
Orada bir “server” var uzakta: Çevrimiçi yayın platformlarını izlerken vicdanımız, nefes gibi bırakılan karbon ayak izlerimiz
Karbon ayak izimizi düşünmek attığımız her adımın garipçe bir tüketim olduğunu bize tekrar tekrar hatırlatıyor. Mesela streaming yani çevrimiçi yayın platformlarının başında geçirdiğimiz her saniye; dinlediğimiz her şarkı, izlediğimiz her film ve dizi bize yol, su, elektrik olarak dönmediği gibi arka plandaki data merkezleri ve devasa sunucular üzerinden karbon ayak izi olarak çevreye karışıyor. Evet, oturduğumuz yerden dünyaya ne kadar zarar verebileceğimizi zaten biliyorduk da hayattaki bazı ‘basit’ zevklerimizin yılda yüzde 2.4 karbon emisyonuna sebep olan havacılık sektöründen daha feci sonuçlar yaratabileceğini hiç düşünememiştik. (Ya da düşünmek mi istemedik, ne ettik?)
Şu son iki yılda dinlediğimiz müzikleri, izlediğimiz filmleri salonumuza toplasak muhtemelen sığmazdı. Ama belki de arkadaşlarla değiş tokuş yapardık, kardeşlik kazanırdı… Derdik ama nostalji pazarına pek de gerek yok şifrelerin kardeşçe paylaşıldığı şu zamanlarda. Paylaşmasak üstümüze üstümüze gelecek CD’ler, pikaplar, kasetler ve daha niceleri vicdanımıza sığmayabilir ama kendileri dijital ortamlarda suçluluktan uzak, özgür hayatlarını devam ettirmekteler aslında. Sadece bir CD’den çok bir hayalet gibi, bir evden başka eve uçarak gidiveriyorlar. İşte karşınızda yüzyılın başka büyük icadı “online streaming platformları” yani çevrimiçi içerik akış platformları. Bu platformlar için TV şovları, filmler, müzikler için seçimlere bağlı olarak erişim sağlanabilecek ‘‘eğlence kaynakları’’ da diyebiliriz. Ayrıca oyunlar, sosyal medya, video görüşmeleri gibi tüketici içeriği kanalları da bunlara dahil.
Örneğin, Netflix, Amazon Prime Video, Spotify gibi platformları düşünün. Her biri eğlenceyi ve “seçme şansımızı” çok daha özgür bir hale getirirken hayatın bu kolaylığı bize tükettirdikçe tükettiriyor, hem de ne kadar tükettiğimizi fark ettirmeden. İşte gözden ırak kalpten ırak olur derler. Gözler biriken kutuları görmedikçe ekranlarda bir şeyler görmeye devam ediyor aslında. Peki fark etmediklerimiz bizi ve çevremizi nasıl etkiliyor? Müzik dinlemek, dizi izlemek veya görüntülü konuşma yapmak… Tüm bunların arka planını ne kadar düşünüyoruz? Bu sistemler çok uzaklara baksak da göremediğimiz data merkezlerinde hayatlarımızı konforlu kılmak adına devamlı çalışıyor ve bizim eğlence anlayışımızı da yavaşça değiştiriyor. Ve evet bu seri ‘‘akış’’ta (kelime oyunu yaptık), karbon ayak izimiz de biriktikçe birikiyor. Şimdi bir şarkı açalım, siz okurken arkada kalsın, sonuçlarını ayrıca düşünürüz.
Ah şu biriktirilen CD’ler, kasetler… Yıllara yayılan, kütüphaneleri dolduran koleksiyonlar. Pikap kültürüne girmeyeceğiz bile, o zaten hâlâ kimileri için olduğu yerde durmaya devam ediyor. Ama birçoğumuz artık müzik, film hatta kitap bile toplamayı bıraktık. Onun yerine bırakın bilgisayarı, televizyonu; elimizden eksik olmayan akıllı telefonlarla “pıt pıt” dizilerimizi izliyor, müziklerimizi dinliyoruz. Artık medya tam da dediğimiz gibi avcumuzun içinde hatta bir de dayanamayıp arada “beni izle”, “beni izle” diye bildirim gönderiyor utanmadan. “Yahu işim var” dersen “arkada çalsın” playlist’i atıveren Spotify ve 500T’de gözlerini bir şeye kenetlemeye ihtiyaç duyan gencaverin derdine derman olan çevrimiçi izleme platformları… Hepsi bizim yolcumuz ve yoldaşımız artık. “Azar azar kader bize ne yazar” diye diye Spotify’ın yıllık wrap up’ı çıktığında gülerek kaç saat müzik dinlediğimizi arkadaşlarımıza gösteriyoruz. “Ya ben bu sene 40.000 dakika müzik dinlemişim inanamıyorum ya…” derken karşıdakinin şaşkın ve gülümseyen bakışları bizi bu rekor için en fazla takdir edebilir.
