Danimarkalı bir dost: Mikkeller

One Love Festival’ı özlemişiz gerçekten.

Müziğin etrafında kalabalıklar halinde bir araya gelmenin mutluluğu bir yana, kendi kişisel geçmişlerimizde bu festivalin yeri ayrı. Mesela festival alanında anket yapan görevlilerden biri ”Daha önce festivale kaç kere geldiniz” diye sordu; sayamadım. Beş, altı, yedi? Ian Brown’u da, Pulp’ı da One Love sahnesinde izledim. Ve daha kimleri, kimleri…

Yaşlandığımı ele veren nostaljiyi bir kenara bırakıyorum ve One Love 15’e geçiyorum.

Birkaç yıllık aradan sonra geri dönüşü harika olan festivalin bu yılki yeri, benim gibi nostalji sevdalılarının kalbini bir kez daha titretmişti: Evet, One Love bu yıl o ikonik yerine, Parkorman’a geri döndü. (Bu noktada ”Parkorman’da izlediğim konserler” diye duygu seli gibi akan bir yazıya başlamayacağım, merak etmeyin.) Haliyle bizim için de erkenden festival alanına gidip uzun uzun hasret gidermek de farz oldu.

Henüz konserler başlamadığından, ana sahneye şöyle bir baktıktan sonra doğrudan pazar alanının yolunu tuttuk. Bravoistanbul ve Paper Street Co. gibi yaptıkları her işin hayranı olduğumuz, farklı alanlardan üretim yapan tasarımcıların yanı sıra WWF, LGBTİ+ gibi organizasyonların standları da bu alandaydı. Bir bez çanta, bir peştemal ve bolca rozetle ayrıldık buradan.

Elbette bir noktada kokulara dayanamayıp yeme-içme standlarının önünde yenik düştük. Birası bol bu festivalde en doğru seçimlerden biri hot dog olsa da benim gibi Keyif Haritası’nın seçtiği lezzetlerin peşine düşüp hiç olmayacak bir anda nohut pilav yiyenler de var tabii… O kadar güzel gözüküyordu ki, üstüne bir de karabiber serptiler…

İşte tam o anda karşımıza çıktı Mikkeller. ”Bira mı bu” diyerek standa yaklaştık.

Evet, biraymış. Hem de en kallavisinden ve öğreniyoruz ki Türkiye semalarında biz ilk kez görsek de Danimarkalı bu dostumuzun çok hayranı varmış.

Craft bir bira markası olan Mikkeller’in endüstriyel bir üretimi yok, kendi küçük brewery’sinde biralarını yapıyor ama göçebeliği seviyor; dünyanın farklı yerlerine giderek diğer bira üreticilerinin tesislerinde de dolum yapabiliyor. Türkiye’deki serüveni de bu şekilde: Efes’le güçlerini birleştiriyor ve Mikkel bu iş için iki özel reçete hazırlayarak buraya özel bir üretim yapıyor.

Bu iş birliği, reçetelerden biraların görsel dünyasına kadar tüm detaylarıyla defalarca kontrol edildikten ve iki tarafın içine sinecek hale geldikten sonra şişelere konulmuş. Aslında çok da yeni: Mikkeller’in Türkiye’ye özel bu iki birasının dolumu Temmuz ortasında tamamlanmış. Yani biz festivalde siftahı yapanlardan sayılırız.

Bu iş birliğiniden doğan ürünlerin adları da biraz muzip: Deli Kanlı Henry ve Zilli Sally. Henry ve Sally zaten Mikkeller’in görsel dünyasında olan iki karakter. Markanın logosunda yan yana dururken görüyoruz onları. ”Delikanlı” veya ”zilli” olmalarının sebebiyse biraz biralarındaki formüllerden kaynaklanıyor: Mesela Delikanlı Henry, yüzde 4.6 alkol oranına sahip. Şakaya alınmaz! Zilli Sally ise yüzde 3.9 alkollü bir berliner weisse, içinde vişne ve şeftali aromaları var. Henry’den daha eğlenceli gelebilir pek çoklarına. Hangisini tercih edeceğiniz ise biraz damak tadınıza bağlı.

IMG_3291

Delikanlı Henry, klasikçilerin hoşuna gidecek bir buğday birası. Zilli Sally’nin meyvemsi tadı, birayı özellikle ekşimtrak aromalı sevenler için. Özellikle yazın ayrıca keyifli. Ben Delikanlı Henry’ye özellikle kalbimi kaptırdım. Diğer biralar gibi hızlı hızlı içilmemesi gerektiğini de ikinci bardaktan sonra anladım. Yüzde 4.6 alkol neticede… (”Bana yeniden şarkılar söyleten bira…”