
Dadanacağımız film ve dizilerden bir seçki: Bu sonbaharda neler izleyeceğiz?
Yaza ufaktan veda etmeye ve de koltuklarımıza yeniden kurulmaya başlamışken sonbahara eşlik edecek yapımları seçmek için kolları sıvadık birçoğumuz. Kimisini yayınlanan son sezonundan beri gözümüz yolda bekliyoruz kimisinin de vizyon tarihini çoktan takvimimize ekledik. Ve sinefiller olarak bu sene, önceki zorlu birkaç yıla göre çok daha şanslıyız kesinlikle. Dune, The French Dispatch, The Last Duel, Spencer, Annette, House of Gucci gibi çeşitli festivallerde prömiyerlerini gerçekleştirecek (ya da gerçekleştirmiş) birçok büyük yapımı size zaten takdim etmiştik. Şimdi de gözümüzü yine benzer şekilde yıldızı parlayan yapımlara, daha kıyıda köşede kalanlara ve de yeni sezonlarıyla geri dönecek olanlara diktik ve hepsini sizler için sıraladık.
Brooklyn Nine-Nine (8. Sezon)
Pandemi sebepli bir sene geciken sekizinci sezonun yollarını gözlerken geçtiğimiz aylarda dizinin bu sezonla birlikte final yapacağının açıklanması hayranlarını epey üzmüştü malum. 10 bölümden oluşacak son sezonla birlikte ekranlara veda edecek bu nefis polisiye komedisi. Hali hazırda son sezondan altı bölümü yayınlanan Brooklyn Nine-Nine’ın final bölümü ise 16 Eylül’de yayınlanacak. Brooklyn’nin 99. polis karakolundaki bir grup başarılı, eğlenceli, absürt polisin gündelik hayatlarına tanık olduğumuz bu diziden henüz haberdar değilseniz şanslısınız aslında; her sezonla birlikte daha çok bağlanacağınız sıkı bir arkadaş grubu sizi bekliyor. Yeni sezonu fellik fellik arayanlara ise sekizinci sezon bölümlerinin Bein Connect’te yayınlandığının haberini verelim. Başrollerinde absürt komedinin en çok yakıştığı isimlerden biri olan Andy Samberg’in yanı sıra Melissa Fumero, Stephanie Beatriz, Terry Crews, Andre Braugher, Chelsea Peretti bulunan B99, 2000’li yılların en beğenilen komedileri arasında sayılıyor. Çok da şaşırtıcı değil aslında; dizinin yaratıcıları arasında The Office Amerika, Parks and Recreation, The Good Place gibi televizyonda komediye yepyeni bir tarz kazandıran yapımların da arkasındaki Michael Schur var.
Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings (3 Eylül)
Marvel 3. evresinin sonunda veda ettiği kahramanların bile uzun süre konuşulmasına müsaade etmiyor; bizi yeni kahramanlarıyla peşi sıra tanıştırmaya devam ediyor. Ve bunların içinde en merak edilenlerden biri olan, Marvel’ın çizgi romanlarından aşina olduğumuz Shang-Chi de var. Chi’yi canlandıran şanslı isim ise Simu Liu oldu. Kendisi ayrıca bir Marvel filminde başrol üstlenen ilk Asyalı olarak da anılacak bundan sonra. Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings, tüm orijin filmlerde olduğu gibi bize karakteri geçmişinden başlayarak tanıtacak ve de günümüzün Marvel mevzularını etkileyecek olaylara kadar uzanacak.
