Zeynep Dilara’nın bize anlatacakları var

Instagram profilinde yer alan kameram cortingen’in başındaki “Idea Holder” lafını görünce dank etti: Zeynep Dilara sürekli bir şeyler yapıyor ve üretmekten besleniyor. Sondan başlıyoruz, biz sorup o anlattıkça da bu düşüncemiz destekleniyor.

Sondan başlayalım: 25 Litre. Nasıl doğdu, nasıl gelişti, nereye gidiyor?

25 Litre, 53 dakikalık tek bir film. 25 Litre’nin yapımcısı Cornerman, Ahmak Bilimi’ni, İklim Meselesi’ni ve daha birçok belgeseli üretmiş, yıllardır da belgesel üreten bir şirket. Geçtiğimiz yaz başladı aslında birlikte çalışma sürecimiz, önce bir tanıtım filmi yaptık. Sonrasında Teknofest’te birlikte çalıştık. Onun arkasından da 25 Litre geldi. Cornerman’in hem kurucusu hem yönetmeni Altuğ (Gültan), 25 Litre’yi birlikte yönetmemizi istedi. Belgeselin şöyle bir güzelliği var, aslında orada biz üç yönetmeniz. Bilimsel gerçeklere dayanarak üretilmesi gereken kısmı Altuğ ve ben yönettik. Bir de kurgusal kısım var, onu da Serdar Dönmez yönetti.

Fox tarafından suyla ilgili bir belgesel yapma fikri geldi, suyun tüketimini eleştirme fikri doğdu. Biz de yaklaşık altı aylık bir araştırma sürecine girdik, belgeselin tamamının bitmesi de sekiz ay kadar sürdü. Su problemi dendiğinde değinilmesi gereken onlarca sorun var aslında ama biz olabildiğinde metropol insanının tüketimine odakladık çünkü günün sonunda araştırmalar bize gösteriyor ki tüketimin en büyük kaynağı insan, özellikle metropol insanı.

Biz, Altuğ, ben ve belgesel tarafının araştırma ekibi bir araya gelip bir yaklaşım senaryosu yazdık. Kurgusal tarafın senaryosunu da Melih Özyılmaz yazdı. Asıl ihtiyacımız olan iş birliği halinde yazabileceğimiz biriydi ve Melih o açıdan çok uyumluydu.

Ben seni Yazabilirsin’le tanıdım ilk olarak şahsen. Orada senaryo üzerine bildiklerini anlatıyorsun. Kısa filmler, belgeseller, YouTube… Birçok şey yapıyorsun ama senin senaryoyla ilişkini de merak ediyorum.

Bugüne kadar bir yerden onay alan tek senaryom, Kültür Bakanlığı’nın onayını alan Birimiz Hepimiz adında uzun metraj bir film senaryosu. 1957’de Türkiye’de açılmış ilk köy kütüphanesinin hikayesini anlatan bir film. Yarı belgesel sayılabilecek bir film, tamamen kurgusal ama çekim teknikleri ve baş karakterin bir belgesel yönetmeni olmasından dolayı çoğu yeri onun gözünden görüyoruz. Hem 2018’i hem de 1957-63 arasındaki süreçleri iç içe geçmiş bir şekilde görüyoruz, hala da üzerine çalışıyorum. Bir gün yeterince hazır olduğumu hissettiğimde o film çekilecek.

Bakanalığa ilk başvurduğumda destek alabileceğimi pek zannetmiyordum. Ortada yapılmış inanılmaz bir şey var: Dört arkadaş bir araya geliyor ve köyde kütüphane açıyor. Bugün ikimiz bir araya gelip Kadıköy’de kütüphane açmak istesek çok zorlanırız. Onlardan örnek alan diğer köyler de kütüphane açmaya başlıyorlar ve 1957-63 arasında sadece Ürgüp’ün köylerinde yedi kütüphane açılmış oluyor. 1963’te Uluslararası İnsanlığa ve Barışa Katkı Ödülü alıyor bu insanlar. Proje onay aldıktan sonra bakanlıktan bana ne zaman çekeceğimi sordular: “En kısa zamanda” hahah.

25 Litre setinden

Peki sence sendeki o yeterliliği ne belirleyecek, neyi bekliyorsun?

Tamamen kişisel bence. “Şu an, bunun sırası değil” diyorum. Senaryoyu yazmaya ilk başladığımda çok heyecanlı ve ateşliydim ama bizim gibi hayalperest insanlar için, bazı gerçekleri hep aklın bir kenarında tutmak gerekiyor.

Bende şöyle bir huy vardı eskiden: Bir işe başladıysam o bitecek. Ama bitmeyen şeyler oldu, onları gözden de çıkaramadım ve sonra dedim ki “Bu bitmeyenleri kabul edip, kenarda bekletip, yarın bitecekleri düşünmek de güzel bir düşünce”. Çünkü sırf bitecek dediğim için bitirdiğim ve sonradan çok pişman olduğum işler oldu. O da işin mevcut potansiyelini tam olarak tanımamaktan kaynaklanıyor. O potansiyeli iyi tartıp doğru anı beklemek… O da ancak işe dışarıdan bakabilince mümkün.