Fakat işte her şey böyle yavaşından geldiği zaman tehlikeye biniyor aslında. ‘‘Tehlike’’ derken tabii ki de kıyamet alametinden bahsetmiyoruz ama fark etmeden yaptıklarımız, her an yeni bir şeyler tüketmemizle bir yerlerde toplanan o görünmeyen plaklar aslında biz gönül rahatlığıyla eğlenelim derken uzakta bir yerden bize el sallıyor, bizse genelde o tarafa bakmıyoruz. Dijital olan her şey elimizdeki bir ya da birkaç aletten ve her yerden ulaşılabildiği için hayat bu konularda çok daha tasasız ve kesinlikle çok daha ucuz hissettirebiliyor (Netflix’te izlediğiniz tüm dizilerin DVD’sini aldığınızı düşünün). Simon Fraser Üniversitesinden profesör Laura Marks bu konuda diyor ki “Yayın akışı, data merkezlerinin, bağlantıların, cihazların devasa altyapısına dayanıyor. Bunların hepsi dünyadaki karbon ayak izinin yüzde 3-4’üne tekabül ediyor.” Bu miktar tabii ki kocaman okyanusu yangın yerine çevirecek kadar korkunç olan doğalgaz ve petrol sektörü gibi değil. Fakat yılda yüzde 2.4 karbon emisyonuna sebep olan havacılık sektöründen kesinlikle daha fazla. Yani oturduğumuz yerden tüm bunlara sebep oluyoruz; sabah keyfimizden, akşam keyfimizden, yani evet, günlük keyfimizden bahsediyoruz. Yayın platformları, sıra sıra güpgüçlü bilgisayar hard disklerinin güzelce dizilmesi olarak görsel hafızamıza yerleştirebileceğimiz ve ‘‘sunucu çiftliği’’ de diyebileceğimiz data merkezleriyle yaşıyor. Bu data merkezleri kendi kendine zaten enerjiye ihtiyaç duyarken bir de üzerine bu cihazların fazla ısınmasını engellemek için soğutucular ekleniyor. Yani başka bir deyişle, bilgisayarın hard diski yerine çok uzaklarda bir yerlerde duran hard diskteki müzikler, diziler internet üstünden bizim bilgisayarımıza iniş yapıyor. Ve sayı burada da bitmiyor aslında, çevrimiçi platformların karbon salınımının da çok hızlı bir şekilde, hem de tüm çabalara ve önlemlere rağmen arttığı söyleniyor. Herkes televizyonlara dönsün; her akşam saat 8’de bir saatlik özet bölümle açılan ve bitmek bilmeyen reklamlarla dolu dizileri izlemeye dönelim demek de artık bu noktadan sonra biraz zor gibi ama izlediklerimiz ve dinlediklerimizi biraz daha düşünceli bir şekilde yaşayarak hissetmek de görünüşteki tek yol gibi görünüyor.
Hangi medya fiziksel muadiliyle ne kadar fark ettiriyor diye şöyle bir baktığımızda en masumunun müzik olduğunu görüyoruz. CD 165 gram karbondioksit salarken plaklar ve kasetler ise 2 kilogramın üzerinde salınım yapıyor. Bunun karşısında bir saatlik müzik dinlemek ise yaklaşık 55 gram karbon salınmasına sebep oluyor. Bir CD ya da plağı şu ömrümüzde kaç kere dinlediğimiz oldukça kişisel, ama bir CD’ye ulaşmak için üç saat, bir plağa ulaşmak için ise 36 saat müzik dinlemek gerekiyor. Bu da zamane Spotify dinleyicileri için çok da ulaşılamayacak bir hedef de değil aslında. Zaten New Statesman’deki bir yazıya göre bir albümü beş saatten fazla dinlerseniz 288 gramlık karbon materyalden ve kutusu olan bir CD’yi üretmiş kadar oluyorsunuz. Netflix, Spotify başta olmak üzere muhtemelen bütün yayın platformlarının birtakım sürdürülebilirlik hedefleri mevcut. 2021’de Netflix’in belirttiğine göre 2022’nin sonunda ve sonrasında her yıl net sıfır sera gazı emisyonuna ulaşacak. Bunu “Net Zero + Nature” isimli planlarıyla yapmayı hedeflerken Bristol Üniversitesi’nden yönetilen DIMPACT isimli karbon ayak izi hesaplama projesine katılmışlar. Katıldıkları bu projenin üstüne bir saatlik Netflix izlemenin 2020’de 100 gram karbondioksitten oldukça az olduğunu öğrenmişler. Eğer sayılar anlamsız geliyorsa şöyle de açıklanabilir: benzinle çalışan bir yolcu aracını 400 metre boyunca sürmek gibi bir değere denk geliyor aslında.
Şu karşılaştırmaları bir kenara bırakıp kendimize çok da vicdan azabı çektirmeden şirketlerin gösterdikleri çabaları da düşünmek gerekir. Öte yandan bu duyduklarımız sadece karbon salınımındaki değişimleri göstermiyor tabii ki de. Yavaş hayatlarımızda sahip olduğumuz birkaç CD’den internet üzerinden her saniye indirilen müziklere ne ara geldiğimizi şöyle dönüp bir düşündürten bir durum aslında. Karbon ayak izimizi düşünmek attığımız her adımın garipçe bir tüketim olduğunu bize tekrar tekrar hatırlatıyor. Evet, yaşıyoruz işte, nefes aldığımız her dakika karbonu biz de salıyoruz etrafımıza ama bir yandan sabah kalkar kalkmaz açılan müzikler ve “n’olacak, akşama gerisini izlerim” diyerek yarım bıraktığımız diziler ve kumar masası gibi kalkamadığımız “feed”ler her şeyi çok daha basit ve kolay tüketilir hale getiriyor aslında. İzlediğimiz her filmin, dinlediğimiz her müziğin kalbimizde yer etmesi umuduyla.