
Modanın altın çağı: 90’ların süper modelleri neden hâlâ bu kadar etkili?
Moda döngüler halinde çalışır, bu nedenle geçmişin unutulmuş trendlerinin mağaza vitrinlerinden dergi kapaklarına, her yerde yeniden ortaya çıkmaya başlamasına kimse şaşırmamalı. Bununla birlikte, bazı trendlerin ömrü onlarca yıla yayılır. Öyle ki; onlarla büyüyen bizler, onların katı kurallarından sıkılırken (onları ilk kez keşfeden) genç nesiller de onların yeniliklerine hayret etmeye başlar.
Hiçbir popüler kültür öğesi, bu paradoksa 90’ların “süper model”inden daha sadık olamaz; elmacık kemikleri kan akıtacak kadar keskin ve neredeyse her daim ‘‘kusursuz’’ görünen, zarif bir kadın figürü. Cindy Crawford, Naomi Campbell ve Kate Moss gibi podyum efsanelerinin ete kemiğe büründürdüğü 90’ların süper modeli nadiren gülümser ve her zaman catwalk yapar. O bir ilham perisidir, hepimizin erişebildiği günümüzün Instagram dönemi modellerinden çok daha ayrıcalıklı bir sanat eseridir.
Bu ayrıcalık tanrısal bir hava yaratır; burada bu kadınları yalnızca onlara tapan, ruhani auralarını koruyan fotoğrafçıların merceklerinden görürüz. Modanın giysiden ziyade onu giyen kadına odaklandığı bir dönemde onlar evrenin merkeziydi. Tüm dergiler ve yayınlar onların tanrısallığına adanmıştı; genellikle çıplak olarak görülüyorlardı ve düzenli yemek yiyen herkesin ulaşamayacağı bir güzellik standardını yansıtıyorlardı.
Sonunda moda dünyası bu kadınlara ve onların kalıplaşmış mükemmelliğine olan takıntısından uzaklaşmaya başladı. Ancak hiçbir zaman popülerliklerini kaybetmediler. Apple TV+’de yayınlanmaya başlayan The Super Models şovu da bunun kanıtı. Bir diğer kanıt mı? Yaşları 14-17 arasında değişen genç kullanıcıların bile moda odaklı hesaplarında kendilerine adadıkları TikTok ve Reels videolarının milyonlara varan izlenme sayıları…
Yeniliğe odaklı bir sektörde nostalji açlığı
Bunu anlamak için, öncesinde biraz süper modellerin tarihini bilmek gerekiyor.
Modayı sonsuza kadar değiştiren şey kuşkusuz ki “görünüm”. Ocak 1990’da Britanya Vogue’u kapağına beş model koydu: Naomi Campbell, Linda Evangelista, Christy Turlington, Tatjana Patitz ve Cindy Crawford. Tarihteki tüm modellerden daha yüksek ücretler talep ederek moda yayınlarının demirbaşları haline geleceklerdi. Kapağın alt başlığında “1990’lar: Sırada Ne Var?” sorusu vardı ve sadece birkaç ay içinde cevap açıktı: Süper modeller.
Bu orijinal süperler (daha sonra Kate Moss da bu gruba dahil oldu) modada bir dönemi tanımladı ve ünlü model çağını başlattı. İnanılmaz derecede göz kamaştırıcı, görünüşleri kadar tabloid şöhretleriyle de tanınan modellerin ilgi çekici satış elemanları olabileceğini öne süren bir arketip oluşturdular. Bugün, bir marka anlaşması yapan herhangi bir influencer (veya pop yıldızı veya aktör) aslında o dönemlerde herhangi bir süper modelin yarattığı standardı sürdürüyor. Yani tarihteki ilk infleuncer’lar oldukları için hâlâ bu kadar etkileri altında olabilir miyiz? Belki de!
Şimdi, Vogue’un kapağının üzerinden 30 küsur yıl geçtikten sonra, moda dünyası -ve belki hepimiz- 90’ların süper modellerine hayran kalmaya devam ediyoruz. 90’ların sonundan bu yana sayısız dergi yeni nesil süper modelleri kutsadı. Amerikan Vogue Eylül 2014 kapağıyla “Instagirls” çağını ilan ederken, Britanya Vogue Nisan 2023’te Paloma Elsesser, Jill Kortleve ve Precious Lee’yi “yeni süperler” olarak taçlandırdı.
