
Sonsuz sevgilerle: Tina Turner (1939-2023)
Müziği, sahne performansı, kendinden geçişi, terleyişi, kayboluşu ve her haliyle yine kendi oluşuyla popüler kültürün zirvedeki isimlerinden biriydi Tina Turner. İnci kolyeleri, bilezikleri, aslan yelesi saçlarıyla efsanevi bir rock’n roll ismiydi. Rock’ın pop müziğe nazaran erkek çoğunluklu bir alan olduğunu düşünecek olursak kadınlar için sahnede güçlü bir ikondu. Kapı dışarı ettiği şiddet faili Ike Turner da bu hikayeye dahil. Tina dile kolay 20 yıllık bir birlikteliğin ardından yoluna başladığı gibi yalnız devam eden bir isim. 2018’de yayınlanan My Love Story adlı otobiyografisinde kilise korosunda başlayan müzikal yolculuğunun Ike ile yollarının kesişmesinin ardından nasıl rayından çıktığını ve hayatının ikiye bölündüğünü görmek mümkün. Michel Obama da aynı dönem yayınlanan otobiyografisi Benim Hikayem’de kendi hayatını iki sekmeye bölen eşiyle, yani Barack ile olan ilişkisini anlatırken Tina Turner’ın kulaklarını çınlatır ve “Neyse ki benimkisi Tina’nın hikayesine benzemedi” der.
Bazen tepki göstermek, esaslı bir duruş sergilemek gerekiyor. Risk almak gerekiyor… Tina Turner’ın durumunda ise bir hayatta kalma mücadelesinden bahsediyoruz. Dergilerin, plak şirketlerinin, medyanın, hatta aynı dönemdeki sanatçıların gerekli sesi asla çıkarmamaları… Tina Turner 2021’de, Ike ile birlikte sahne almaya başlamasından ancak 30 yıl sonra, Rock and Roll Hall of Fame’e ‘‘solo’’ sanatçı olarak dahil edildi. Bravo gerçekten; büyük ilerleme… İki-üç yıl süren bir boşanma davasından sadece sahne adı ve iki araba ile çıkan bir kadın. Ike’nin aşırı şişirilmiş grubunda Turner’ın gerçekten hiç mi emeği olmadı?
Tina Turner 24 Mayıs 2023’te hayata veda etti. Onun ölümü bir sanatçıya ya da kült olmuş şarkılara duyulan hayranlığın ötesinde hisler yaratıyor. LGBTİ+ ve göçmen hakları konusunda inanılmaz çaba göstermiş bir insana dair bir içgörü ve onunla bir tür yakınlık kurma hali söz konusu… ”Kadın sanatçı” kimliğiyle, ne kadar yükseğe çıkarsa çıksın empatiyle bir şeylerin içimizde titremesine sebep oluyor. Adeta ”bizden biri” gibi… Tina Turner’ın ne kadar büyük (kastettiğimiz şey popülaritesi, starlığı asla değil) bir sanatçı olduğuna dair yeni bir takdire duyulan ihtiyaç. Hatırası hep burada. Bu hatırayı sonsuza kadar yazmak mümkün olsa da hata yapmanın, tökezlemenin ya da bir şeyleri eksik bırakmanın -ki her zaman eksik kalır- olasılığı çerçeveyi mümkün olduğunca daraltmayı mecbur kılıyor. Bu nedenle metnin kalan bu kısmı 2021 yapımı, onun hikayesini fevkalade onurlandıran, yönetmenliğini Daniel Lindsay ve T.J. Martin’in yaptığı HBO filmi Tina’dan kesitlerle devam edecek.
Tina, Tina’yı anlatıyor
Özellikle 2015-2016 sonrasında fark etmişsinizdir, pop müzik belgesellerinde bir rönesans yaşanıyor. Bu filmler aslında dönem dönem albüm pazarlama stratejisinin bir parçası olarak hep yapılıyordu. Ancak dijital izleme geleneğinin platformlardaki akışına paralel olarak bu filmler günümüzde artık uzun vadeli bir tanıtım aracı vazifesi görüyor. Her iki taraf da aslında kazanıyor. Müzik belgeselleri -çok sevdiğim bir form olması bir tarafa-, zaten tanıdığımız bir sanatçıya dair her şeyi ya da belirli kesitleri başarılı bir şekilde bir araya getiren hikayelerden oluşuyor. ‘‘Bu hikayeyi zaten biliyorum’’ duygusu ise şu noktada önemini yitiriyor: Bu filmler o sanatçıya dair yeniden iştahımızı kabartabilir ya da ustasının elinde bambaşka detaylara inmesiyle yeni keşif alanları açabilir. Özetle sadece nostalji tramvayı vazifesi görmez 😂 Linda Ronstadt’ın şahane Silk Purse albümüne bir de Linda Ronstadt: The Sound of My Voice belgeselini izledikten sonra bakın mesela. Garip bir şekilde bir şeyler yeniden kıpırdanıyor… (Geldiğimiz noktada hiçbirimiz bir şeylere büsbütün yetişemediğimiz gibi geride kalanları da zaman zaman unutuyoruz. Bu konuda ismini vermeyeceğim bir arkadaşıma hayranım. Çünkü kendisi sahip olduğu fil hafızasıyla detayları çok çabuk bir araya getiriyor 😂 Tina özelinde yaptığımız konuşma bunun en güzel örneğiydi.)