Netflix’te Jim & Andy: The Great Beyond diye bir belgesel var. Orda kariyerini anlatırken sarf ettiği bir cümle var: “Öğrendim ki sevmediğin bir işte de başarısız olabiliyorsun, yani bari sevdiğin şeyi yap. Verilecek bir karar yok ortada.” Tam da çerçeveletip duvara motto olarak asılacak laf…

En azından o başarısızlık anından da keyif alabiliyorsun. Benim hayatımda, başarısız olduğum anları kabul edişimle başladı aslında bir şeyler ilerlemeye. Aslında çok fazla başarısızlık anım var ama onları kabul etmek, onlarla yüzleşmek, insanlarla paylaşmak… Örneğin rezil ettiğim bir kısa filmim var. Senaryosu çok güzel ama uygulanabilirliği neredeyse sıfır olan, buna rağmen gaza gelip çektiğim ama olmayan bir film. Onu yayınladım mesela. “Alın bu senaryosu, bu da film, neden olmadığını görün” dedim izleyenlere. Ben bugün baktığımda nedenlerini görebiliyorum çünkü bence ancak başarısızlığını paylaşan biri sana bir şeyler verebilir.

Vimeo’da “Kimim Ben?” adında bir filmin var. Adanalı Eva’nın hikayesi… Eva’yla nasıl tanıştınız siz? Nasıl kesişti yollarınız?

 

Eva benim iki senedir üstünde çalıştığım bir proje. 25 Litre’nin teklifi bana gelmeden önce ben Eva’yı çekmeye Amerika’ya gidiyordum aslında. Eva’yla birkaç görüşme yaptık, ertelemeye karar verdik. Şimdi fonlarla görüşmelerim devam ediyor, yine bağımsız bir proje ve 45 dakikalık televizyon belgeseli olacak.

Eva çok değişik bir insan. Onun imkanlarına sahip ve kendini onun kadar doğru ifade etmiş birinin elinde çok büyük bir güç var ama o hala sosyal medyasında yaptığı dövmenin dışında pek bir şey ya da özel hayatını paylaşmaz. Bundan iki yıl önce benden bir video çekmemi istemişti, dövme sanatçıları kendilerine videolar yaptırıyorlardı o dönem. Bu sürede aklıma fikirler geldi, o gelip üstüne konuştuğumuzda da iş belgesele döndü. Adana’ya gidip ailesiyle tanıştım, yaşadığı yerleri gezdim ve Vimeo’daki video da öyle çıktı. Eva da şu an acele edip bitirsem tam verim alamayacağım ama potansiyeline güvendiğim için beklediğim projelerden biri mesela. İki yıl önceki Zeynep olsam şimdi Eva’yı çekmiştim ve Vimeo’mda duruyordu.

Karşımıza çıkanlarla nasıl mücadele ettiğimiz çok önemli, Eva hem çok yapıcı ve iyileştirici bir dil kullandı her zaman. Belgeseli yapmamın en büyük sebebi Eva’nın başardıklarını yapmak isteyenleri motive edebilmek.

Yaptığın işle kurduğun bağ gerçekten çok önemli… Yıllar sonra nasıl veya neyle anılmak istediğini hiç düşündün mü?

Ben şuna inanıyorum, bir insanın dilinde ne varsa elinden ne çıkıyorsa ya da aklından ne geçiyorsa, o insan odur. Ben yönetmensem, yazarsam yazdıklarımda da çektiklerimde de gösterdiklerimde de aslında ben varım. Ben orada Eva’nın hikayesini anlatıyorum, kimim ben diyerek Eva’nın kendi hikayesini anlatmasını sağlıyorum insanlara. Ama aslında Eva’da anlatmaya değer gördüğüm her şey benim için de hayati önem taşıyan şeyler. Yaptığım diğer filmlerde de altını çizdiğim, ön plana çıkardığım her şey beni anlatıyor. Dolayısıyla yıllar sonra anılmak istediğim şey, yaptığım filmlerin, belki şarkıların belki yazacağım hikayenin içindeki öğretiler. Elon Musk demiş ki “Aslında insanlık tamamen yapay zekayı beslemek için geldi dünyaya.” Google’da yaptığımız her arama, kullandığımız her uygulama, gittiğimiz her yer aslında bir veriyi beslemek ve onu ortaya çıkarmak için. Görevimiz olduğu noktasında kesinlikle eminim, yıllardan beri hepimiz birbirimize bir şeyler öğrete öğrete büyüdük. Şu an modern dünyada bir şeyler değişti ama değişmeyen şeyler de var: Bir alışveriş için buradayız, aldığımızın karşılığında vermeliyiz. Hepimizin bir öğretisi var, anılmak istediğim de o. “İnandığı şeyler vardı, onları yaydı ve gitti” gibi bir durum var yani.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et