Ancak “orijinal” olan her zaman değerini korumaya devam ediyor. Bu yüzden Apple TV+, Campbell, Crawford, Evangelista ve Turlington’un hayatlarını ve kariyerlerini konu alan uzun zamandır beklenen belgesel dizisi The Super Models’i yakın zamanda izleyiciyle buluşturdu.
Orijinal süperlere yönelik nostaljik ilgi zaten milyonlarca takipçili Instagram ve TikTok hesaplarında gözle görülür haldeyken, bu şov ile daha da çarpıcı hale gelecek gibi görünüyor.
Bugün, orijinal süperler tartışmasız her zamankinden daha ünlü ve aktif; Campbell Paris’te bir Off-White şovunda yürüyor, Moss yakın zamanda Marc Jacobs kampanyasında rol alıyor ve Evangelista dergi kapaklarında tek başına görünüyor.
Neden artık “süper model” tanımı yok?
Genç neslin öne çıkan birkaç modeli (Bella, Gigi, Kendall) zaten önceden var olan aile şöhretine sahipler ve modelliklerinin yanı sıra sosyal medyadaki varlıklarıyla da tanınıyorlar. Yine de endüstrideki pek çok yeni girişime rağmen bu isimlere dair yapılan yorumlarda “orijinal süper modeller’’in başarıları hâlâ belirleyici olabiliyor. O dönemlerin kampanya çekimleri, dergi kapakları günümüzün öncelikli ilhamları arasında. Bugünün süper modelleri de o zamanki yıldızların ışıltısı altında.
Her ne kadar 80’li yıllarda bir avuç model marka statüsüne ulaşmış olsa da, süper model heyecanı 90’lı yıllarda zirveye ulaştı. Özellikle pek çok ülkede hızlı bir ekonomik büyüme döneminin ardından bir durgunluk dönemi vardı, bu da yüksek ihtişam açlığını beraberinde getiriyordu. Dönemin alternatif kültürünün ikonik dergisi The Face’te çalışan Richard Benson, ‘ABD’de grunge ve İngiltere’de acid house ile popülerleşen soyunma dönemi’ sonrasında ortaya çıkan süperleri şöyle tanımlıyor: “Giyinmeye geri dönüş oldu; kulüpler biraz daha şık hale geldi, modaya karşı oldukça bilinçli bir takdir oluştu.”
O dönemde özellikle ‘‘teenage’’ çağında olan gençler, büyürken ‘‘cazibeye aç’’ hissettikleri anda bunu dönemin süperlerinde buluyordu. Sonrasında ise çoğu insanın süper model çağının şafağı olarak tanımladığı o an geldi. Yani Campbell, Evangelista, Turlington ve Crawford’un podyumda yürüdüğü Gianni Versace’nin Mart 1991 defilesi! Dönemin süperstarı George Michael’ın da süper model çağında katkısı büyük. İkonik Freedom ‘90! videosu bu “süper çağı”nın en önemli anlarından biri olarak adını tarihe yazdırdı.
90’lı yıllardan önce Twiggy, Beverly Johnson gibi bazı ünlü modeller olsa da, “süperler” farklı bir şeydi. Magazin dergileri onların etrafında arketipler inşa etti ve evlerindeki insanlara gerçek hayatlarının nasıl olduğuna dair baştan çıkarıcı bir bakış açısı sundu. Naomi bir diva olarak biliniyordu ve Linda Evangelista da ‘10 bin dolardan daha az bir ücret için asla yataktan çıkmayacağı’ demeciyle asıl liderleri gibi gözüküyordu. Kate Moss ‘Londra’nın çocuğu’ olarak anılıyordu, Christy Turlington ise sofistike bir figürdü. Crawford’ın ise uzun yıllar sürecek bir Chanel anlaşması için 15 milyon dolar aldığı iddia ediliyordu.
Ayrıca değişen moda ve yayıncılık anlayışı da yaratılan imajda rol oynadı. 80’lerin moda fotoğrafçılığının “klasik ve soğuk” havasının aksine 90’lı yıllarda fotoğrafçılar modelleri daha doğal bir tarzda çekmeyi tercih ediyordu, bu da süperlerin “eğleniyormuş gibi” görünmelerine neden oluyordu. Spice Girls ve Sex and the City’nin yıldızları gibi -10 yılın hayranlık uyandıran nesnelerinden bahsediyoruz- bu modeller, modern kadınların kendilerini birçok yolla ifade edebileceklerini öne sürüyor gibiydi.