Ellerindeki birbirinden güçlü 10 halkayı kendi çıkarları ve karanlık amaçlar için kullanan büyücü (ve modern dünyanın mafyası) Fu Mançu, oğlu Shang-Chi’yı da kendisi gibi acımasız bir suikastçı olarak yetiştirmeyi amaçlıyor. Yoluna çeşitli zorluklar, birbirinden zorlu sınavlar koyuyor. Shang-Chi ise babasının olmasını umut ettiği kadar başarılı bir büyücü ve de dövüşçü olsa da, babasının aksine bu gücünü tüm dünyanın iyiliği için kullanacak bir kahramana dönüşüyor. Shang-Chi’yi de MCU’nun eşsiz süper kahraman listesine ekleyecek olan bu orijin filmin yönetmen koltuğunda Destin Daniel Cretton oturuyor. David Callaham’ın senaryoya el atmasıyla yıllardır bekletilen bu proje sonunda hayat buldu ve de Marvel hayranlarını yine, yeniden sinema salonlarına dolduracak gibi duruyor.
Help (4 Eylül)
Bafta ve Emmy ödüllü aktris Jodie Comer ve Stephen Graham’ın başrollerini üstlendiği Help, Jack Thorne imzası taşıyan bir Covid draması (hani hepimizin yaşadığı). Merseyside bakım evinde geçen film Covid-19 salgının patlak vermesiyle Alzeimer hastası Tony ile hasta bakıcı Sarah’ın ilişkisinin yaşadığı değişime odaklanıyor. Elbette Tony’nin hastalığının çaresizliği ve de salgının başlangıcında yaşanan tüm o panik ve şaşkınlığıyla beraber bizi yürek burkan bir drama bekliyor. Filmin ayrıca İngiltere hükümetinin salgın yönetimindeki başarısızlığının da bir eleştirisi olacağı tahmin ediliyor.
The Morning Show (17 Eylül)
Jennifer Aniston, Steve Carell ve Reese Witherspoon’u başrollerde izlediğimiz, bir televizyon kanalının sabah haberleri sunucularının hayatını konu edinen The Morning Show da ikinci sezonuyla Eylül’de ekranlara dönüyor. Neredeyse bütün gösteri dünyasını etkileyen, kökten bir değişim başlatmaya zorlayan #MeToo hareketinden gücünü alan bir başka yapım The Morning Show. Bu güçlü hareketle beraber “imajını” düzeltmeye çalışan bir haber kanalı cesur bir gazeteci olarak anılan Bradley Jackson’ı işe alıyor. Programın hali hazırdaki sunucusu Alex Levy bu durumdan hiç hoşlanmıyor ve kendisiyle beraber kanaldaki birçok kişi Jackson’a karşı cephe alıyor. Tutarlı ve de akıcı kurgusuyla ilk sezonu oldukça beğenilen bu dizi ayrıca Apple TV+’da yayınlanan ilk dizi olma özelliği taşıyor.
Sex Education (17 Eylül)
Emma Mackey, Asa Butterfield, Ncuti Gatwa ve Gillian Anderson’ın başrolü paylaştığı Netflix’in eğlenceli ve bir o kadar da “eğitici” dizisi Sex Education’la da bu sonbaharda özlemimizi gidereceğiz (muhtemelen tüm bölümlerini bir çırpıda bitirdiğimize pişman olacağız ama olsun). Bizi şahane bir mimariye sahip bir İngiliz lisesine götüren Sex Education, adından da anlaşılacağı üzere bu lisedeki ergen arkadaşlarımızın ilişkilerine, kendilerini tanıma sürecine ve çeşitli seks sorunlarına odaklanıyor. Annesi bir seks terapisti olan Otis, annesinin terapilerine kulak misafiri olarak öğrendiği o kıymetli bilgileri arkadaşlarıyla paylaşınca beklemediği kadar rağbet görüyor ve de bunun sonunca işi ticarete dökmeye karar veriyor. Bu kararında en büyük payı olan kişi ise Otis’in platonik aşkı Maeve oluyor. Maeve ile daha yakın olabilmek adına gönülsüzce bu işe soyunan Otis lisesinde seks terapisti olarak nam salıyor ve olaylar gelişiyor. Otis, en yakın arkadaşı Eric ve Maeve’nin kendilerini birbirinden saçma, komik ve de absürt durumlarda buldukları bölümler su misali akıp gidiyor ve her seferinde başka bir karaktere odaklanıyor. Sex Education, Gillian Anderson’ın yine şahane bir performans sergilediği Dr. Jean Milburn karakteri için bile bir şansı hak ediyor aslında.
