
Başka annelikler mümkün: The Duchess dizisi ve farklı annelik deneyimleri
Komedyen ve oyuncu Katherine Ryan’ın yazıp başrolünü üstlendiği The Duchess‘ın, Phoebe Waller-Bridge’in Fleabag’iyle anılması çok şaşırtıcı değil; ikisi de şimdiye dek gösterilenlerden çok farklı birer kadın hikayesi anlatıyor. Ama iki hikaye de aynı mı? İşte orası tartışılır. The Duchess’ın yolları Fleabag’den ayrılıyor ve bize başka anneliklerin de mümkün olduğunu gösteriyor. The Duchess dizis
Kanadalı komedyen ve oyuncu Katherine Ryan’ın hem yazıp hem de hızını alamayıp baş rolünü üstlendiği The Duchess geçtiğimiz Eylül ayı içerisinde Netflix üzerinden izleyiciyle buluşmuştu. Karakterin adından itibaren aslında pek çok detay Katherine Ryan’ın ‘gerçek’ hayatıyla benzerlikler taşıyor.
Londra’da yaşayan Kanadalı bekar anne Katherine, ekranlarda boy gösterdiği ilk andan itibaren giydiği iddialı kostümleri, pastel renk takımları, taşlı taçları ve tokalarıyla Londra’nın uyumlu ve ağır renkleri içinde, bize farklı bir karakter akışı vereceğini açıkça belli ediyordu. Ryan’ın kostüm seçiminde karaktere görsel bir dil yaratmak istendiği aşikar, zaten kendisi de annelerin sürekli ‘dağılmış’ olarak gösterilmesinden sıkıldığını ‘Çocuklar, annelerin sürekli yorgun olmasına sebep olan ağır bir uyuşturucu değil’ sözleriyle ifade ediyor. Tabiri caizse, lafı gediğine koyan, en yakın arkadaşının deyimiyle ‘sosyopat’ karakterimiz Katherine, içindeki kararsızlığı ve asiliği hayat akışının içine çok güzel yedirmiş; ondan nasibini almış bekar bir anne olarak seyirci karşısına çıkıyor.
Sıra dışı bir aile formatı (Gerçi daha neler gördük ama…)
Bekar bir annenin ‘mücadelesi’ olarak görülen The Duchess’ta hikaye, Katherine ve dokuz yaşındaki kızı Olive’in ortak büyütebilecekleri bir bebek sahibi olma arzularıyla başlıyor. Yıllar önce Katherine’in boy band üyesi sevgilisi Shep (Peaky Blinders starımız Rory Keenan tarafından canlandırılıyor) ile ilişkisinden doğan Olive, mükemmel İngiliz aksanı ve olgunluğuyla (annesinin doğacak bebeğini ‘kardeş’ olarak değil ‘benim bebeğim’ olarak tanımlıyor, siz düşünün), Shep ve Katherine’den beklenmeyecek şekilde ‘kusursuz’ bir çocuk. Katherine’in Kanadalı aksanı bir yana, düzensizliği ve umursamazlığıyla bile kızı Olive’den fersah fersah uzaklarda…
Katherine’in, Olive’i kusursuz olarak nitelendirmesinin en önemli sebebi ise Shep’in ta kendisi aslında. Shep, ebeveynlik konusunda Katherine’e pek fazla yardım etmeyen (şöyle diyelim Shep Olive’in doğum gününden bile bihaber; yani tabii insanlık hali, herkes unutur da utanması da yok bu adamın) ve hâlâ kendini 10 yıl önceki gibi boy band üyesi zanneden ama Olive’i her şeye rağmen sevebilen bir baba olarak karşımıza çıkıyor.