Ünlüleri kendi markalarıyla eş anlamlı hale getirmek büyük moda evlerinin çıkarınaydı. The Face dergisinden başka bir editör ise şunları söylüyor: “80’ler tasarımcıların on yılı olarak görülüyordu, ancak aslında tüm büyük moda evlerinin devasa işletmeler haline gelmesi 90’lı yıllara kadar gerçekleşmemişti.”
“Küresel canavarlar bu dönemde ortaya çıkmaya başladı; Calvin Klein veya Dolce & Gabbana’yı Hong Kong’da, New York’ta, Londra’da ve aradaki her şehirde bulabilirdiniz. Bu modaevleri büyük şirketlere dönüşmeye başladıkça, ürünlerini tanıtacak süper modellere ihtiyaç duydular. Podyumunuzda onlardan ne kadar çok varsa, o kadar büyük görürdünüz.”
Yine de şöhret iki ucu keskin bir kılıçtı. 90’ların sonuna gelindiğinde sektörde, süperlerin salt şöhretinin; görünüşte tanıtmak için orada oldukları markaları ve unvanları gölgede bıraktığı duygusu vardı. Daha sonrasında, sonraki 10 yılı domine edecek Gisele Bündchen ya da Carmen Kaas gibi modeller ön plana çıktı; son derece güvenilir olan ancak “aynı türde kültürel yük veya öneme” sahip olmayan modeller. Bu çığır açıcı bir an oldu. Kate Moss’u keşfeden ajans Storm Models yönetiminden Sarah Doukas, 2000’li yıllarda “podyumdaki modellerin çok genel hale geldiğini” söylüyor.
Bu dönemde markalar aynı zamanda “bunun yerine film yıldızlarını satın alabileceklerini” de fark etmeye başladı. Kapağında rutin olarak ünlülere yer veren InStyle dergisinin 90’ların ortasındaki son derece başarılı lansmanı, halkın ünlü içeriklerine yönelik bir iştahı olduğunu kanıtladı. 1999’a gelindiğinde bu, Allure dergisinin editörü Linda Wells’in “Artık modeller kimsenin umurunda değil” açıklamasıyla endüstrinin diktası haline geldi.
Geçtiğimiz 20 yıla bakıldığında, hiçbir model nesli orijinal süper modeller kadar kamuoyunun dikkatini çekmedi; yalnızca ara sıra ortaya çıkan Cara Delevingne veya Karlie Kloss gibi yıldızlar herkesin tanıdığı bir isim haline geldi.
İngiliz Vogue’un Nisan ayındaki “yeni süperler” kapağında da görüldüğü gibi, yeni nesil süperleri damgalama arzusu, modanın ve moda medyasının kültürel gücün bir kaynağı olduğu bir zamana geri dönme arzusunu ifade ediyor. Tabii ki kimse umursamasa da düzenli aralıklarla bir grup modeli “yeni süperler” olarak ortaya çıkarmak; geleneksel basının TikTok ve Instagram influencer’ları dalgasına karşı ‘modadaki otoritesini yeniden teyit etme’ ve kendisini tanımlayıcı bir güç olarak yeniden konumlandırma isteği olarak yorumlanabilir.
Bu influencer’lar, çevrimiçi platformlarını kullanarak, genellikle tartışmalı olan moda eleştirilerinin yanı sıra, bir zamanlar moda dergilerinin ilgi alanı olan stil ve alışveriş rehberlerini de yayınlıyorlar. Bu ekonomide, yeni modeller büyük ölçüde önemsiz kalıyor; yerini kendi içeriklerini yaratan influencer’lar alıyor. Orijinal süper modeller ise modanın mutlu günlerinin örnekleri olarak kutlanıyor ve destekleniyor.
Moda medyasının yeni nesil en iyi modelleri oluşturmak için gösterdiği çabalara rağmen, orijinal neslin katıksız kültürel doygunluğunun yeniden yaratılamayacağı hissi var. Sonuçta artık çok fazla model var; modada imaj yaratma ekonomisi, onu birkaç kişiden oluşan bir gruba sığdıramayacak kadar büyüdü.
Storm model ajansının Doukas’la ortak sahibi olan Simon Chambers şunları söylüyor: “Bir zamanlar markalar, markayı dünya çapında temsil eden ve herkesin bağ kurabileceği bir yüzü seçerdi. Artık sosyal medya, analiz ve pazar segmentasyonu nedeniyle şunu söyleyebiliyorlar: ‘Bütçemizi alıp, her biri müşteri tabanımızdaki farklı müşteri gruplarını temsil eden 30 yüz arasında paylaştıracağız.'”
