Grevlerin ve de protestoların gölgesinde: 80. Venedik Film Festivali’nden haberler

Bu sene de her zaman olduğu gibi Lido yarımadasında gerçekleşen ve dikkatleri kırmızı halısına çeken Venedik Film Festivali 30 Ağustos’ta başladı. 9 Eylül’e kadar sürecek olan festival de Hollywood’da süren yazar ve oyuncu grevlerinden etkilenmiş durumda. Normal şartlar altında açılışı Luca Guadagnino’nun Zendaya’lı, Josh O’Connor’lu Challangers’ı ile yapmayı planlayan festival, filmin grev sebebiyle çekilmesinden sonra perdesini Edoardo De Angelis’in Comandante’siyle açtı. Ardından Adam Driver’lı Ferrari filmi, Yorgos Lanthimos’un Poor Things’i ve de Priscilla Presley’nin etkileyici biyografisi Priscilla gibi filmlerle vites yükseltse de 80. Venedik Film Festivali şimdilerde bu seneki ışıltısına gölge düşürecek seçimleriyle konuşuluyor. “Cancel kültürü acaba sadece kafamızda kurduğumuz bir şey olabilir mi?” diye soruyor ve Woody Allen’lı, Roman Polanski’li festivale dadanıyoruz.

Bu sene hepimiz için garip bir yıldı. Bu garipliğin hem ülkemizdeki hem de tüm dünyadaki yankıları hâlâ sürüyor. Doğal felaketler, isyanlar, grevler, savaşlar derken gündemin bu alevli hali bir noktada sinema endüstrisini de vuruyor ve Hollywood’u 63 yıldan sonra ilk defa toplu bir greve sürüklüyor. Yazarlar ve oyuncuların sendikaları halen tüm etkinliklerini, işlerini, tanıtımlarını durdurmuş durumda. Dolayısıyla da Hollywood takvimi en iyi ihtimalle birkaç yıl sarkacak gibi duruyor. Avrupa sinemasında ise sektör şimdilik suskun ve bu grevlere katılacağına dair bir belirti göstermedi. Yine de halısını 80. kez seren Venedik Film Festivali de bu toplu grev etkisinden nasibini aldı. Festival şu sıralar o eski güzel günlerini tekrarlama ve özellikle de reklam konusunda birtakım aksaklıklar yaşıyor. En basitinden açılışını fragmanıyla çok konuşulan ve de Zendaya’lı Challangers ile yapsaydı muhtemelen PR etkisini birkaç kat katlardı (malum Zendaya ve kırmızı halı etkisi). Yine de elbette Yorgos Lanthimos, Pablo Larraín, David Fincher, Sofia Coppola gibi isimlerin varlığı bile bizim için büyük bir heyecan kaynağı diyor ve festivalden havadislere geçiyoruz.

Önce birtakım tatlılıklar, güzellikler, övgüler diyelim… Netflix için çektiği kısa filmi The Wonderful Story of Henry Sugar’ıyla Wes Anderson, filmin toplam 37 dakika süren gösteriminin ardından 4 dakika boyunca ayakta alkışlandı. Roald Dahl’ın aynı isimli koleksiyonundan uyarlanan ve de Benedict Cumberbatch, Ralph Fiennes gibi isimleri barındıran filmiyle Anderson ayrıca festivalin bu seneki Onur Ödülü’ne layık görülen ismi oldu. Birçok festivalde olduğu gibi bu festivalin de karizma ihtiyacının büyük bir bölümünü karşılayan Adam Driver da sendikasından izin almış ve Ferrari filmi için Venedik’teydi. Michael Mann’ın yönettiği ve Enzo Ferrari’nin hayatına ışık tutan film yaklaşık 6 dakika boyunca alkışlandı. Driver basın toplantısında grevlerine sahip çıktı ve “neden Neon ve STX International gibi daha küçük dağıtım şirketleri SAG’ın taleplerini karşılayabiliyorken Netflix ve Amazon gibi büyük şirketler karşılayamıyor?” dedi. Penolope Cruz’u da Laura Ferrari rolünde izlediğimiz Ferrari filmine gelen ilk yorumlar ise Mann’in ustalığına rağmen filmin bazı anlarında dağınık olmaya meyilli olduğu yönünde.

