Sonsuza dek aynı insanlar olarak kalamayız: And Just Like That dizisine ilk bakış

HBO logosunu görünce kafasında Sex and the City jeneriği çalmaya başlayan herkes için mutlu gün geldi ve And Just Like That dün itibariyle HBO Max’te yayınlanmaya başladı. Bu uzun bekleyişin ardından bizi tek bölümün kesmeyeceğini anlamış olacaklar ki, iki bölümle başlangıcı yapmayı seçmişler. Onlara minnettarız gerçekten, çünkü ilk bölümün bitişiyle diğerini açışımız arasındaki milisaniyedeki üzüntümüz, bir bölüm daha olduğunu hatırlayınca yerini bir rahatlamaya bıraktı. Abarttığımızı düşünüyor olabilirsiniz, galiba biraz abartıyoruz da. Ama 11 yıl sonra yeniden Sex and the City karakterleriyle buluşmak o kadar keyifli ki.

And Just Like That, pandemi gerçeğini de senaryosuna katıyor ve günümüzde, kısıtlamaların daha az olduğu ama herkesin kapanma döneminden çıktığı bir New York’ta açılıyor. Carrie ve Mr. Big çok mutlu ve aşık görünüyorlar. Charlotte’ın kızları büyümüş ve onların ergenlikleriyle başa çıkmaya çalışıyor. Artık sorunun bir parçası olmak istemeyen Miranda ise işini bırakıp insan hakları avukatı olmaya karar vermiş, bu yüzden yüksek lisansa başlıyor. Oğlu Brady de ergenlikten ve gençlik ateşinden muzdarip. Yani herkes aslında bıraktığımız gibi, karakterlerinin olacağını tahmin edeceğimiz yerlerde. Ama bu kez içinde bulundukları dünya bambaşka ve onlar da zamana ayak uydurmak zorunda. Zaten Miranda da bunun ne kadar iyi bir şey olduğunu, sonuçta sonsuza dek aynı insanlar olarak kalamayacaklarını söylüyor. Midemizde kelebeklerle And Just Like That’in ilk iki bölümüne dadanıyoruz. 

Bildiğiniz gibi Sex and the City’e ve tüm versiyonlarına dadanmaya bayılıyoruz. Daha önce dizinin bizde bıraktığı etkilerden ve yeni versiyondan beklentilerimizden bahsetmiştik. Ancak bu ilk bakışın da kalbimizde özel bir yeri var. Michael Patrick King’in yazıp yönettiği ilk iki bölüm beklentilerimizi karşıladı ve ağzımızda çok özlediğimiz Sex and the City tadını bırakmayı başardı. Galiba yeniden çevrimler ve uyarlamalar çağının güzel yönleri de varmış. And Just Like That, orijinal dizinin çok sevdiğimiz ritmine, dinamik senaryosuna, şahane kelime oyunlarına ve hafif karanlık espiri anlayışına sahip. Tabii gözlerimiz hem Samantha’yı, hem de şahane kostümlerini bu kez göremediğimiz Patricia Field’ı aradı maalesef. 

Carrie, Miranda ve Charlotte’ı alışık olduğumuz bir yerde, Manhattan’da bir restoranda masa beklerken buluyoruz. Karşılaştıkları biri hepimizin aklındaki soruyu, Samantha’nın nerede olduğunu soruyor. İş için Londra’ya taşındığını ve Carrie onun basın danışmanlığını yapmasını istemeyince aralarının bozulduğunu öğreniyoruz. Gruptan kimseyle konuşmuyor, mesajlarına ve aramalarına cevap vermiyor. Bu kısım pek de inandırıcı gelmiyor aslında, ama neyse sonuna kadar görelim, öyle karar verelim. Miranda ergen oğlunun cinsel olarak aktif olmasından şikayetçiyken, Charlotte’ın aklındaki en önemli konu kızı Lily’nin piyano resitali. Her zamanki gibi mükemmel bir gece planlıyor ve Carrie’nin resitale katılması için öyle ısrar ediyor ki Big’le tatil planlarını ertelemesine sebep oluyor. Bu arada Big ve Carrie oldukça aşık ve romantik bir hayat sürüyorlar. Plaklar, şaraplar, mutfakta danslar… 

