
Çinlilere karşı yükselen ırkçılık ve bilmediklerimiz: Çinliler gerçekten yarasa yiyor mu?
Aslında Çin kültürü ve Çinliler hakkında medyada sunulanların büyük çoğunluğu, batılı bakış açısının tetiklediği bir tür ırkçılığın ürünü. Bilmediklerimiz bildiklerimizden daha çok olsa da virüse lanet okurken, bu ırkçı söylemleri de ağzımıza (ve zihnimize) dolayıveriyoruz.
COVID-19 pandemisinin SARS-CoV-2 virüsünün insanlar arasında yayılmaya başlamasıyla gelişen biyolojik bir fenomen olduğunu hepimiz biliyoruz. Üzerine çok düşünmediğimiz nokta ise salgın hastalık ve pandemilerin aynı zamanda toplumsal fenomenler olduğu. Yani, COVID-19’un neden ortaya çıktığı, nasıl yayıldığı, salgın karşısında alınan (ya da alınmayan) önlemler ya da salgın hakkında medyada karşımıza çıkan gündelik söylemleri biyolojik faktörler değil, toplumsal, kültürel ve ekonomik ve politik faktörler belirliyor.
Hal böyle olunca ırkçılığın, ırkçı söylem ve eylemlerin toplumsal ilişkileri şekillendirdiği dünyamızda SARS-CoV-2 virüsünün Çin kültürüne, yaşam biçimine ve inançlarına atfedilmesi ve bu nedenle Çinlilere karşı bir ırkçılık dalgasının yükselmesi şaşırtıcı değil. Zaten temelinde ırkçı olan “Batı medeniyetlerinin üstünlüğü” söylemini sorgusuzca kabullenip, ülkenin batısında kalmayan her toplumu ‘cahil’, ‘pis’, ‘tehlikeli’ ve ‘fırsatçı’ gören yurdum insanı ve medyası da bu ırkçılık kervanında ön safları tutuyor.
“Virüs Wuhan’daki hayvan pazarından çıktı,” “yarasa yiyorlarmış” ya da “kedi ve köpekleri paslı kafeslere sıkıştırıp satıyorlar” diye zaten kabarmak için bahane arayan şoven duygularımıza oynayan medyatik haberler ve görsellere dadanıyoruz bu sefer.
Önden bir spoiler verelim: Üzgünüz, Çinliler yarasa yemiyor! Zaten sorun da bu değil. Bizim de pis kanımızı emerek cildimizi gençleştirsin diye vücudumuzda canlı sülük gezdirmemiz başka bir kültür içerisinde yetişmiş birine oldukça garip gelebilir. Ya da şöyle düşünün, Ocak 2019’da Lapseki’de birkaç kişinin yavru kedilerin patilerini ve kafasını kestikten sonra yakmaları ya dış basında “Türkiyeliler kedileri kesip yakıyor” diye verilseydi?
COVID-19 nasıl başladı ve neden yayıldı?
Medyada sürekli COVID-19’un Hubei Eyaleti’nin “Wuhan şehrindeki bir hayvan pazarından çıktığı” ya da “kaynaklandığı” söylenirken, bilim insanları ise ısrarla salgının ilk defa bu pazarda “tespit edildiğini” söylüyorlar. “Tespit edilmek” ve “kaynaklanmak” arasında oldukça büyük bir fark var. Nasıl mı?
Her sene dünyanın farklı bölgelerinde binlerce insan tanımlanamayan nedenlerden dolayı hastalanıyor ve hatta ölüyor. Buna viral zatürreden ölenler de dahil. Ama dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi biri tanımlanamayan bir virüs nedeniyle oldu diye bilim insanları işi gücü bırakıp “hadi şu virüsün RNA kodunu ve protein yapısını çözelim” demiyorlar. Geniş olan koronavirüs ailesi, genellikle hafif ve her yerde görülen semptomlara neden olduğundan çoğunlukla teşhis olarak konulmuyor bile. Epidemiyologlar ve virologlar genellikle bu tür virüslerin dağılımının “buzdağlarına” benzediğini söylüyor, yani koronavirüsün ailesinin çoğu üyesi tespit ya da teşhis edilmiyor bile.
Bilim insanları, sadece alışılmadık akut semptomlar dünyanın belirli bir bölgesinde yoğunluk göstermeye başladığı noktada bunun spesifik bir virüs ya da bakteri kaynaklı olup olmadığını araştırmaya başlıyorlar. Wuhan’da da böyle oldu. Doktorlar, şehrin belirli bir bölgesinde görülen viral zatürre vakalarında endişe verici bir artış fark etmeye başladılar ve ilk bu vakaların bir kısmının Wuhan’daki pazarla ilişkili olduğunu saptadılar. Bu, hastalık “Wuhan hayvan pazarından çıktı” demek değil, sadece -ve büyük ihtimalle- COVID-19 insanlar arasında bu pazarda yayılmaya başladı demek.