Y: The Last Man (13 Eylül)
Brian K. Vaughan ve Pia Guerra’nın aynı isimli çizgi romanından uyarlanan Y: The Last Man bir post-apokaliptik bilimkurgu dizisi. Diane Lane, Ben Schnetzer, Olivia Thirlby ve de Ashley Romans’ın başrollerini üstlendiği dizi, bir kişi (Yorick Brown) haricinde dünyadaki tüm erkeklerin öldüğü bir evrende geçiyor. Yani dünyanın başına sırrı bir türlü çözülemeyen bir felaket geliyor ve başrolümüz hariç Y kromozomuna sahip olan herkes hayatını kaybediyor. Konusundan da anlaşılacağı üzere cinsiyetler, hayatta kalma ve de sınıf farklılıkları gibi temalara sahip bir dizi. Hulu’da yayınlanacak olan Y: The Last Man, hayatta kalanların kayıplarla verdiği mücadeleyi ve de toplumu eski haline getirmeye, bu felakete bir çözüm bulmaya çalışan bir grup bilim insanının hikayesini anlatıyor.
Aşk 101 (30 Eylül)
İlk sezonuyla Y kuşağını tam da kalbinden vuran Aşk 101’in ikinci sezonunu uzun zamandır büyük bir hevesle bekliyorduk. Ve nihayet o gün (neredeyse) geldi çattı, dayanın! İstanbul’da bir lisede okuyan ve birbirinden oldukça farklı olan ama içinde bulundukları şartlar yüzünden mecburen kafa kafaya veren Işık, Osman, Eda, Sinan ve Kerem’i merkezine alıyor bu lise dizimiz. Lise dizisi dediğimize bakmayın; bu beş arkadaşın yetişkinliklerine kadar uzanan bir yolculuğa çıkıyoruz hep beraber. Bu beş ana karakterin yanı sıra Pınar Deniz’in canlandırdığı Burcu ve Kaan Urgancıoğlu’nun hayat verdiği Kemal hoca karakterleri de çok sevilmişti, ikilinin sonları da bir hayli merak edilmişti hatırlarsanız. Gerçi bu merakımız halen sürüyor çünkü hâlâ bir fragman yok elimizde. Yeni sezonla ilgili bildiklerimiz sadece bu küçük Netflix açıklamasından ibaret; Osman ilk kez aşık olur. Işık Sinan’ı hayata döndürmeye çalışırken, Eda ve Kerem ise kendi seçimleri ve ilişkileri arasında sıkışıp kalmıştır.
Venom: Let There Be Carnage (24 Eylül)
İlk Venom filmi kimilerince bir hayal kırıklığı görülse de Tom Hardy etkeni (büyük bir etken) sebebiyle seveni de boldu bu anti kahraman filminin. Ve uğruna zorladığı iki dizinden de ameliyat olan Hardy de bu serinin peşini bırakmayınca seriye bir şans daha verildi. Hardy dışında ilk filmden Michelle Williams’ı da Anne rolüyle yeniden izleyebileceğiz Venom: Let There Be Carnege’da. Hatta kendisi Marvel’ın son yıllarda fazlaca gündeme getirdiği bilindik süper kahramanların “she” versiyonunu yaratma akımına kapılabilir, yani onu da bir Venom olarak izleyebiliriz ilerleyen zamanlarda.