Oscar tahminleri arasına ful fors giren Poor Things’e bakalım şimdi de. Ana Yarışma’da yer alan bu Yorgos Lanthimos filmi İskoç yazar Alasdair Gray’in 1992 yılında yayınlanan aynı isimli romanının bir uyarlaması. Kadrosunda Emma Stone, Mark Ruffalo, Willem Dafoe ve Ramy Youssef gibi isimlerin yer aldığı Poor Things fantastik bir kara komedi olarak tanımlanıyor. Film, bir bilim insanı olan Dr. Godwin Baxter’ın genç yaşta intihar eden Bella’yı sıra dışı metotlarla hayata döndürme çabasını anlatıyor. Çoğu eleştirmenden neredeyse tam puan alan bu uyarlamanın Emma Stone’ı da Oscar heykelciğine yaklaştıracağı düşünülüyor.

Festivalin beğenilen bir diğer biyografisi ile Bradley Cooper’ın ellerinden çıkıyor; Maestro. Dünyaca ünlü orkestra şefi Leonard Bernstein’a ve eşi Felicia Montealegre ile olan ilişkisine odaklanan filmde Cooper, Carey Mulligan ile beraber başrolü paylaşıyor. BBC’de alan bu incelemeye göre “filmin cesur yönlerden biri, zaman çizelgesinin birkaç on yıla yayılması ve Cooper’ın tarzını döneme uyacak şekilde ayarlamasıdır.” Yazının devamında ise bir Yahudi olan Bernstein’i canlandıran Cooper’ın protez bir burun taktığı ve bu nedenle eleştirildiği söylense de makyaj ekibinin işini oldukça iyi yapmalarından dolayı bu konunun çok da göze batmadığı(?) söyleniyor. Onun dışında gelen yorumlara bakarsak Cooper ve Mulligan’ın ödül döneminde isimlerini sık sık duyacağız gibi duruyor. Festivalin bir diğer beğenilen filmi olan Priscilla ise bir Sofia Coppola eseri. Geçtiğimiz yıl Baz Luhrmann’ın sükse yapan Elvis filminin ardından belli ki bu yıl da Priscilla Presley’nin biyografisi gündemimizde olacak. Elvis’e Jacob Elordi’nin; Priscilla’ya ise Cailee Spaeny’nin hayat verdiği filmin prömiyerinde Priscilla Presley de bizzat bulunuyordu. Zaten film de esas olarak Priscilla’nın kaleme aldığı Elvis and Me otobiyografisine dayanıyor. Hem Maestro hem de Priscilla’yı 7 dakikalık alkışlarla uğurluyor ve festivalin ışığını çalan olaylara geçiyoruz.

Son birkaç yıldır hayatımızda olan “iptal kültürü”nün varlığıyla dosta güven düşmana korku saldığına inanmayı çok istedik. Aslında adı konmasa da sektörde hep var olan bu kültürün bu defa gerçek istismarcılara etki edeceğine inanmak gibi naif bir düşünce içine girmiştik. Ama görüyoruz ki cancel culture sektör içindeki güçlü erkek istismarcıları durdurma konusunda halen yetersiz kalıyor. Bunun en iyi örneklerine bu seneki Venedik Film Festivali’nde şahit oluyoruz.

Okuma önerisi – Roman Polanski’nin ayakta alkışlandığı törenlerden bugüne: Me Too hareketi tüm sinema alemini silkelemeye devam ediyor

1977 yılında 13 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu gerekçesiyle tutuklanan Roman Polanski hakkında, tecavüzün de bulunduğu altı suçtan dava açılmıştı. Aradaki ilk fırsatta Fransa’ya kaçmasaydı, bugün hâlâ hapiste olabilirdi Polanski. Yüksek yerlerdeki sıkı dostları (Quentin Tarantino’dan Johnny Depp’e, Hollywood’un pek çok büyük ismi Polanski’yi savunmaya devam ediyor) dava kararının açıklanmasına saatler kala Polanski’nin ülkeyi terk etmesine yardımcı olmuştu. Malumunuz, kendisi hâlâ ABD’ye giriş yapamıyor.