Pazarlar, marketler, fabrikalar, AVM’ler, toplu taşıma araçları, okullar, spor salonları gibi alanlar potansiyel olarak kontamine olmuş yüzey, madde ve insanlarla yakın temasta bulunulan alanlar olduğundan herhangi bir salgın hastalığın yayılması için merkez noktaları işlevi görüyorlar. Çin’de de dünyanın her yerinde olduğu gibi pazarlar günlük yaşamının büyük bir parçası, dolayısıyla COVID-19’un Wuhan’daki pazarda yayılması şaşırtıcı değil. Ancak bu medyada sıkça bahsedilen yarasa, koala, akrep vs. gibi egzotik hayvanlar nedeniyle de değil! Aslına bakarsanız Wuhan’daki pazar hayvan pazarı da değil, balık ve deniz ürünleri pazarı. Ve medyada sıklıkla karşımıza çıkan tezgâh üstünde yatan yarasa fotoğrafları ve videoları da Wuhan balık pazarından değil. Genelde bu görüntüler, Çin’in Wuhan’a binlerce kilometre uzağındaki bölgelerde ya da diğer ülkelerde bulunan vahşi hayvan pazarlarında çekilen görüntüler.
Dolayısıyla üç çıkarım yapabiliriz. Birincisi, COVID-19’un hâlâ net olarak çıkış noktası bilinmiyor. Emin olabildiğimiz tek şey, kümes ve küçük baş hayvanların kâr amaçlı kapitalist düzenin gerektirdiği seri ve endüstriyel üretimlerini kolaylaştırmak amacıyla genetik akışlarında yapılan değişikliklerin ve yetiştirme koşullarının bu virüslerin ortaya çıkmasında ve mutasyonundaki temel faktör olduğu, bu tarz bir salgının beklendiği ancak devletlerin kâra ve sömürüye dayalı kapitalist düzeni aksatmamak adına hiç bir önlem almadığı ve salgının endüstriyel hayvancılığın yoğun ve olabilecek en kötü şartlarda devam ettirildiği Çin’de çıkmasının sürpriz olmadığı. İkincisi, salgının önlenemeyerek küresel çapta yayılmasının Çinliler ve Çin kültürüyle değil, otoriter ve sözde komünist Çin Halk Cumhuriyeti rejiminin salgının ilk aşamasında doktorlara ve bilim insanlarına uyguladığı baskıcı sansür politikalarından kaynaklandığı. Üçüncüsü de Çin’deki pazarlar konusunda ne kadar egzotikleştirilmiş bir cehalete sahip olduğumuz.
Peki Çin’deki pazarlar neye benziyor?
Tazelik kavramının canlılık kavramıyla yakın ilişkili olduğu Çin kültüründe Wuhan’daki gibi balık pazarlarında satılan deniz ürünlerinin çoğu pazarlarda canlı olarak sunuluyor. Bu ilişki et için de geçerli olsa da Çin’deki şehirlerde sebze-meyve pazarlarının bir köşesi olarak karşımıza çıkan et pazarlarında canlı hayvan satmak yasak. Dolayısıyla et satılan tezgahlardaki görüntü bizim kasaplardaki görüntüden çok da farklı değil. Sadece etler buzdolabında saklanmıyor ve açıkta satılıyor. Bunun nedeni de etlerin yerel yetiştiricilerden günlük alınması, yani “taze” satılması (yüzünüzü ekşittiğinizi görür gibiyiz ama etin buzdolabında saklanması hijyenik ve bakterilerden arınmış olması anlamına gelmiyor. Soğuk, endüstriyel olarak üretilip paketlenmeyen et ürünlerinde sadece var olan bakterilerin çoğalmasını yavaşlatarak etin çabuk bozulmasını engeller). Çin’de en yüksek oranda tüketilen et domuz eti; kuzu ve tavuk eti de belirli bölgelerde görece popüler. Dana eti ise ülke çapında çok tüketilmiyor. Tekrar söylüyoruz, üzgünüz, Çinliler yarasa yemiyor! Ayrıca canlı kümes ve küçük baş hayvan alım-satımı burada olduğu gibi Çin’de de sadece kırsal bölgelerde yapılıyor. Wuhan gibi şehirlerde değil.