Neyse, biz filmin konusuna gelelim: İlk filmde hatırlarsanız simbiyoz bir yaşam formu olan Venom, başrolümüz Eddie’yi yeni taşıyıcısı olarak seçmişti ve ikilinin başından bir dolu aksiyonlu, eğlenceli ve de heyecanlı olay geçmişti. Riz Ahmed’in canlandırdığı Carlton Drake’in sinsi planlarına kafa tutmuşlardı beraber. İkinci filmde ise Eddie&Venom ikilisi Woody Harelson’ın canlandıracağı Cletus Kassady isimli bir seri katile karşı savaş verecek. Marvel hayranlarının heyecanla beklediği Spider-Man ve Venom buluşmasına bu filmde de şahit olamayacağız maalesef. Yine solo bir Venom filmi olacak yani. Tom Hardy de bu kavuşmayı dört gözle beklediğini ve Spider-Man’li bir Venom istediğini söyledi geçtiğimiz günlerde. Belki kendisini kırmaz Marvel ve üçüncü filmde hepimize bir güzellik yapar, kim bilir…
Hotel Transylvania: Transformania (1 Ekim)
7’den 70’e hepimizin gönlünü çalan Hotel Transylvania serisi dördüncü ve son bölümüyle geri dönüyor bu sonbaharda. Korkunç olmaktan çok uzakta, sevimli ve de şaşkın Dracula ailesini bu filmde insana dönüşmüş halde izleyeceğiz. Yalnız bu defa Dracula seslendirmesi diğer üç filmin aksine Adam Sandler’a değil Brian Hull’a emanet. Kadrodaki Andy Samberg, Selena Gomez gibi diğer isimler ise kaldıkları yerden devam ediyorlar. Derek Drymon ve Jennifer Kluska tarafından yönetilen Hotel Transylavania: Transformania’da işler tersine dönüyor ve Van Helsing’in “canavarlaşma ışını” kahramanlarımızda beklenmeyen sonuçlar doğuruyor. Canavarlar insan, insanlar (bkz: Johnny) canavara dönüşüyor. Dracula ve ekibi film boyunca bu dönüşümü geri çevirmeye çalışıyor ve bizi de elbette oldukça eğlenceli bir macera bekliyor.
Eternals (5 Kasım)
Marvel’ın çizgi romanlarında büyük önemi olan ama sinematik evreninde bir türlü sıra gelmeyen bir projeydi Eternals. Nihayet bu proje de hayata geçti ve başrollerinde bulunan Angelina Jolie, Kumail Nanjiani, Richard Madden, Salma Hayek, Kit Harington gibi isimlerle dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Üstelik projenin mutfağındaki isim de kalp atışlarımızı bir hayli hızlandırıyor; Chloé Zhao. Geçtiğimiz yıla Nomadland ile damga vuran Zhao’nun o hayran kaldığımız sinematografisinden tadabileceğimiz Eternals, bu bakımdan sadece Marvel hayranlarını değil tüm sinemaseverlerin gözünü diktiği bir yapım. Zhao’nun elinin değdiği fragmandan bile oldukça rahat bir şekilde anlaşılıyor çünkü Eternals şu ana kadar çekilmiş hiçbir Marvel filmine benzemiyor. Büyük, yüce kozmik varlıklar olan ve insanların var oluşundan beri onları Deviant ismindeki bir başka kozmik yaratıklardan koruma görevi üstlenen Celestiallar’ın hikayesine ışık tutacak bu Marvel+Zhao ortak yapımı film.
Şimdiye dek gördüğümüz neredeyse tüm Marvel süper kahramanlarından daha güçlü olan bu varlıklar meğer günümüze kadar bir köşede öylece sıralarının gelmesini bekliyorlarmış. Ve tek görevleri “insanları Deviant’lardan korumak” olduğu için de şu ana kadar şahit olduğumuz hiçbir Marvel savaşına müdahale edememişler. Ancak son büyük kötümüz Thanos’un evrendeki canlıların yarısını yok etmesinin ardından bizim Avengers ekibinin de bu canlıları geri getirmesi evrenin dengesini bozduğu için artık sahnedeki yerlerini almaya karar vermiş Celestialler. Elbette bunlar sadece fragmandan anladıklarımız, daha fazlasına filmde tanık olacağız ve muhtemelen kendilerini bundan sonraki Marvel yapımlarında da sık sık anacağız.
