
Güçlü kadın temsilinin yanlış anlaşılması ve ölümsüz bir karakterin sancıları: Sen Bihter’i hatırla
Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu’nun bu kadar ünlü olacağını, böylesine büyük tartışmaların odağındaki bir esere dönüşeceğini biliyor muydu acaba? Romanın ana karakteri Bihter’in hikayesini anlatan yeni bir uyarlama çekileceğini duyduğumda çok sıcak yaklaşmamıştım, itiraf etmeliyim. Ancak bu eleştiri, herhangi bir önyargıdan uzak yazıldı. Üzülerek söylemeliyim ki güçlü kadın karakter temsilini anlamak ve özümsemek için daha çok yol gideceğiz.
Farah Zeynep Abdullah, Boran Kuzum, Helin Kandemir, Hande Ataizi ve Osman Sonant’ı bir araya getiren Bihter geçtiğimiz günlerde Amazon Prime’da yayınlandı. Beğeneni olduğu kadar beğenmeyeni de çok ve ben ikinci gruptayım. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yönetmen koltuğunda oturduğu Bihter, anlatısını dar bir perspektife sıkıştıran yaklaşık iki saatlik teatral bir uyarlama. Senarist Merve Göntem, dramatik yapının sık sık bölündüğü ve hikayede dördüncü duvarın kırıldığı bir yol izliyor. Ancak Göntem, dördüncü duvarı kırmasına ve bizi Bihter’in iç dünyasına davet etmesine rağmen seyirci için karakterle bağ kurmak imkansızlaşıyor. Evet, bu Bihter bildiğimiz Bihter değil. Ama bildiğimiz Bihter, Beren Saat’in canlandırdığı Bihter mi? Yoksa 1975’te Müjde Ar’ın hayat verdiği kadın mı? Bu noktada bir karşılaştırma yapmak doğru olmaz. Hikayenin özünü oluşturan yasak aşk teması, bu defa hikayenin merkezinde değil.
Sen kimsin Bihter?
Bihter ve Behlül arasında cinselliğe dayalı bir ilişki var, ama bunu aşk olarak tanımlamak zor. İkilinin birbirine aşık olduğu seyirciye ısrarla söyleniyor, fakat aşk sürekli kesintiye uğruyor. İlişki, Bihter’in cinsel açlığının bir yanılsamasından ibaret. Daha fazlası değil, çünkü hikaye daha fazlasına müsaade etmiyor. Tabii, bu filmin bir aşk hikayesini anlatmadığı savunulabilir. Ancak Bihter, hiçbir zaman yalnızca Bihter olmadı. Bihter, hayatındaki yardımcı karakterler olmasaydı ne o yolu tek başına yürür ne de Behlül’ün odasına aynı evde Adnan Bey varken girecek cesareti bulabilirdi. Bu anlamda Bihter’in annesi Firdevs Hanım’ın, Bihter’in karakteri üzerindeki etkisinin de yok sayıldığının altını çizmekte fayda var. Firdevs Hanım’ın eşine sadık olmamasının, Bihter’in hayatındaki sonuçları filmde bir kenara itiliyor. Firdevs Hanım’a biçilen kısıtlı kamera zamanı ve diyalog, Bihter’in hikayesindeki öneminin üstünü karalıyor. ”Behlül gelmedi, ben gidip onu aldım”, ”Ne Firdevs’in kızı, ne Adnan Bey’in karısıyım”, ”Bihter’im ben” cümleleri filmin feminist bir bakış açısına sahip olduğunu söylemek isteyenler için yeterli olsa da beni ikna etmiyor.