Bir şekilde kızının babasıyla iletişimi sağlamaya çalışan, yeri geldiğinde babası Shep’in hatalarını örtmek için çabalayan ama Shep’in yüzüne bu hataları fazlaca vuran Katherine’in aşktaki seçimi, yıllar sonra bambaşka yerlere savruluyor… Shep’in tam tersi istikamette… Anti-Shep karakteriyle son derece sevecen ve kibar, ideal bir baba Evan (Steen Raskopoulos). Yani öyle olabilirdi. ‘‘Katherine’in aradığı yakışıklı bey işte bu’’ derken biz Katherine adamın suratına kapılar kapıyor. Evan boncuk gözlerle bakarak ‘‘Sadece cumartesileri görüştüğün biri olmak istemiyorum, hayatında daha çok yer edinmek istiyorum’’ diye kıvranırken ‘‘üzülme ya, sen de önemlisin’’ gibisinden tesellilerle adamın omzunu sıvazlamaktan başka bir şey yapmıyor.
Ama bu karmaşık ilişkilerin ardında başka bir sorun var: Katherine çocuk sahibi olmak istiyor. Seçeneklerini önüne diziyor: sperm donörüyle hamile kalmak, efendi Evan’la bir bebek yapmak (bunu aslında seçenek olarak gördüğünü sanmıyorum), evlat edinmek ve Shep’ten hamile kalmak (Ee Olive gibi kusursuz bir çocuk çıkmış sonunda, ama Shep’le olan garip ilişkisi asla bunu mümkün kılmaya yetmiyor). Shep meselesi için Ryan, ‘‘Bazı kadınların eski eşlerinden çocuk yapmayı düşündüklerini duymuştum” şeklinde bir açıklama yapıyor ve ‘‘ex-babadan next baba olur mu’’ sorularını daha da alevlendiriyor. Neticede bir bebek istiyor ve seçenekleri teker teker denemeye koyuluyor.
Peki Katherine hangisini seçiyor?
Evet, bunun cevabı biraz spoiler’a kaçıyor. Biz biraz daha dedikodu yapalım…
Çok iyi bildiğimiz ama ekranda pek göremediğimiz bir annelik
Bazı mecralarda The Duchess dizisi, Fleabag severlerin bayılacağı bir dizi olarak anlatılmış. Bu konuda şüphelerim var.
Katherine Ryan, Phoebe Waller-Bridge gibi hem yazıp hem de oynayan başarılı kadınlardan, ancak ben The Duchess’ın Fleabag ile aynı olduğunu söyleyerek ‘onu seven bunu da sevdi dersem’ Google algoritmasından farkım olmaz diye düşünüyorum. Karakter bakımından kısmi benzerlikler gösteriyor ama aynı keyfi vereceğini söylemek fazla iddialı kaçabilir.
Bunun yanında The Duchess, Fleabag’in ‘annelik’ üzerinden anlatılan bir versiyonu olarak görülmüş, belki buna katılabilirim. Fakat, bana kalırsa The Duchess, Workin’ Moms’la daha eşleşebilir, bende seyir keyfi açısından benzer tatlar bıraktı. Hatta artırıyorum: Kate Foster ve Katherine iyi bir ikili olabilirlerdi… (Kırmızı Oda’daki psikolog hanımın Doğduğu Ev Kaderindir dizisinde konuk oyuncu olması gibi bir birleşmeden bahsetmiyorum elbette.)
