
Umudumuzun yıkılmaz kalesi: Ted Lasso final sezonuyla geri döndü
Son yıllarda kalbimizde taht kuran komedi dizilerinin başında gelen Ted Lasso, 15 Mart’ta yayınlanmaya başlayan üçüncü sezonuyla ekranlara veda etmeye hazırlanıyor. Ve de her vedada olduğu gibi bizi yine derin bir efkar basıyor… Final sezonunda ilk bölümünün izlenme sayısını, geçtiğimiz sezona göre yüzde 59 artıran Apple dizisi, insan ilişkilerini görmeye alışık olmadığımız naiflikle ele alırken çoğu zaman yüzümüze gülücükler kondurmayı başarıyor. Beklenmedik derece hüzünlü biten ikinci sezonun ardından 74. Emmy Ödülleri’nden En İyi Komedi Dizisi de dahil olmak üzere dört ödülle dönen Ted Lasso, 12 bölümden oluşan final sezonunun açılışını da yine şanına yaraşır bir şekilde yapıyor.
Bundan üç sene önce, bir Amerikan futbolu koçunun, AFC Richmond isimli bir futbol takımının antrenörlüğünü üstlenmek üzere İngiltere’ye gelişiyle başlayan Ted Lasso hikayesi, ilk sezonundan itibaren ödül sezonlarının en gözde dizilerinden biri oldu. Dizinin geniş kadrosunda hem yaratım/yazım sürecinde hem de başrollerde yer alan Jason Sudeikis, Brendan Hurt ya da Brett Goldstein’in yanı sıra Hannah Waddingham, Juno Temple, Jeremy Swift gibi isimler yer alıyor. Gerek kadrosunun zenginliği gerekse incelikli senaryosuyla kısa sürede gönlümüzü kaptırdığımız bu muzip dizi; insanlara, hayata, Ted Lasso gibi koçlara ya da iyiliğe olan umudumuzu artırmak için birebir. Çünkü pek hakim olmadığı bir spor dalında koçluk yapmak için alıp başını ta İngiltere’ye giden koçumuzdan öğreneceğimiz çok şey var. Çoğumuzun hayatı gereğinden fazla ciddiye aldığı ve de bu nedenle umutsuzluğa ya da mutsuzluğa sürüklendiği modern dünya düzeninde, Lasso çıkıp içinden geldiği gibi davranıyor, ona kötü davranan birine her sabah kurabiye pişirmekten vazgeçmiyor, aklından geçenleri dile getirirken bir saniye bile şüphe etmiyor ve de etrafındaki herkesi de kendisiyle beraber bu umut dolu serüvene sürüklüyor. Tabii ki koçumuzun da herkes gibi baş edemediği duyguları da oluyor; amansız panik ataklardan ya da kalp kırıklıklarından da payını alıyor. (Bu da evet, pozitiflik dozunun toksiğe kaçmasını engelliyor bir noktada.) Ve dizinin merkezinde her ne kadar Lasso varmış gibi dursa da aslında her bir karakter en az onun kadar seyir zevkimizi artırıyor.
Bolca Ted Lasso neşesi barındıran ilk sezonun ardından, görece daha melankolik devam eden ikinci sezon eleştirmenlerden karışık eleştiriler alarak final yaptı. Çoğunlukla en kederli anlarda bile bizi gülümsetmeye devam etse de artık en coşkulu anlarda da gözlerimizi doldurabiliyordu. Yine de her karakterine gösterdiği özen ile kalbimizdeki yerini sağlamlaştırmaya devam etti. Mesela geçtiğimiz sezon, Rebecca karakteri açısından oldukça önemli bir bölüm olan “No Wedding and a Funeral” bölümünü bu karaktere hayat veren Hannah Waddingham bir röportajında “muazzam” olarak nitelendiriyor.
Waddingham, bu sezona özel olarak En İyi Senaryo ve Yönetmenlik Emmy’lerine aday gösterilen bölüm hakkında şöyle diyor; “Rebecca’nın erkeklerle olan ilişkilerinde neden bu kadar zorlandığını ortaya çıkaran, babasıyla olan toksik ilişkisini sürdürdüğü tüm ilişkilere nasıl yansıttığını gördüğümüz bir bölümdü. Bunu bir bölümde ekrana taşımanın ağırlığını omuzlarımda hissettim ve bunu doğru bir şekilde yapmak istedim.” Ya da Nick Mohommed’in nefis bir şekilde canlandırdığı Nate’in, Juno Temple’ın hepimize sevdirmeyi başardığı Keeley’nin, Brett Goldstein’in homurdanmalarıyla zihnimize kazanan Roy’un da tıpkı Rebecca gibi değişen ve gelişen/gelişemeyen yanlarına tanık olduğumuz özel bölümleri de vardı. Kısacası koçumuzun insanlara olan inancı ve güveni dizinin hamuruna katılmış ve nihayetinde ortaya zevkle dahil olduğumuz bir dizi çıkarmıştı.