Güçlü kadın karakter deyince…
Bu uyarlamada Bihter’in Behlül’ü baştan çıkarmış olması, onu özellikle feminist yapmadığı gibi güçlü de kılmıyor. Bihter’in, filmin sonunda Behlül kaçarken herkesle yüzleşmek için yalıda kalması veya kendini öldürmemesi de ona doğrudan bir güç atfetmiyor. Çünkü Bihter, zaten güçlü ve zeki bir karakter. Hep öyleydi. Günahlarını (!) sahiplensin ya da sahiplenmesin, canına kıysın, kıymasın. Karakterin gücü, feminist bir eylem gerçekleştirip gerçekleştirmemesinden kaynaklanmıyor. Bu noktada feminist eylemin ne ve nasıl olduğu da tartışmaya açık. Ancak tam da bu sebeple, bu filmin feminist olmadığını ileri sürmekte sakınca görmüyorum. Hatta film, Hollywood’un Harvey Weinstein sonrası dönemde ‘‘güçlü kadın karakter’’ yaratırken düştüğü yanlışları tekrarlıyor. Bu güçlü kadın karakter temsili; kadının sürekli güçlü olmasını, hikayesinin ana kahramanı olmasını, tek başına her şeyle başa çıkmasını, özgüvenli olmasını da şart koşuyor. Harika, olsun, olalım, olmalıyız da. Ama ya zayıfsak? Ya zayıfsak ve bunu söylemekten çekinmiyorsak? Belki bazılarımız diğerleri kadar özgüvenli değil, kimisinin en büyük hayali birisinin eşi olmak belki. Bu durumda o kadın güçsüz mü oluyor?
Bizi biz yapan seçimlerimizdir
Bihter’de ısrarla vurgulanan ”Kendi hikayemin başrolüyüm” iddiasının samimi gelmemesinin sebebi de bu. Bihter, bunu sürekli tekrarlamak yerine hissettirseydi karakterle kuracağımız bağ çok daha farklı bir yöne çekilebilirdi. Bihter, hiç bilmediği, tanımadığı, yaşça büyük bir erkekle evlenip yeni bir dünyaya girerken güçlüydü. Bihter evliyken bir başkasıyla aşk yaşamaya karar verdiğinde güçlüydü. Bihter, ondan hiç de hazzetmeyen bir annenin sevgisinden mahrum kaldığında da güçlüydü. Bihter’in gücü seçimlerine sahip çıkıp çıkmamasından gelmiyor, aksine o seçimleri daha hikayenin en başında yapmasından kaynaklanıyor.
Sevdik sevdalandık kör düğümle bağlandık
Öte yandan senaryodaki akışın hızında savruluyor, hikayeye odaklanmakta zorluk yaşıyoruz. Sahne geçişleri çok hızlı, senarist seyircinin hikayeyi tanıdığını bildiği için detaylarda boğulmuyor. Ancak hikayeyi hiç tanımayan bir seyirci senaryodaki boşluklarla mücadele etmekte zorlanabilir. Bir sahneden diğerine atlıyor, o iki sahne arasında bir şeyler olduğunu anlıyor ama asla cevabını alamıyoruz. Nihal, bir an için Behlül’le evlenmeye kesinlikle ve katiyen karşı; bir an sonra evlilik kararını açıklıyor. Fakat Nihal’i bu kararı almaya iten sebepleri anlamakta yetersiz kalıyoruz, çünkü açıklanmıyor. Bihter ve Behlül, ne ara aşık oldular, cevap yok. Çünkü yatak dışında birbirleriyle vakit geçirdikleri zaman kısıtlı, ki bu zamanların çoğunda yanlarında başka karakterler var. Bir gecede mi aşık oldular? Yoksa bu gerçek bir aşk değil mi? Ama değilse, neden birbirlerine sevdiklerini söylüyorlar? Bihter’in yalnızca kendisini sevdiği sonucuna mı ulaşmalıyız burada?
İlişkileri seyirciyi ikna etmekten uzak, sığ ve üstünkörü bir bakış açısına kurban oluyor. Halbuki Bihter, o ilişkide yaşadığı aşkın ve tutkunun bir parçası. Bu geçişler, senaryodaki çatırtının da sinyalleri aslında. Karakterin derdi ve anlatmak istediği çok şey var, bunu iki saate sığdırmak mümkün değil. Filmin kuşkusuz övülmeye değer yanı, kostüm ve sahne tasarımı. Dönemin ruhuna uygun, kıyafetler karakterlerin en büyük destekçisi.
Ancak Bihter, Farah Zeynep Abdullah’ın ikna edici performansına rağmen akılda kalıcı bir etki bırakmıyor. Bırakması da gerekmiyor. Bugünden sonra da çekilecek pek çok uyarlamadan biri sadece. Aşk-ı Memnu o sırada Türkiye’deki popüler kültür tarihinin tartışma konusu olmaya devam edecek. Seneler geçse de ölümsüz olanın uyarlamalar değil; Bihter Ziyagil olduğunu hatırlayacağız.