
Taklitler aslını yaşatır mı: The Rehearsal ve realite programlarının etiği
Medya endüstrilerinin, özellikle post-Netlfix süreçte en sık ürettiği, rahatlıkla erişebildiğimiz bir medya ürünü reality TV yani realite programları. Yanlış yönlendirmeleri, etik sorunları ve üstü kapatılan şeffaflık problemleriyle anaakımda en az tartışılan kültür ürünlerinden biri olması tam da bu sebeple realite programlarını cringe olmak için katıldığımız, zararsız bir aktivite olmaktan çıkarıyor. Nathan Fielder’ın empatiyi keşfettiği The Rehearsal’a dadanıyor, bu vesileyle realite programlarının etiğini yeniden keşfediyoruz.
Çoğu bağımlı gibi nasıl ve nerede başladığını bilmesem de bir sorunum olduğunun farkındayım. Hatırladığım ilk itirafımsa şu anda bulunduğunuz sitede, biyografimde yazıyor. Çok daha kötüsü olabilirdi, bunun da farkındayım, ama benim beynimdeki dopamin tuşlarına reality TV basıyor. Komedyen Nathan Fielder’ın beş yıl sonra mağarasından yeni bir realite programı için çıkması, bir pavyon gibi beynimdeki her nöronu ışıl ışıl parlattı.
İlk realite programı Nathan For You, Fielder’ın İşletme mezunu kimliğiyle küçük işletmelere absürt pazarlama fikirleriyle danışmanlık vermesini ele alıyordu. Bir araç tamircisini yalan detektörüne bağlayarak müşterilerine doğru ücretlendirme verdiğini kanıtlamak, bir eve 40 kişilik bir temizlik takımı göndererek 6 dakikada tüm evin temizlenmesini sağlamak, ev taşımayı yeni bir fitness akımı olarak tanıtarak taşıma şirketlerine gönüllü çalışan (!) sağlamak danışmanlarına sunduğu önerilerden bazıları ve hepsi Fielder’ın anti-komedisini anlamak için ipuçları.
Nathan Fielder is a great example of why we need to give weird people multimillion dollar budgets for their bizarre creative projects
— Lolo (@LolOverruled) July 17, 2022
The Rehearsal’da ise katılımcılara yüzleşmekten kaçındıkları durumları önceden prova etmek için bir fırsat sunuluyor, üstelik HBO bütçesiyle. New York’ta bir barda gerçekleşecek yüzleşme için, barın birebir aynısı izleyenlerin zihninde Synecdoche, New York’u uyandıracak bir hangarda inşa ediliyor, sandalyelere aynı çentikler atılıyor, katılımcılara karşılaşabilecekleri her tepki için yanıt verme imkanı sunuluyor ve her muhtemel diyalog bir akış diyagramına kaydediliyor. Katılımcıların yüzleşecekleri kişileri canlandıran oyuncuların, bu kişileri layıkıyla canlandırabilmesi için çaktırmadan tanışmaları sağlanıyor ve mevsim değişimlerini gösterebilmek için evin camları buğulandırılıyor, etrafına kar yağdırılıyor, bahçeye “ekilen” meyve ve sebzeler değiştiriliyor.
@nathanforuspodcast Everybody say: thanks HBO #TheRehearsal #NathanFielder #alligatorlounge #cringecomedy
The Rehearsal’da neler oluyor?
The Rehearsal bir komedi realite programı olarak başlıyor ve gücünü Fielder’ın tuhaf hallerinden, sosyal müşküllüğünden ve bu halinin katılımcılara verdiği güven hissiyatından alıyor. Her realite programında olduğu gibi iskeletinde çetrefilli ve alışılmamış bir önerme var, bunun etrafında bir dünya kuruluyor (gerçekten, üstelik HBO bütçesiyle). Bir de bu dünyayı yöneten, tümseklerini ve düzlüklerini (gerçekten, üstelik HBO bütçesiyle) belirleyen yöneticileri, provokatörleri ya da manipülatörleri var. Realite programı olarak başlayan The Rehearsal, Nathan’ın yapımcı ve yönetmenden katılımcı rolüne geçmesiyle realite programları ve manipülatörün katılımcılar üzerindeki otoritesi üzerine bir sosyal deney ve bir satir haline geliyor.