2019 yapımı Tina belgeseli de tam olarak böyle, sizi yeniden uçuracak türden bir iş. Tina dahil olduğu gruplarda yaşadığı şiddeti ilk defa 1981’de People dergisine anlatıyor. Hayatından bir kesiti anlatan What’s Love Got to Do with It (1993) filmi Hollywood için bir kırılma noktası olarak ele alınıyor. Çünkü filmin uyarlandığı I, Tina adlı otobiyografik kitabı o dönem Ike tarafından sayısız şekilde istismar ediliyor. Hatta açılan davalar var. Filme döndüğümüzde iki başrol oyuncusu Angela Bassett ve Laurence Fishburne iki dalda Oscar’a aday gösterilmişlerdi. Bu detayın önemi şöyle: Oyuncularla birlikte hikayeye ve derdine olan merak ve kayıtsız kalmama hali gündeme geliyor. Tina’nın nasıl yoktan var olduğu, yükseldiği, Ike tarafından keşfedilmesi, ilişkinin içinde tutsak olması ve hayatta kalması…

Angela Bassett – Laurence Fishburne
Bu hikayeyi zaten bildiğimizi düşünerek Tina belgeselini izliyoruz. 70’ler, 80’ler, 90’lar derken bir sanatçının müzikte ve popüler kültürde kapladığı yeri bırakın, insanlar üzerinde ne kadar büyük bir etki yarattığını yeniden görüyoruz. Dans ederken vücudunun her bir parçası ona eşlik ediyor 💜 Patlayan bir volkan gibi. Öfke, neşe, hüzün hepsi iç içe geçiyor. Belgesel, Tina’nın 80’lerin sonlarında bir stadyum konserinde Ask Me How I Feel şarkısını söylediği görüntülerle açılıyor. Kabarık saçları, ışıltılı gri mini elbisesinin içindeki öldürücü darbeleri, bir amaçla kasılıp durması, her notaya tek tek bakması, sözleriyle birlikte üzerinden damlayan ter ve aynı zamanda her notaya eşlik eden ‘‘Boşver canım, takılma buna sen’’ havası.
Film stadyumdaki bu açılışın ardından 1957’ye dönüyor; Annie Mae Bullock adlı sessiz, kendinden şüphe duyan 17 yaşında bir kız çocuğunun, Ike Turner’ın Kings of Rhythm’ı ile nasıl takılmaya başladığını anlatıyor izleyiciye. Güzel olduğunu düşünmeyen bir genç kadın. Birçok fotoğrafta oldukça ciddi görünüyor ve 2018 tarihli kitabında, bu süreçle nasıl mücadele ettiğini anlatıyor. Anne ve babasının kelimenin tam anlamıyla onu terk etmesi aslında sanatçının ruhunda iyileşmesi yıllar alan bir yara bırakıyor. Filmin iki yönetmenini de tebrik etmek gerekiyor, duruşları itibariyle. Tina tarafında yer aldıkları için değil; tel üstü bir konuyu bu kadar hassas işledikleri için. Tina’nın Ike ile yükselişinin hikayesi aynı zamanda gizli bir kabus olan harika bir rock’n roll destanı ve Tina’nın yönetmenleri Dan Lindsay ve TJ Martin bu anlamda zengin bir arşivle birlikte geliyorlar. Olağanüstü performans klipleri, ev içi videolar ve canavar Ike ile genç kadının hayatının nasıl bir şey olduğuna şahit olmamızı sağlayan fotoğraflar ekranda beliriyor. Unutulmaz bir görsel ve işitsel kolaj çalışması var. Bazen o kadar gergin bir atmosfer oluyor ki gerçekten izleyici için nefes almak güçleşiyor 😰
Belgeselin ilk yarısı Tina’nın Ike ile ilişkisi üzerinden ilerliyor. Kendine duyduğu güvensizlik duygusu ise belgesel boyunca sık sık karşımıza çıkıyor. Tina’nın tanımladığı haliyle, Ike ile olan ilişkisi güvene dayalı, güzel bir kurtuluş bağı olarak başladı. Anne-babası yerine Ike onun ailesi oldu ve Ike’ın üzerindeki etkisini A Fool in Love gibi erken dönem hitlerini dinlediğimizde görmemiz mümkün.