Karakterlerin zamanın ruhuna ayak uydurmaya çalıştıklarını görüyoruz. Carrie hem profesyonel bir Instagram kullanıcısı hem de bir podcast’i var. Zamanında cinsellik hakkında yazdıklarının artık eski kaldığı bir dünyaya adapte olmayı deniyor. Bazen tıkansa da adapte olmuş bile diyebiliriz. Miranda ise değişen politik atmosferde doğru tarafta yer almaya çalışıyor ve sanki bazen o kadar kendini kasıyor ki, hep yanlış şeyleri söylüyor. Bir de galiba bir alkol problemi var, ondan tam emin olamadık. Charlotte ise bu kez mükemmel olma kaygısını tamamen anneliğe kanalize etmiş. Galiba değişmek istemek yetmiyor ve değişim çok da kolay olmuyor. Bu arada karakterler kadar dizinin kendisi de zamanın ruhuna ayak uydurmaya çabalıyor. Fazla beyaz olduğu için yapılan tüm eleştirileri dikkate alıp bu konuya eğilmişler, farklı cinsel yönelimlere ve cinsiyetlere yer veriyorlar. 

Bu kez 50’li yaşlarında izlediğimiz karakterler yaşlanmakla ilgili de konuşuyorlar tabii. Miranda saçını boyamamakta ısrarlıyken Charlotte diğer tarafta. Steve işitme kaybı yaşıyor ve bundan yaşını sorumlu tutuyor. Harry, gençliğinden bir hatırlatma olarak kaykay üzerinde gezmeye çalışıyor. Kendi seks hayatlarını dinlemeye alışık olduğumuz kadınlar bu kez çocuklarının seks hayatları olmasının şokunu yaşıyorlar. Onlar anlattıkça bir zamanlar otuzlu yaşlarda kendilerini ne kadar yaşlı hissettiklerini hatırlayıp gülüyoruz. Onlarla aynı masada oturup bu konuları dinlemek, tekrar bir grup kadının en yakın arkadaşlarıyla her şeyi konuşabildiği ve güvensizliklerinden bahsedebildiği bu güvenli alanda olmak o kadar iyi geliyor ki. Bu arada Stanford ve Anthony de hala birlikteler, sadece çok fazla kavga ediyorlar. Tüm karakterlerimizi Lily’nin resitali için buluştuklarında tamamlamış oluyoruz.

Dizinin en önemli anlarından birinden bahsetmeden edemeyeceğiz. O yüzden bölümleri henüz izlemediyseniz buradan sonrası için bir spoiler uyarısı verelim. 

Carrie, Lily’nin resitalindeyken, belki yaptığı sporun etkisiyle, belki de bambaşka bir sebeple Mr. Big kalp krizi geçiriyor. Carrie onu son dakikalarında yakalıyor, ancak artık maalesef zamanında yetişemiyor ve ilk bölümün sonunda Big yani dağ gibi John James Preston hayata gözlerini yumuyor. Sonrasıysa dev bir şok, cenaze planlaması ve kocaman bir boşluk. Carrie’nin durumla başa çıkma şekli henüz ilk günleri gördüğümüz için sessiz bir şok geçirerek oluyor. Arkadaşları her daim yanında ve o ne yapacağını bilmez bir halde, boşluğa bakıyor. Belli ki dizi, tamamen bu yas sürecine ve Carrie’nin hayatının bir sonraki evresine odaklanacak gibi görünüyor. Tüm fikri ve hikayesi onları Mr. Big’le bir araya getirmek olan bir dizi için oldukça iddialı bir karar. Belki de bu yüzden bambaşka bir isimle geri dönmeyi seçmişlerdir. 

Charlotte kızlarına ölümün de hayatın bir parçası olduğunu ve cenazelerin kaybedilen kişiyle geçirdikleri güzel zamanları kutlamanın ve hatırlamanın bir yöntemi olduğunu anlatıyor. Aslında dizi, hayatın bu yönüne bakmayı seçecek de olabilir. Tüm yas sürecine rağmen hayatı kutlamayı seçecek bir Carrie görebiliriz. Miranda cenazede Big için bir konuşma yapıyor: Ne şanslıyız diye başlıyor, bu şahane insanı tanıdığımız için, onunla yemekler, içkiler ve anlar paylaştığımız için. Onunla geçirdiğimiz zaman ne uzun geliyor, halbuki ne kısa ve tüm bu durum ne kadar üzücü. Ama biz bugünlük ne şanslı olduğumuza odaklanalım diye bitiriyor. Konuşmayı Carrie’nin yazdığını öğreniyoruz. Biz de kusurlara, eksiklere çok takılmayalım ve şimdilik sadece ne kadar şanslı olduğumuza odaklanalım. Ne şanslıyız, yeni bir Sex and the City sezonumuz var!