@hbomax That’s the last time chance makes a fool of Nathan. #TheRehearsal
-Burası biraz spoiler’ımsı!-
Pilot bölümde öğreniyoruz ki ilk katılımcı Kor’la tanışmasını prova eden Fielder, önceki hafta Kor’un evine gaz kaçağı kontrol ekibi göndererek evin her odasını taratmış, gerçek boyutlarla bir maketini inşa etmiş ve kitaplığındaki kitapları öğrenerek sohbet konuları çıkarmış. İlerleyen bölümlerde güç pozisyonunu istismar edip etmediğini ve önermenin çalışıp çalışmadığını deneyimleyebilmek için, kendisini diğer katılımcıların yerine koyduğu yeni oturumlar açıyor, onların işlerinde, evlerinde hayatlarını deneyimliyor ve kendi güç pozisyonuyla ilgili farkındalık geliştiriyor. Empatiyi keşfediyor bir nevi. Bir oturum için tuttuğu oyuncu Fielder için beklenmeyen hisler duyduğunda ve hisleri karşılık bulduğunda, The Rehearsal sosyal deneyi kendini başladığından çok farklı bir noktada buluyor
-Spoiler’ımsı bitti!-
The Rehearsal deli bir dahinin, dev bir bütçe ve sınırsıza yakın özgürlükle geliştirdiği bir metot sayılmaz, benzer teknikler uzun süredir psikoloji alanında kullanılıyor. Psikodrama, kişilerde kaygıya sebep olan durumları gruplar içinde dramatize ederek, kişilerin durumu çeşitli boyutlarıyla kavramalarını amaçlayan bir terapi yöntemi. Zihinsel antrenman, çoğunlukla sporcuların kullandığı bir yöntem ve kişinin, hareketlerini önceden zihninde görselleştirerek fiziksel aşinalık da geliştirdiğine ve bu şekilde performanslarını arttırdığına inanılıyor. The Rehearsal’ın çağrıştırdığı bir diğer teknik de maruz bırakma terapisi, yani bireylerde endişe uyandıran durumların sistemli olarak, kolaydan zora üzerine gidilmesi. Otizm spektrumundaki birçok izleyici, Fielder’ın yöntemlerinin onlara dil ve konuşma terapisinden aşina oldukları rol oynamayı hatırlattığını da söyledi. ‘Benzer’in altını tekrar çizmek isterim, çünkü Fielder’ın bu konuda eğitildiğine ve aynı etik saiklerle yola çıktığını söyleyemeyiz.
-Spoiler’ımsı!-
İlk katılımcı Kor, yüzleşmesini bir bar quiz’i esnasında yaşayacağı ve kötü geçirdiği bir quiz’in onun gecesini mahvedeceğine emin olduğu için, Fielder quiz sorularına önceden erişiyor ve Kor’la çıktıkları bir yürüyüşte cevapları fark ettirmeden Kor’a öğretiyor.
-Spoiler’ımsı bitti!-
Bir başka oturumda katılımcısının provaya dahil olamadığını fark eden Fielder, provadaki aktörle duygusal bağ kurabilmesi için prova dışında (ama provaya dahil) bir oturumda katılımcıyı, aktörün ailesiyle (aktör aileyle) tanıştırıyor. Katılımcıların provalarda yaşananların ne kadarına rıza gösterdikleri, ne kadarının farkında oldukları ve programda yer almaya rıza göstermemiş kişilerin manipülasyonu The Rehearsal yön değiştikçe anlam kazanıyor ve programın teması haline geliyor. Bu kukla ustası yaklaşımı ve önermeyi doğrulamak için katılımcıların duygudurumunu manipüle etme realite programları için alışılmış bir yaklaşım, ama her zaman The Rehearsal’daki kadar şeffaf değil.