Buralar spoiler içerir!
12 bölümden oluşacak üçüncü sezondan beklentilerimiz ise aslında diğer sezonlardan pek de farklı değil; biraz Ted Lasso inancı, biraz Roy dürüstlüğü, biraz Rebecca disiplini, biraz Jamie özgüveni ve biraz da Dani neşesi… Ama daha sezonun ilk bölümünden gördük ki tüm bu saydıklarımızın bu defa dişli bir düşmanı/rakibi olacak; West Ham United yani Rupert ve ekibi. Premier Lig’e zar zor da olsa yükselmeyi başarabilen AFC Richmond ekibini bu ligde daha güçlü rakipler beklerken, karakterlerimizin özel hayatlarında da işler pek yolunda gitmiyor. Lasso, oğluyla geçirdiği tatilin ardından terapilerine geri dönerken; Roy ve Keeley ilişkisi son buluyor, Rebecca ise başarı hırsıyla dolup taşıyor. Nathan, içten içe ait olmadığını bildiği bir yerde kendini kanıtlamaya çalışıyor ve herkes AFC Richmond takımının yeniden ikinci lige düşeceği hakkında atıp tutuyor. Yine de ne olursa olsun Lasso ekibinin arasına yeniden dönmek ve o özlediğimiz absürt sohbetler arasında kaybolmak bize iyi geliyor, yaralarımızı sarıyor.
Dizinin başrolü Jason Sudeikis ise Ted Lasso’ya veda edeceği için en az bizim kadar üzgün olsa da finalin ardından küçük de olsa dördüncü sezon ihtimaline ama devam sezonundan ziyade spin-off ihtimallerine bir kapı aralamayı ihmal etmiyor. Deadline’a konuşan Sudeikis “her zaman bir cameo ihtimali vardır, değil mi?” diyor ve devam ediyor; “Anlatmak istediğimiz, anlatmayı umduğumuz, anlatmayı sevdiğimiz bir hikayenin sonu bu. İnsanların daha fazlasını isteyecekleri ve henüz bilmediklerinden daha fazlasını merak edecekleri gerçeği gurur verici.” Bu habere göre Sudeikis yine Bill Lawrence, Brendan Hunt ve Joe Kelly ekibiyle spin-off’lar hakkında görüşmeler yapmış ve ekibin genel olarak cameo’lara ya da yan dizilere açık olduğu öğrenilmiş.
Tabii büyük ihtimalle bu kararlarını en çok 31 Mayıs’ta yayınlanacak finale gelen tepkiler şekillendirecek. Ted Lasso ve ekibi ayrıca geçen pazartesi günü bir de Beyaz Saray ziyareti gerçekleştirdiler.
Jason Sudeikis yine koçluğunu gösterdi, kürsüye çıktı ve ruh sağlığı konusunun önemi üzerine bir konuşma yaptı. Geçtiğimiz sezondan itibaren başlayan panik atakları nedeniyle terapi almayı seçen ve yardım istemekten çekinmeyen bir Ted Lasso izlediğimiz için dizi ayrıca ruh sağlığı konusunda da önemli farkındalıklar kazandırmayı başardı diyebiliriz. Çünkü Lasso gibi neşe dolu bir insanın bile bazen akıl sağlığı için yardıma ihtiyaç duyması olabilecek en gerçekçi senaryolardan biriydi. Biz de yazımızı Judeikis’in Beyaz Saray’daki güzel konuşmasından alıntılarla bitirelim ve dizimizin yeni bölümlerini iple çekmeye devam edelim; “Söylemesi yapmaktan daha kolay olsa da, yardım istemekten korkmamamız gerektiğini bilmeliyiz. Bu konu, özellikle de insanların olumsuz yaftalamalarına maruz kalabileceğimizi düşündüğümüz için zaman alıyor. Yardım almak, terapi almak, bu konu hakkında birileriyle konuşmak aslında inanın ya da inanmayın, insan olarak hepimizin ortak noktalarından biri. Birbirimize iyi bakmaya yardımcı olmak için hepimizin elimizden gelenin en iyisini yapmamız gerektiğine gerçekten inanıyorum.”