
Bir sonbahar kutlaması: Elazığ’da bağbozumu
Türkiye’nin doğusunda, deniz seviyesinden yüzlerce metre yukarıda, o meşhur iki nehrin hayat verdiği onlarca medeniyeti ağırlamış topraklar üzerindeyiz. Etrafımızda yemyeşil uzanan salkımlar sonbaharın gelişiyle birlikte hafiften veda hazırlıklarına başlamış gibi. E zaten biz de bu ‘veda’ için burada değil miyiz? Tamam, gizemli ve romantik bir şekilde konuşmayı bırakalım ve açıklayalım: Ekim’in bu ilk günlerinde bağ bozumu için Kayra’nın Elazığ’daki bağlarındayız. Bir tarafımızda Öküzgözü, diğer tarafımızda ise Boğazkere… Birbirimizi ismen biliyorduk, yer yer karşılaşır gibi de olmuştuk ama şimdi ilk kez birebir tanışma fırsatımız oldu işte. Bu zamana kadar nerelerdeydik biz sahiden?
İstanbul’dan Elazığ’a doğru yola çıkarken günün uzun olacağını biliyorduk da tek güne birkaç gün sığdıracağımızı doğrusu pek tahmin etmemiştik. Keban Barajı’nın yanı başında, tepeler üzerine kurulu bu şehir gerçekten görüp geçirmiş bilge kimliğiyle daha ilk andan çok şey anlatıyor bize. Havalimanına inip ayağımızın tozuyla Kayra’nın bağlarına ulaştığımızda ise şehre ve bölgeye ait bambaşka hikayeler çıkıyor karşımıza. Elazığ’ın yöresel lezzetleriyle donatılmış sofraya kurulmuş önce hangisinden yemeğe başlasak diye düşünürken (ah, o kaymağı unutmak zor olacak; ve balı, ve reçeli de…) Mey Diageo Genel Müdürü Levent Kömür’den, IWSA Müdürü Ayça Budak’tan ve Şarap Üretim Müdürü Murat Üner’den işte bu hikayeleri dinlemeye başlıyoruz. Daha doğrusu bir ailenin sofrasına konuk oluyor ve onların ortak hikayelerinin bir parçası gibi hissetmeye başlıyoruz.
Hikayede karşımıza çıkan bir sürü isim önemli karakter var aslında. Anadolu’nun binlerce yılına şahitlik etmiş; Hurilerden Hititlere, Urartulardan Romalılara, Bizanslılardan Osmanlılara pek çok farklı medeniyeti ağırlamış olan Elazığ hem coğrafyasıyla hem de zengin mutfağıyla elbette ki baş köşede. Buradan çıkan yeme içme kültürü binlerce yılın mirasıyla şekilleniyor. Hatta bu toprakların şarapçılık geçmişi de tam 6000 yıl öncesine uzanıyor. Haliyle Öküzgözü ve Boğazkere buranın en eskilerinden… İsimleriyle kendilerini ele veriyorlar aslında; ‘öküzgözü’, aynı bir öküzün gözleri gibi iri ve koyu renkli, ‘boğazkere’ ise zengin buruk tadıyla boğazı keren bir tada sahip. Mey Diageo’nun Elazığ Şarap Üretim Tesisi de işte bu Anadolu üzümlerini yani Öküzgözü ve Boğazkere’yi işleyen tek üretim tesisi. 1942 yılında bir imalathane olarak kurulan ve 1944 yılında büyük bir tesise dönüşen bu üretim alanı, şarabın anavatanı olarak da anılan Doğu Anadolu’da hem yerel lezzetlere sahip çıkıyor hem de yılda 6.2 milyon litrelik şarap üretme kapasitesiyle binlerce yıllık geleneği çok daha ileri taşıyor. Ve evet, Türkiye’nin en doğusunda yer alan üretim tesisi ayrıca burası.
Bu bağ bozumu için ise bir tür kutlama diyebiliriz. Sadece sonbaharın gelişinin değil; Kalecik Karası, Narince, Misket ve Emir ile birlikte Anadolu’ya has üzümler arasında yer alan Öküzgözü ve Boğazkere’nin de bir kutlaması. Çünkü bahsettiğimiz gibi, Elazığ’da bolca yetişen Öküzgözü ile özellikle Diyarbakır topraklarını seven Boğazkere, buranın bağcılık ve şarapçılık tarihinin en karakterli temsilcileri sayılıyor. Onların varlığı zaten bu zengin kültürü var eden ve ancak onların korunmasıyla işte bu kültür var olmaya devam edebilecek. Levent Kömür de bu üzümlerin dünyada hak ettiği değeri kazanması için çalıştıklarını; bu üzümlerden yapılan şarapların Amerika, İngiltere, Almanya, Avustralya, Dubai, Bulgaristan, Kıbrıs gibi ülkelerdeki şarapseverlere ulaştığını söylüyor bize. ‘‘Kendimizi içki üretip satan bir şirketten çok, Türkiye ve dünyada gastronominin önemli bir bileşeni olarak görüyoruz’’ derken kastettiği de bu aslında. Bu kültürü var etmek, bu kültürü yaşatmak, bu kültürü tanıtmak… ‘‘Gastronomi ekosistemiyle dayanışma içinde olup, bu ekosistem ilerledikçe ve yükseldikçe kendimizin de beraber yükseleceğine inanıyoruz’’ diye de ekliyor. Ki bu noktada küçük bir bilgilendirme yapalım: Pandemi döneminde çiftçinin üzümü bağda kalmasın diye iki-üç katı üzüm alımı yapmış Mey Diageo.
Bağdan sonraki durağımız ise (hikayenin bir diğer baş karakteri olan) Elazığ Şarap Üretim Tesisi. Bu tesis bile başlı başına koca bir tarihin özeti gibi: 1930’larda Mustafa Kemal Atatürk’ün teşvikiyle başlayan şarapçılık bölge ve üzüm araştırmaları sonrasında kurulan ilk şaraphanelerden biri. Ve o günden bu yana da hâlâ üretimine devam ediyor. Bildiğimiz anlamda bir tesise dönüşmesi ise 1944 yılına denk geliyor. Mey Diageo bünyesine dahil olmasıyla birlikte adı artık Elazığ Kayra Şaraphanesi olarak da geçiyor. Yılda 6.2 milyon litrelik üretim yapıldığını söylemiştik. Özel şarapların olgunlaştırılması için 685 fıçılık mahzen var bir de burada. Buranın en büyük özelliklerinden biri de sadece kırmızı şarap üretimi yapılması ve evet, Boğazkere ve Öküzgözü üzümlerinden şarap üretmeye odaklanmış tek şaraphane olması. Tesis bölge bağcıları ve halkıyla da büyük bir iş birliği içinde; yani anlayacağınız Boğazkere ve Öküzgözü onu en iyi tanıyan ellere teslim.
Üzümler ve tesisin ardından hakkını vermemiz gereken, ‘başköşede’ dediğimiz bir karakter daha var: Elazığ. O meşhur gün batımın zihnimize ne güzel oyunlar oynayacağını bizzat gidip görünce anlayacakmışız meğer. Hem de Hazar Gölü üzerinde bir tekne turuyla izledik gökyüzünü onlarca farklı renge boyayarak tepelerin ardında kayboluşunu… Bakın yine romantikleştik… Gün batımının insanı şair eden bir tarafı var demek. Öküzgözü ile Boğazkere de kendilerine iyi bir ev seçmişler gerçekten. Binlerce yılın getirdiği bilgelikten olsa gerek.