@notoliverstone i love every project this man touches #nathanfielder #nathanforyou #therehearsal #comedy #sketch
Realite programlarının ince çizgisi
Reality TV oldukça geniş bir spektrum, altında sabah programları (Müge Anlı), yarışmalar (Popstar), belgesel nitelikli programlar (Ağır Yaşamlar) ve sosyal deneyler (BBG) var. Mutfağıysa kurgularınkinden daha doğaçlama değil. Türün ima ettiği gerçeklikle tek bağı, tanışmamız muhtemel, fani insanları konu etmesi. Katılımcıların kendilerini ifade şekilleri, davranışları, karşılaştıkları zorluklar çoğu zaman izlenebilirlik filtresinden geçiriliyor ve katılımcılar yüksek dozlu, karikatürize versiyonlarını oynamaya teşvik ediliyor. Bu katılımcılar, bize vadedilen önerme çevresinde kurulmuş, yaşadığımız dünyaya benzer bir evrene hapsediliyor, bu önermelere uygun kurallar koyuluyor ve kurgusal sorunlarla provoke edilen davranışları ekran süresiyle ödüllendiriliyor. Katılımcıların kendilerini ifade şekilleri, davranışları, karşılaştıkları zorluklar çoğu zaman izlenebilirlik filtresinden geçiriliyor ve katılımcılar yüksek dozlu, karikatürize versiyonlarını oynamaya teşvik ediliyor. Bir realite programının başarısıysa katılımcıları ne kadar zorladıklarına ve endişelendirebildiklerine bağlı. Dayatılan zorluklar ve alevlendirilen tartışmalar çoğu zaman izleyicilerin günlük hayatta karşılaşabileceği durumların oyunlaştırılmış, sembolik türevleri. Bu açıdan realite programlarını kontrolsüz, steroid’lenmiş birer sosyal deney olarak düşünebiliriz. Ama sosyal deneylerin seyircisini eğlemek gibi bir yükümlülüğü yokken, reality TV’nin pratikte tek yükümlülüğü bu.
Alışkın olduğumuz celebrity’ler bu yola baş koymuş, “şöhret basamaklarını adım adım tırmanan” kişiler ve bu şekilde yaşamayı adım adım deneyimleyebiliyorlar, trak geldiğinde bırakma hakkına sahipler, sosyal medya kullanımlarıyla yarattıkları algı üzerinde daha büyük söz hakları var ve özel hayatlarının ne kadarından feragat edeceklerini kendileri belirleyebiliyorlar, ne kadar az feda ederlerse gözümüzde o kadar az var oluyorlar ama seçme hakkına sahipler. Realite programları büyük oranda katılımcıların kontrolü veya söz hakkı olmadan kurgulanıyor, çoğu zaman program sürecinde telefonlarına ve yakınlarına erişim hakları olmuyor; programın onlar için kurguladığı evreni terk ederken kendilerini neyin beklediği, yapımcıların onlara biçtiği roller ve kamuoyuna daha önce deneyimlemedikleri ölçekte maruz kaldıklarında nasıl baş edecekleri hakkında fikirleri olmadan aramıza dönüyorlar. Programlara katılmadan önce terk ettikleri dünya birebir aynı ama onlar kendilerine reality editörleri ve yapımcıları tarafından biçilmiş yeni kimliklerine alışmakla yükümlüler. Yetenekleri ve çabalarıyla tanınan ünlülerin hayatlarını aynı şekilde sürdürebilmeleri için kariyerlerini önde, özel hayatlarını arka planda tutmak bir seçenek, ama karakterleri ve dramatize tepkileriyle tanıdığımız kişiler için bu mümkün değil.
-Tetikleyici içerik uyarısı!-
Son yıllarda yaşananlar yapımların, katılımcıların program sonrasındaki bu süreç için sorumluluk kabul etmediğini gösteriyor. Yakın tarihin en sık konuşulan realite programlarından Love Island’ın iki yarışmacısı ve sunucusu intihar etti. Yarışmacılardan Zara Holland, Britanya Güzellik Kraliçesi tacını yarışmada uygunsuz anlarının yayınlanması sonucu kaybetti ve olayın üzerinden beş yıl geçmesine rağmen hâlâ sürtük utandırmaya uğradığını açıkladı. Netflix’te yayınlanan Japon BBG-stili Terrace House, aslında katılımcılara sunduğu sosyal hayat, seyahat özgürlüğü ve dramatize edilmeyen kurgusuyla reality’yi köklerine döndürüyor gibiydi, başka yaşamlara olan tekinsiz merakımızı dindirmenin etik bir yolu olmasıyla övüldü. Programın beşinci sezonu devam ederken katılımcı Hana Kimura, bir başka katılımcıyla girdiği tartışmanın ardından hayatını sonlandırdı. Bu olaylarda yarışmacıların ekrana yansıyan kişilikleri online zorbalık ve tacizin ortak konusuydu.