O zamandan beri Avrupa’da film çeken Polanski zaman zaman festivaller tarafından da güzelce ağırlanıyor hatta ödüllendiriliyor. Bu törenlerden birinde Adèle Haenel’in salonu inleten tepkisi ve töreni terk edişi halen gözlerimizin önünde. Ve Polanski yıllar sonra yeniden Venedik Film Festivali’nde The Palace filmiyle karşımıza çıkıyor. Luc Besson ise birçok kadın tarafından tecavüzle suçlanan bir başka yönetmen. Filmlerinde yer alan Sand Van Roy tarafından kendisine karşı açılan davada suçu ispat edilemese de Roy’un yanı sıra dokuz kadın tarafından da cinsel tacizle suçlanan bir isim. Besson da festivalde Dogman isimli filmiyle ağırlanıyor. Woody Allen da 1992 yılında evlatlık kızı Dylan Farrow’a tacizde bulunduğuna dair bir soruşturmadan geçmişti. Farrow’un o dönemin en güçlü yönetmenlerden birine karşı açtığı dava araştırılmış ve de bir suç duyurusuyla sonuçlanmamış olsa da herkesçe duyuldu. Hatta HBO 2021 yılında bu konuyla ilgili bir belgesel bile hazırladı. Sektördeki 50. yılına giren Allen da Coup de Chance filmiyle festival programına dahil oldu. Allen Variety’e verdiği röportajda cancel kültürünü ‘aptalca’ bulduğunu ve cancel’lanmanın ne demek olduğunu bilmediğini söylüyor. Allen’ın cancel’lanmanın ne demek olduğunu bilmemesi bile onun hiçbir zaman cancellanmadığının en iyi kanıtı diyebiliriz.

Allen’ın filminin gösteriminden önce ise dışarda bir grup insan bu durumu protesto etti; “Tecavüzcüler Adası” ve de “Polanski aranıyor” gibi pankartlarla tepkilerini gösterdiler. Venedik Film Festivali’nin sanat yönetmeni Alberto Barbera ise Guardian gazetesine verdiği röportajda yönetmenler hakkında sorulan soruya şöyle cevap verdi: “Ben birinin kötü davranışı hakkında hüküm vermesi istenen bir yargıç değilim. Ben bir film eleştirmeniyim, işim onun filmlerinin kalitesini değerlendirmek.” Daha sonra Polanski’nin af dilediğini söyleyen Barbera, Allen ve Besson konusunda ise “adalet karşısında suçsuz oldukları halde, hangi nedenle filmini yasaklayalım? Neden onlara karşı daha katı davranalım? Adalet sistemine güvenmemiz gerekiyor” dedi. Gerek sanat yönetmenin bu açıklamalarıyla gerek programına eklediği yönetmenleri gerekse de grevin gölgesinde geçen tanıtımlarıyla Venedik Film Festivali bu sene çok daha durağan geçiyor diyebiliriz. Tadımız kaçtı evet ama tabii sizi böyle tatsız göndermek de olmaz, yazımızı güzel bir haberle bitirelim: Festivalin Orizzonti bölümünde Selman Nacar’ın Tereddüt Çizgisi ve de Nehir Tuna’dan Yurt filmleri de yer alıyor. Nacar’ın İki Şafak Arasındaki filminden sonra çektiği ikinci uzun metrajlısı Tereddüt Çizgisi prömiyerinden alnının akıyla çıktı, alkışlarla uğurlandı. Yurt filmi de aynı şekilde yabancı basında hayranlıkla bahsedilen yapımlar arasında yerini aldı.