Çin’de balık ve et pazarları dışında gıda tüketimine yönelik bir de akşam pazarları var. “Bar” kültürünün yaygın olmadığı ülkede bir bira içip yanında atıştırmalık bir şey yemek isteyenler geç saate kadar açık olan bu pazarlara gidiyorlar. Genelde yerel insanların gittiği ve turistlerin çok da hoş karşılanmadığı bu pazarların tabii ki “egzotik Çin kültürü’’nü deneyimlemesi için turistlere hitap eden daha eli yüzü düzgün versiyonları da mevcut. Evet, genel olarak bu pazarlar çok da hijyenik ortamlar değil. Ancak dünya nüfusunun büyük bir kesiminin düzenli su kaynaklarına erişiminin olmadığı kapitalist düzeni yargılamadan Çin’deki akşam pazarlarının “pis” olması üzerinden Çinlileri yargılayıp küçümsüyorsanız sadece ırkçılık yapmakla kalmıyorsunuz, aynı zamanda sebep yerine sonucu yargılamak gibi mantıksal bir hataya da düşmüş oluyorsunuz.
Gıda tüketimi dışında Çin’de ayrıca evcil hayvan ve çiçek pazarları var (Eminönü’ndeki gibi). Bu pazarlarda sadece evcil hayvan satılıyor, ancak Çin’deki şehirlerde bizim ülkemizde popüler olan, örneğin köpek gibi hayvanları evcil hayvan olarak almak çok uzun süren ve ücreti çok yüksek bir izne tabi olduğundan, Çinliler kimisi bize “egzotik” gelebilecek kedi, misk kedisi, kuş, balık, çekirge, kaplumbağa, yılan, minyatür domuz ve evet, yarasa gibi hayvanları yasal ve yasadışı şekilde evcil hayvan olarak besliyorlar. Aynı Türkiye’de olduğu gibi. Burada acıklı olan durum bizim Çin’deki hayvan pazarlarında çekilen bu fotoğraflara bakıp Çinli insanların bu hayvanların hepsini yediğini düşünmemiz (bu yurtdışından gelen bir turistin Eminönü’ndeki hayvan pazarına gidip kedi, köpek, tavşan, muhabbet kuşu ya da sülük yediğimizi düşünmesi gibi bir şey).
Ancak gene medya ve internetteki ırkçı paylaşımlar yüzünden kaçırdığımız çok önemli bir nokta var: Bu hayvanlar içerisinde vahşi hayvan olarak kategorize edilen misk kedisi (2002-2003’te patlak veren SARS’ın misk kedilerinden insanlara yayılmaya başladığı düşünülüyor) ve yarasa gibi hayvanlar evcil hayvan pazarlarında satılmıyor. Bu hayvanlar 2003 yılında Çin’de yasaklanmış olan, ancak hem Çin’de hem de “Batılı-olmayan egzotik” pek çok ülkede yasadışı bir şekilde hâlâ varlığını sürdüren vahşi hayvan pazarlarında satılıyor.
Şunu da altını çizerek belirtmemiz gerekiyor ki vahşi hayvan pazarlarını işletenler veya buradaki ticaretin esas muhatabı ya da ana tüketicisi Çinliler (ya da pazarların bulunduğu ülkelerin yerlileri) değil. Bu pazarlar Çin, Endonezya, Nepal, Hindistan, Mısır, Kenya gibi gelir seviyesinin düşük olduğu ülkelerde “Batı medeniyetlerinin” hâlâ aşamadıkları otantik Doğu fantezilerini ve egzotik beklentileri gerçeğe çevirmek adına yüksek ödemeler yapabilecek cebi kabarık turist ve tacirlere hizmet eden ve temelde onların kontrolündeki pazarlar.
Yani COVID-19’un sorumlusu atfettiğimiz Çinlilere karşı geliştirdiğimiz ırkçı tepki ve söylemleri acilen sorgulamamız gerekiyor. Çünkü ırkçılığın hiçbir bahanesi yok! Çinlilerin (ya da bu coğrafyadaki tüm diğer kültürlerin) ‘pisliği’, ‘geri kalmışlığı’, ‘fırsatçılığı’ gibi gerçekliği değil, bu söylemleri sahiplenenlerin cehaletini ve üstünlük duygusunu yansıtan kurgular aslında minarenin ırkçılık kılıfıyla saklanması. Saklanan minare ne mi? Batı medeniyetlerinin fantezileri, ilericilik diye yutturulmaya çalışılan kapitalist sömürü düzeni, doğal kaynaklarını yağmalamaya devam etmek için güdülen emperyalist ve savaş yanlısı politikalar ve baskıcı rejimler.
çinliler