‘‘Gururlu’’ Tina
Tina, Proud Mary ile Ike’yi yardımcı oyuncu kategorisine taşıdığı bir ivme alınca ilişkilerinin de rengi değişiyor. “Ölüm dolu bir hayat yaşıyordum” diyor. “Ben yoktum.” Ike ve Tina The Tonight Show’a ya da Merv Griffin’e giderler ve Ike’nin bir talk show’da oturup sessizmiş gibi davrandığı bir klip görürüz 😂 Aslında oldukça konuşkan olan bir insan için sus pus sayılır. Işıl ışıl gülümsemesi ve yan bakışıyla, kıvrak zekası işin içine girince Tina’nın zaten bir şey söylemesine gerek kalmıyor 💜 Tina, sahnede olduğu kadar sahne dışında da bir yıldızdı. Ike tam bu sıralarda Tina’nın onları büyütmesini istiyor ama sonrasında kontrolü ele geçirip, Tina’yı aşağı çekmeye çabalıyor. Filmin günahlarından biri turne esnasında -Tina’nın kitabında da sıklıkla dile getirdiği- Tina’yı geride bırakmak için oynanan oyunların asla yer bulmaması. Söyleyebileceğimiz tek eleştiri bu olurdu.
2019’da 79 yaşındayken Zürih’te gerçekleşen bir röportajda Tina’nın, büyük bir samimiyetle bahsettiği şey hayat hikayesinin başlı başına dönüştüğü yük. Onu terk ettikten çok sonra bile Ike’nin hayaletiyle savaşmak zorunda kalıyor. Private Dancer’ın büyüsüne çok ufak burada dokunmak gerekiyor. Tina: Aşkın Bununla Ne İlgisi Var (1993) filmi Tina’nın şiddetten kaçması ve kendi içindeki manipülasyonu, kendi değerini yeniden görmesi üzerine bir işti. Ancak filmin diğer keşfi Private Dancer oluyor. Kendini yeniden keşfetmesinin mutlu sonuna dair değil; aynı zamanda neredeyse 10 yıl boyunca içinden geçmek zorunda olduğu tüm çemberlere dair bir şey söylüyor. Boşanma sırasında turneleri iptal ediliyor; Ike imzalı bir süreç. Tina bu sırada her şeyini verip isim hakkını elinde tutuyor. Sıfırlanıyor yani. Vegas’ta kabarelerde ve gece kulüplerinde sahne almaya başlıyor. Ike’yi geride bırakmanın tek yolu onu halka açmaktı. 1979’dan 2000 yılına kadar ona menajerlik yapan Roger Davies bu konuda Tina’yı ikna eden isim oluyor.
Tina neye sahip olduğunun farkındaydı ve istediği şey Rolling Stones gibi pisti geniş alanlarda ilk siyah kadın rock’n roll yıldızı olmaktı. Kariyerinde devrim yaratan şarkı What’s Love Got to Do with It, Tina’nın sevmediği bir şarkıydı. Fazla pop olduğunu düşündü ve öyle düşünmeye de devam etti 💜 Ama kaydında Tina kendini vokallere o kadar çok adıyor ki şarkıyı dönüştürüp, kendinden bir parça haline getiriyor.
Son olarak 1984’te Private Dancer piyasaya sürüldüğünde Tina, erkeklerin egemen olduğu pop dünyasında yaşayan 44 yaşında siyahi bir kadındı. (Capitol Records’a yeni gelen bir yöneticinin onun hakkında söylediklerini duyuyoruz ve bu süreç izleyicinin zaten tahmin ettiği bir şeye dair yeniden ürpertiyor.) Ancak bu dönemde onu sahnede gördüğünüzde neden zafer kazandığını anlıyorsunuz:
“Gerçek ve kalıcı mutluluk, ne olursa olsun parlayabilen, sarsılmaz, umutlu bir ruha sahip olmaktan gelir. Ben bunu başardım ve başkalarının da gerçekten mutlu olmasına yardımcı olmak en büyük dileğim.” – My Love Story, 2018