Dahası, orijinal süperlerden bazıları hâlâ artık az sayıdaki büyük küresel kampanyalarda yer alıyor. Storm’un basın başkanı Paula Karaiskos, bunun “gümüş dolara”, yani artık daha fazla satın alma gücüne sahip olan orijinal nesil süpermodellere aşina olan daha yaşlı tüketicilere hitap etme girişimi olduğunu söylüyor. Bu orijinal süper ürünleri satın alan markalar, 90’lara odaklı TikTok ve Instagram hesapları sayesinde hâlâ bu kadınlara takıntılı olan genç neslin ilgisini çekme avantajına da sahip oluyor.
Tüm bu tarih, bizi sosyal medyadaki Y2K (yani 2000’ler), 90’lar ya da 80’ler nostaljisine olan saplantıyla aynı yere getiriyor. Artık bulunamayan, organik ve büyüleyici bir süreci yeniden yaşama açlığı.
Gerçekçi olmak gerekirse, süper modellerden oluşan bir grubun olduğu bir dünya artık imkansız. Artık gün boyu o kadar çok yüz resmine bakıyoruz ve o kadar “aynı tarzda estetiklere obsesif” doktorlar var ki; birine bakıp şöyle diyebilir miyiz bilmiyorum: ‘Aman Tanrım, daha önce hiç böyle görünen birini görmemiştim!’
Jenerasyonlar boyu süren bir hayranlığın son dımı: Apple TV+’dan The Super Models belgeseli
Süper modelleri sanatsal bir araç gibi düşünmek de mümkün; o sanatı yansıtır, şekillendirir veya ona meydan okurlar. Diyalog kullanmadan karakterleri canlandırırlar ve hikayeler anlatırlar ya da ifadelerinde izleyicinin onlara kişilik yansıtması için yeterli alan bırakırlar.
Washington Post yazarı Robin Givhan, “The Super Models”ın başında modanın dört büyük isimle (Naomi Campbell, Linda Evangelista, Cindy Crawford ve Christy Turlington) tanımlandığı dönemden önce modellerin askılarla eşdeğer olduğunu hatırlatıyor. Onlara manken deniyordu ve birkaç istisna dışında kimse onların isimlerini ya da ne düşündüklerini bilmiyordu. Yönetmenler Roger Ross Williams ve Larissa Bills, bu dörtlünün, güvenilirliklerinin farkına vararak ve kablolu televizyonun kolaylaştırdığı bir popüler kültürel dönüşüm dalgasına ayak uydurarak bunu değiştirdiğini öne sürüyorlar.
The Super Models belgeseli her şeyden önce, bir zamanın ortak hafızasını ve kadınların temsil ettiği gücü ziyaret ediyor. Sonuçta yıllar sonra Naomi, Linda, Cindy ve Christy, kuşaklar boyunca ortalama bir insanın kendilerinden ilk isimleriyle bahsetmesine yetecek kadar aşina hale geldiler. Editoryal başarısını MTV’nin “House of Style” programına ev sahipliği yapmakta kullanan Crawford, Pepsi gibi ulusal markaların yüzü olarak daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşmak için haute couture dünyasından kaçınmaktan ve Playboy için poz vermeyi kabul etmekten bahsediyor.
90’ların başında Calvin Klein’la yaptığı özel sözleşme onu herkesin tanıdığı bir isim haline getiren Turlington, tek bir tasarımcıya bağlı kalarak kaçmasına izin verdiği fırsatların farkına vardığını belirtiyor. Bu arada Evangelista ve Campbell, kazandıkları her zafer için savaşmak zorunda olduğunu ifade ediyor. Taciz dolu ve maddi açıdan yıkıcı evliliklerden kurtulmak, kanser, yanlış estetik prosedürleri ve her alanda olduğu gibi moda sektöründe de kendisini gösteren “ırkçılık”…
Bu detaylar aracılığıyla, bu kadınları eskisinden çok daha iyi tanıdığımızı hissetmeyebiliriz ama en azından “The Super Models” onları geri kalanlarımızdan ayıran yanılsamanın bir kısmını ortadan kaldırıyor. Bir zamanlar kameralar onları muhteşem kılıyordu. Birinin bize insan olduklarını hatırlatması ise harika.