
Yaşasın durulmayan, meczup tüm kadınlar!
23. İstanbul Tiyatro Festivali, Şahika Tekand ve kurucusu olduğu Studio Oyuncuları tarafından sahnelenen Io ile perdelerini açmıştı. Oyun ayrıca sezon boyunca izleyiciyle buluşmaya devam edecek. Io’yu izledikten sonra, tragedyalarda anlatılmaya dahi değer görülmemiş “meczup” kadın Io’nun hikayesini Şahika Tekand’tan dinledik.
Tragedya ve klasikleri özgün yaklaşımıyla sahneye taşıyan Şahika Tekand, bu kez tragedyası Io aracılığıyla, Olympos ve Zeus’la hesaplaşıyor; anlatılmaya dahi değer bulunmayan Io’nun hikayesini anlatıyor. Io bir geri dönüş hikayesi. Yaşadığı topraklardan haksız yere sürülen Io’nun, kendisine atılan iftiraları haykırmaya kararlı bir şekilde geldiği bir dönüş hikayesi hem de.
Io, Yunan mitolojisinde, nehir tanrısı İnakhos’un kızıdır. Dillere destan güzelliğiyle Zeus’un kalbini çalar. Ancak Io, tanrılar tanrısı Zeus’un aşkına karşılık vermez. Bunu kabullenmeyen Zeus bu kez uykularında rahat bırakmaz Io’yu. Sonunda bu aşka karşı koyamayan Io da artık bu ‘suçun’ bir ortağı olmuştur.
Fakat o da ne? Kocasını bir başkasına kaptırdığını öğrenen Hera intikam planları yapmaya başlar. Bu ‘ahlaksız’ kadın bir an önce cezasını bulmalıdır! Kocasını baştan çıkaran Io lanetlenmeli bu topraklardan gönderilmelidir. Kimsenin aklına Zeus’un da bu işin içinde olduğunu söylemek gelmez. Hoş gelse bile kim dile getirebilir bunu!
Hera’nın gazabına uğrayan Io’nun cezası bellidir. Zeus’u baştan çıkaran bu kadın bir ineğe dönüştürülür ve doğduğu topraklardan uzaklaştırılır. Üstelik tek cezası kendine bela olan keneyle doğduğu topraklardan uzaklaştırılması değildir. Bu ‘günah’ yalnızca Io’ya yüklenmiştir. Daha da kötüsü Io’ya söz hakkı dahi tanınmadan cezası kesilmiş, lanetlenmiş. Zeus gücüne korku katmış; halkını sormaya, sorgulamaya ve hatta hatırlamaya dahi korkutur olmuş.
Bu iftira ve haksızlıkların yükünü taşıyan Io’nun geri dönüşüyle işler değişmeye başlar. Io ilk kez kendisine yüklenen suçları haykıracak, korku duvarlarını yıkacaktır.
“Korksun Zeus, yıkılsın korku duvarları!”
Kendilerine anlatılanı sorgusuz sualsiz kabul eden halk Io’yu görünce ne yapacağını bilemez, korkar. Io ne anlattığını, ne dediğini bilmeyen meczup bir kadındır. Zeus’a karşı gelmek, onu kendi günahına ortak etmek, ne haddinedir bu kadının? “İffetsiz bu kadın bir an önce bu topraklardan gitmeli, yoksa lanetleneceğiz” diye düşünürler.
Daha sonra düzen bekçileri, Tanrı Kratos ve Bia çıkar Io’nun karşısına. İktidarı ve Zeus’u korumak adına Io’yu suçlayıp, korkutmaya çalışırlar. Düzen bozmaya gelmiştir Io, hemen gitmezse herkesin başını belaya sokacaktır. Hermes’in de gelmesiyle işler kızışır. Yüce Zeus’a ‘iftira atan’ bu kadına haddini bildirmek ve susturmak zorundadırlar artık. Fakat Io’nun korkacak ya da kaybedecek bir şeyi yoktur. Yalnızca gerçeklerin ortaya çıkmasını ister.
Cesareti halkı şaşırtır, “Nasıl korkmuyor” diye şaşırırlar, onun gücünü haklılığından alan cesaretinden habersiz bir şekilde.
“Olabilir mi, böyle bir şey? Hem olsa bile sorgulanabilir mi yüce Zeus’un yaptıkları?”
İçine şüphe düşen halk çekingen tavırlarla da olsa ses çıkarmaya başlar. En azından artık sormaya başlamışlardır, ama bunu dile getirmeye cesaretleri hâlâ yoktur. Herkesi hareketlendiren bu değişim güçlüleri tedirgin etmeye başlar. Tanrılardan bile akıllı olan Prometheus’un devreye girmesiyle artık geri dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Nihayet Prometheus’un ağzından o sihirli sözcükler dökülür: “Zeus korkuyor!”
Mitolojiyi başka bir ele alışla okuyan oyun; ataerkil dünya düzenini, hafızasını ve sorgulama yetisini terk eden bugünün insanını konu alıyor. Io’nun geri dönüş hikayesi gücünü haklılığından alan bir başkaldırı ve cesareti hepimize ilham veriyor. Zeus üzerinden temsil edilen iktidar sahiplerine, ataerkil düzene karşı gelerek, haykırıyor: “Yıkılsın korku ve yalanlar üzerine kurulu tüm düzenler, korksun Zeus. Yaşasın durulmayan, meczup tüm kadınlar!”
Tekand’ı Io rolünde izlediğimiz oyunda, Yiğit Özşener Prometheus’a hayat verirken, Deniz Karaoğlu Kratos; Gizem Bilgen; Bia ve Gökhan Küçük de Hermes rolüyle sahnede. Oyunun dikkat çeken diğer kısmı ise izlerken hepimizin kendinden bir şeyler bulduğu koro. Tekand’ın alametifarıkası ışık kullanımı için, “Hem sahnedeki hareketin hem de bu sahnelemenin temelinde yer alan ‘oyun’(game)un yöneticisi olarak yeniden sahnedeki yerini aldı” diyor.