Love Island, kayıplardan sonra katılımcılarına 24 saat psikolojik destek, çekim esnasında ve ardından düzenli mental sağlık kontrolleri, casting sürecinde programın hayatlarında yaratacağı değişiklikler; program bitiminde şöhret ve finans yönetimi, sosyal medya ve online zorbalık ve taciz üzerine eğitimler sağlayacağını ve yarışmacılara günde en fazla 1 birim alkol sınırlandırması getirdiklerini açıkladı. Reality TV ne yapıyorsa bizler, izleyiciler için yapıyor görünüşe göre, ama seyircilerine olan sorumluluklarının da farkında değiller gibi.
”Reality TV bir sosyal çürüme müzesi”
Platon’dan Oscar Wilde’a, Derrida’dan Lana del Rey’e farklı açılarıyla tartışıldı, zaman zaman meme’lendi ve günümüzü şenlendirdi. Hayatın sanatı taklit etmesi (anti-mimesis), ya da tam tersi, reality TV’nin dahil olmasıyla içinden çıkılamayacak bir tartışma haline geldi. Baudrillard’a göre kültür üretiminin içinde bulunduğumuz post-modern döneminde sanat ve hayatı birbirinden ayırt etmek mümkün değil. Bir duvar izlemediğimiz sürece bir kültür ürünüyle karşılaşıyoruz, hayatımızın her alanına nüfuz ettiler. Aynı sebepten ötürü o kadar çok kültür ürünü mevcut ki, birinin diğerine atıfta bulunması, ya da diğerini kopyalaması oldukça muhtemel. Kısacası sanat, hayatı taklit eden sanatı taklit eden sanatı taklit eden sanatı taklit eden sanatı taklit eden sanatı taklit eden (…) sanatı taklit ediyor. Platon, tam da bu sebepten sanatın hayatı taklit etmesine karşı çıkıyordu, dünyayı her ifade ettiğimizde gerçekliğinden bir şeyler kaybettiğimiz için. Kaynağı gerçek hayat da olsa, sayısız defa yeniden üretildiği için formülleşen, kökeni olan gerçek dünyadan ayrılan, kendi kendine varlığını sürdüren gerçeklik temsillerine simulacra diyoruz. Reality TV’nin çıkış noktası da bu aslında, bize sunduğu gerçekdışı önermeler uzaktan da olsa dünyalı, aşina olduğumuz zorlukların, eğlence amaçlı metaforlaştırılmış, dramatize edilmiş halleri. Sanatı ve hayatı, reality programlarını ve gerçeği ayırt edemiyor oluşumuz bu yüzden büyük bir etik sorunu, çünkü insanlığı en dramatik, belki en heyecanlı ve en abartılı halleriyle, biçilmiş yeniden inşa edilmiş görüyoruz. Kendisinden önce gelmiş, kurgulanmış gerçeklikleri baz alan ve onları yeniden üreten bu seyirlik ürün, bize en kurgusuz, en hakiki insanlık olarak dayatılıyor.
Durumların açığa çıkardığı etik problemler, durumlar ortadan kalktığında nadiren çözülüyor. Gary Oldman, “Reality TV bir sosyal çürüme müzesi” der, ama bana kalırsa sosyal çürümenin sadece bir semptomu. Fielder, The Rehearsal’da bu endüstriyi olan en şeffaf haliyle ifşa ediyor ve tartışmayı başlatıyor, kasıtlı olup olmadığı muğlak olsa da. Belki biraz taraflı bir görüş, ama The Rehearsal tüm eleştirilere karşın gördüğüm en iyi, en çarpıcı, aklıma geldikçe beni duraklatan kültür ürünlerinden biri. İlgimizin değerli bir kaynak olduğu 21. yüzyılda bizi rahatsız etmeyi de bildin, ekran başına da yapıştırdın, iyi ki varsın Nathan Fielder, ama gözümüz üzerinde.
Nathan Fielder has literally every single one of the powers of the Devil and uses them to do visionary, uncomfortable freak shit instead of unknowable evil
— Yule Penis (@MonkipiQuinn) July 18, 2022