Söylemeden de geçmeyelim, The Duchess’ın olay örgüsü Katherine Ryan’ın kendi hikayesinden izler taşıyor, diziye ‘‘yarı otobiyografik’’ dersek yanlış olmaz. Ryan, babası İrlanda’da yaşadığı için zamanının çoğunu İrlanda’ya ziyaret ederek geçirmiş; hatta boyband’lerle orada tanışma fırsatı bulmuş. Bunun yanında Ryan, Kanadalı bekar bir anne. Belki bu ‘annelik’ anlatısının samimiyeti buradan geliyordur, kim bilir… Bunu ‘‘samimiyet’’ olarak yazıyorum ama dizide bu samimiyeti hissedebilmem biraz zaman aldı. Katherine’in Olive’e zorbalık yapan öğrencinin annesini tehdit ediş şekli (kadının kocasına nude attı ablamız), efendi sevgilisi Evan’a olan umursamaz tavrı, arkadaşı Beth’in ‘sosyopat’ kelimesini boşuna kullanmadığının iyi birer kanıtı. Her ne kadar başta Katherine’le arama biraz mesafe koysam da bu anneliği üzerinden değildi. Açık sözlülüğü, empatiden yoksun birtakım fazla abartılmış hareketleriydi (sosyopat çizgisine yaklaştığı zamanlar). Bu noktalarda Ryan’ın karakter derinliğini oluştururken birtakım problemler yaşadığını düşünüyorum. Katherine karakterini canlandırırken bazı noktalarda tıkanmalar ve absürtlükler seyir açısından akışı bozar nitelikteydi. İzlememe engel olmadı, o ayrı…
Katherine’e olan hislerimin samimiyete dönüşmesi ise kendi seramik markası Kiln’em Softly’yi (bu ismi ben bulmuş olmak isterdim) tanıtmak için katıldığı bir televizyon şovunda, etrafındakiler tarafından anneliği üzerinden yargılandığında verdiği tepkiyi gördükten sonra mümkün oldu. Sunucunun Katherine’in ailesini ‘‘uygun’’ bir aile timsalinden çok, ‘‘parçalanmış’’ bir aile olarak tanımlaması ve Katherine’in kendini savunma çabası aslında toplumun farklı annelik deneyimlerinden ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Bunu rahatlıkla söylüyorum, çünkü Ryan’ın benzer bir deneyim yaşadığını biliyorum ve kendisinin bilinçli olarak bu sahneyi göstermek istediğine inanıyorum. Ryan, bir röportajında bekar anne olmak hakkında insanların ima ettiği şeylerden ne kadar utandığından ve üzüldüğünden bahsediyor.
Ryan’ın seks sahneleriyle imtihanı
Çoğu oyuncuya (özellikle de kadın oyunculara) sorulması beklenen, arkasındaki organizasyon süreci merak edilen seks sahneleri için Ryan, bir daha kendi için seks sahnesi yazmayacağını belirtiyor. (Bir Normal People +18’liği beklemiyorduk zaten…) Seks sahnelerinin çekimlerinde kendini çok rahat hissetmediğini ve stand-up yapmak ile aktör olmak arasındaki farkı en çok bu sahnelerde anladığını ekleyerek, seks üzerine şaka yapmanın kolay fakat oynamanın zor olduğunu söylüyor.
The Duchess devam edecek mi?
Katherine Ryan seks sahnelerini hikayelerine bir daha eklemeyebilir ama bu dizinin devamına dair çok şey söylemiyor: Ryan, her ne kadar dizinin ikinci sezonu için kolları sıvamış olsa da Netflix henüz ikinci sezonu onaylamadı. Bir sonraki sezon gelmese de The Duchess, Katherine Ryan’ın mizahı, çizdiği norm dışı annelik hikayesiyle aslında bir sonra gelecek diziler için ilham verici olabilir. Farklı hayatların ve pek tabii anneliklerin anlatılabilmesi için iyi anlatıcılara ihtiyaç var. Bu da ancak çeşitli aidiyetlikleri barındıran senaristler, yazarlarla olabilir. O nedenle The Duchess, diğer kadın odaklı paydaşlar gibi çok kıymetli. Dertleri olan, kadınların ‘gösterilen’ kadınlardan ibaret olmadığını anlatmaya yemin etmiş işlerin değer kazanması, ancak bu konuda fazla üretim yaptıkça mümkün. Çünkü hayatlarından ilham aldığımız filmler ve kitaplar, kadınlara dayatılmış ‘kusursuz’ ve edilgen karakterlerden değil; tam aksine çabalayan, bazen dağılmış, bazen dimdik ayakta ve her zaman pijamalarıyla koltuğun bir köşesinden diğer köşesine yuvarlanan kadınlardan oluşuyor.
The Duchess dizisi The Duchess dizisi The Duchess dizisi