış bir hal, bir korku.

Damla: Teknolojinin ilerlemesi, iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla bir gün hepimiz bir araya gelebilirsek çok güzel olur hakikaten. Bence engellenmeye çalışılan da o buluşma. O eller bir araya gelmesin isteniyor sanki. O eller bir araya gelirse muhteşem şeyler yaratılabilir çünkü.

İkiniz de genç yaşta çok özel işlerde yer almış oyuncularsınız. Damla hatta senin büyük festivallerden ödüllerin de var. Normalde Türkiye’de böyle bir kariyer çok zordur. Siz kariyerinizin yönünü nasıl çizdiniz de bunları başardınız? Projeleri neye göre değerlendiriyorsunuz?

Damla: İki ayrı his yaşıyorum bir projeyi okurken. Tüylerim diken diken oluyor ve çok korkuyorum o okuduğum şeyden. O zaman anlıyorum ki o projede anlamam ve anlatmam gereken bir şey var gerçekten. Senaryoları okurken de etkileyen bir yer, bir detay varsa sesini duymaya başlıyorum. Bazısı görmeye başlar okurken, o sahneyi gözünde canlandırır. Bana da sesi geliyor. O ses geldiği zaman kesin karar veriyorum; yapmak istediğim bir işle karşı karşıyayım.

Bir de hakikaten çok az böyle hikaye var. Kadın hikayesi hele hiç yok. Şanslı hissediyorum kendimi o yüzden. Umarım böyle devam eder.

Elit: Benim için de insanlarla kurduğum ilişki çok önemli. Çağla ve Guillaume’la 10-15 dakikalık bir öngörüşme yapmıştık sadece, ama bir şekilde onların etrafında olmak istedim. Maceranın peşindelerdi çünkü. İnanılmaz özverililer ve ben de onlarla olmaya karar verdim.

Damla: Senin de anlatmak istediğin bir hikayeye dönüşüyor aslında okuduğun şeyler. O zaman “Hah” diyorsun, “Ben de bunu anlatmak istiyorum.”

Sibel_Damla Sönmez

Dizi projeleriniz de var. Ama sanki ikiniz için de sinema daha öncelikli gibi. Bir ayrım yapıyor musunuz, yoksa gelen rollere göre mi değerlendiriyorsunuz?

Damla: Ben hepsinde olmayı çok seviyorum. Hepsi benim işim ama çalışma şartları düşünüldüğü zaman dizi çok farklı. Eline bir oyuncak veriyorlar ama o oyuncakla oynayabilmen için yeterli zamanı tanımıyorlar sana. Oyuncağını alıyorlar elinden ve başka bir şey tutuşturuyorlar gibi.

Sinema daha derli toplu, başı sonu belli. Nereye hareket edebileceğini, manevra alanını biliyorsun. O yüzden daha keyif verici olabiliyor.

Elit: Bir de televizyonda kadınlar için yazılan karakterler genelde hep belirli tiplerde oluyor. Alışılmışın dışına çıkmıyor. Bu da heyecanı kaçırabiliyor bazen.

Damla: Evet. Ya da siz bir karakteri oturtmaya çalışıyorsunuz, çabalıyorsunuz ama sosyal medya mesajlarıyla bile dizideki karakteriniz kafanızda kurguladığınızdan çok farklı bir yere gidebiliyor, değiştirilebiliyor.

Yine eğlenceli. Bir oyunun parçasıyız neticede biz ama yaratmanın içinde tasarlamak da vardır ya; o tasarlama şansınız da elinizden alınıyor bu durumda.

Doğru… Çok farklı dinamikler söz konusu. Peki yakında ne projeler var önünüzde?

Damla: Sonia Nassery Cole ile Afgan-Amerikan yapımı bir film çektik. I Am You adı. O kurguda şu anda, onu bekliyoruz. Oyun olacak yine, 2019 başından itibaren.

Sibel’in zaten yolculuğu devam ediyor. Aralık’a kadar festivallerde olacağız. Chicago, Tokyo ve oradan da Avusturalya var rotada. Gezeceğiz yani bir süre. Farklı yerlerde insanların ne tepkiler verdiğini görmek çok keyifli oluyor.

Elit: Senelerdir tiyatro yapmaktan çok korkardım. Zaten konservatuar mezunu değilim, medya ve görsel sanatlar okudum. Kamera arkasıyla, yönetmenlikle çok ilgiliyim bir taraftan. Ama bu sene Berlinale Talents’a gittim oyuncu olarak ve orada Amerikalı bir oyuncu koçuyla çalışma fırsatım oldu. Bende bazı kırılmalar yarattı bu deneyim. Artık daha çok tiyatro yapmak istiyorum. Hatta Damla’yla konuşuyoruz, birlikte bir şeyler yapabilir miyiz diye.

Başka konularda da fikir alışverişi yapıyoruz. Ben bir kısa film senaryosu yazıyorum mesela, yakında onu göndereceğim Damla’ya. Çeker miyim bilmiyorum ama görmesini istiyorum.

Oo birlikte yapacağınız şeyleri görmek isterim gerçekten. Ne olursa olsun harika olacak belli ki!