Red Notice (12 Kasım)
Dwayne Johnson, Ryan Reynolds ve Gal Gadot’un başrollerini üstlendiği Red Notice, komedi ve aksiyonun harmanlandığı bir suç filmi. Senaristliğini ve yönetmenliğini yapan isim ise Rawson Marshall Thurber. Johnson’ın canlandırdığı Interpol ajanının yolu, Gadot’nun hayat verdiği ve bir türlü yakalanamayan profesyonel sanat hırsızı ve de Reynolds’ın oynadığı, dünyanın en azılı dolandırıcılarından biriyle kesişiyor. Bu üçlüyle beraber dahil olduğumuz olaylar silsilesi bizi eğlenceli bir macerayla buluşturuyor. Netflix’in yayın kataloğunda duyrulduğundan bu yana aklımızın kaldığı yapımlar arasında olan Red Notice, 12 Kasım’da izleyicileriyle buluşacak.
The Witcher (17 Aralık)
Polonyalı yazar Andrzej Saphowski’nin çok beğenilen romanından uyarlanan bu fantastik dizinin başrolünde Henry Cavill, Freya Alkan, Anya Chalotra bulunuyor (birçoğunuz bu diziyi çoktan duymuştur ya da izlemiştir, hiç olmasa bile o meşhur oyununu oynamıştır ama olsun, biz yine de ufak bir bilgilendirme yapalım). Elflerin, cücelerin ve çok az sayıda kalan Witcher’ların bir arada yaşadığı kaotik bir dünya düzeninde geçen dizi, Rivialı Geralt karakterinin (o da bir Witcher) etrafında şekilleniyor. Dünyanın kaderini etkileyecek “o” çocuğun, Ciri’nin korunmasından ve kaderini gerçekleştirmesine yardım etmekle mükellef olan Geralt görevini gerçekleştirmeye çalışırken başından türlü olaylar geçiyor ve savaşlar veriyor. İlk sezonun finalinde amacına oldukça yaklaşmış bir şekilde bıraktığımız Geralt’ın fantastik macerası ikinci sezonda da hız kesmeden devam edecek ve Ciri ile beraber dünyayı içinde bulunduğu tehlikeli durumdan kurtarmaya çalışacak. İkinci sezonun çekimleri Cavill’in yaşadığı birtakım talihsiz kazalar ve de pandemi yüzünden uzamış olsa da sonunda tamamlandı ve 17 Aralık’ta Netflix’te yayınlanacak.
Landscapers
Yaşanmış ve de korkunç bir suç olayını ekrana taşıyacak olan Landscaper’ın başrollerinde her işine hayran kaldığımız Olivia Colman ve de David Thewlis gibi yıldız isimler bulunuyor. Filmin senaristliğini yapan isim ise Colman’ın eşi Ed Sinclair. Son zamanlarda sıkça denk geldiğimiz ve önümüzdeki yıllarda da ekranlarda görmeye devam edeceğimiz yaşanmış trajedilerin uyarlaması olan bu tarz yapımlar arasında işte saydığımız bu isimlerle öne çıkıyor Landscapers.
Hikayeye geri dönelim; Susan ve Christopher Edwars çifti 1998 yılında Susan’ın anne ve babasını öldürüp arka bahçelerine gömdüler. Daha sonraki 15 yıl boyunca ise hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam edip, Susan’ın ebeveynlerinden kalan serveti bir güzel yediler. Bu sırada da anne-babalarını taklit ederek arkadaşlarına çeşitli mektuplar yolladılar ve onların yerine birçok evrak imzaladılar. Kapılarına gelip onlarla görüşmek isteyen eşe dosta ise temiz havası birkaç yıldır için İrlanda’da yaşamayı tercih ettiklerini söylediler. Uzun bir süre boyunca bu şekilde yaşayan ve kimsenin şüphesini çekmeyen Susan ve Christopher işledikleri cinayetten ancak 16 yıl sonra suçlu olarak bulunup yakalandılar. İşte bu garip ve tüyler ürpertici suç vakasını ekrana taşıyacak olan ve henüz yayın tarihi netleşmeyen Landscapers’ın bu sonbaharın çarpıcı yapımları arasında olması kuvvetle muhtemel.