Io’yu yazarı, yönetmeni ve başrolündeki Şahika Tekand’tan dinliyoruz.
23. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Io oyununu açılış oyunu olarak izledik. Oyunu bir de sizden dinlemek istiyoruz, neler bekliyor oyunu henüz izlememiş olan seyirciyi?
Doğruyu söylemek gerekirse İo’yu bir tragedya olarak kaleme almama rağmen bu oyun bende hem bir polisiye hem de aynı zamanda dilin ve hareketin müziğini kullanan bir müzik parçası gibi geliyor. İlk gösterimden sonra gelen tepkiler de seyircilerin de bu tatları aldığını gösterdi ki çağdaş bir tragedyanın seyircide de bu etkiyi yapması beni çok sevindirdi.
Kendinizi bu projenin bir parçası olarak bulmanız nasıl oldu? Hazırlık sürecinizi ve provaları merak ediyoruz. Bu süreçte sizi besleyen ve zorlayan neler oldu?
Avrupa Kültür Başkenti İstanbul 2010 kapsamında, üç ülkenin işbirliğiyle ortaya çıkan Promethiade projesinin bir parçası olarak yazıp yönettiğim ve erkek oyun kişileri ile yürüyen On Adımda Unutmak/Anti-Prometheus oyununun sonunda tek repliklik bir rol olan sahne işçisi bir kadın oyun kişisini sahneye sokmuştum. Bugünkü İo’nun ilk işaretiydi bu rol kişisi. Prometheus miti üzerine çalıştığım ilk günden beri, Aeskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus tragedyasında kısacık bir sahne dışında hiçbir tragedya yazarının konu etmeye değer görmediği İo için bir oyun yazmak istiyordum. Ancak bu yıl olgunlaşıp kendini sahneye taşıdı. Yazma süreci çok zorlu geçtiği gibi prova süreci de çok meşakkatli geçen bir çalışma oldu. Ama doğrusu en azından bizim için her şeye değdi.
Metnin yanı sıra müzik, ışık, ses gibi sahne unsurları da önemli yer tutuyor. Tüm bunları nasıl kurguladınız?
Oyundaki müzik bildiğiniz gibi dilin ve hareketin yarattığı müzik ile gerçekleşiyor. Ben zaten baştan beri ne sahnelersem sahneleyeyim dilin müziğini taşıdığı anlamı ortaya koyacak şekilde değerlendirmeyi ve yarattığım biçimin en önemli unsurlarından biri olarak ele almayı seçtim. Bunun teatral metni, edebi metin olmaktan çıkarıp ‘şimdiki zaman’da gerçekleşen performans metnine tercüme etmenin en doğru yollarından biri olduğunu keşfettiğimden beri dil benim için ‘anlatan’ olmanın yanı sıra ‘yapan’ haline geldi.
Dil her zaman benim için sahnenin asıl sesidir de bir yandan. Hem söyledikleriyle hem suskunluklarıyla… Işıklara gelince, benim oyunlarıma aşina olanların hiç yadırgamayacakları gibi hem sahnedeki hareketin hem de bu sahnelemenin temelinde yer alan ‘oyun’un (game) yöneticisi olarak yeniden sahnedeki yerini aldı. Rol kişileri için kendilerini ifade edecekleri ‘var olma’ anlarını belirlerken, oyuncunun ‘sorumluluk’ alanını belirliyor.
Oyununda sizin ya da başka bir karakterin söylediği, en sevdiğiniz replik nedir?
Benim çok sevdiğim bir sürü replik var ama birini seçecek olursam ‘Ya susamazsam bir daha?’ repliğini sahnede yanı başımda söyledikleri her seferde beni bir kez daha bu oyunun içine davet ediyorlar.
Oyun bitti, perde kapandı, ışıklar açıldı. Oyun nasıl bir etki bıraksın istersiniz; ne düşünelim, ne hissedelim?
‘Ya susamazsam bir daha?’ harika olurdu.
Io ile birlikte aslında hikayesi çok da anlatılmaya ‘değer bulunmamış’, tragedyalarda anlatılmamış mitolojik bir karakteri yakından tanıyoruz. Ataerkil dünya düzenine dair söyleyecekleri var mı?
Adına bir tragedya yazılmaya değer görülmemiş olması dahi bir yaklaşımı ifade ediyor bana. Çünkü bu mitolojik karakterin Zeus’la bir ilişkiye girmiş olmasından ve kadın olarak bu anlamdaki işlevinden başka hiçbir özelliği ile anılmamış bugüne kadar. Cinselliği dışında hiçbir şeyi merak edilmemiş. Sadece onun üzerine bir oyun yazmak dahi bu duruma bir itirazdı benim için. Zeus’la ister gönüllüce ister zorla ilişkiye girmiş olsun İo, bundan çok daha fazlası olarak karşımıza geliyor şimdi. Kafasının içindeki o gri şeyle…
Günümüz seyircisiyle çağdaş bir tragedyayı yeniden yorumlayarak paylaşıyorsunuz. Nasıl hissettiriyor bu durum?
Bırakalım çağdaş tragedyanın kendisini, tragedya kavramının bile unutturulduğu günümüz dünyasında seyircinin bir tragedyadan coştuğunu görmek sadece sahne üzerindeki bir sanatçı olarak değil insan olarak da sevinmemi, umutlanmamı ve yalnız olmadığımı fark etmemi sağlıyor. İnsan başka ne ister?