
Dip’teyim ama sanki Albayım da burada
Bu yazı ne bir güzelleme ne bir eleştiri; bu yazıda Dip var, Poyraz Karayel özlemi var, Gaye Su Akyol’un büyüsü var.
“Anneleri hep kadınlardan seçiyorlar ne ilginç. Size annemi hiç anlatmadım mesela. Pek konuşmazdı. Ama saçları ıhlamur kokardı. Pek kitap okumazdı. Ama harika çamaşır asardı. Annem gidince kalbime iyi bakamadım. Erken kurudu albayım. Kalbimde bir sızı, bilincimde bir çatlak., zihnimde bir uyuşma… Aşık olduğum ilk kadın coğrafya öğretmenim. Karadeniz’de dağlar denize paralel uzanıyor ama biz onunla yan yana uzanamıyoruz.
Televizyon hala tek kanal. Varşova Paktı, Soğuk Savaş, nükleer tehditler… İnsanlar ölüyor. İnsanlar ölüyor, ben büyüyorum. Büyüdükçe kafam da büyüyor, ellerim büyüyor; büyüdükçe hayallerim küçülüyor. Görüyorum, insanlık kan kaybediyor. Ben insanlığa kan vermek istiyorum, kan gruplarımız uyumsuz çıkıyor. Yıkılıyorum. Her şey siliniyor. Her şey… Tam “Bitti” diyorum, ufuktan Ayşegül doğuyor.
Ayşegül… Dünyanın en güzel şiiri. Saçları, burnu, gözleri… Hepsi tam kafiye. Ufff, keşke az sonra ölmeyecek olsaydım ya. Yalan yok, içten içe hayatım boyunca ben hep ölmeyi istedim. Bazen durur düşünür, yaşıyor olmanın ne kadar saçma olduğunu fark ederdim. Size olmuyor mu ya? Yaşamak ağır gelmiyor mu? Hayat böyle sırtınızda bir kambur gibi binmiyor mu? Bana oluyor. Düşün ki altı milyar insan var dünyada. Bana ne gerek var? Bana gerek yok!
Tamam o zaman, tamam… Bırakın beni öleyim. Nasıl olsa unutuluruz be. Ne mühendisler ne doktorlar unutulmuş. Bi’ Ayşegül üzülür bi’ de Sinan… Ama o da ertesi güne unutur, çocuk ne de olsa… Ayşegül ağlar, çok ağlar. Sonra daha çok ağlar. Ama sonra unutur. Hepimiz unutulmak için yaratılmadık mı?
Siz yine de beni hemen unutmayın be. Arada bir resmime filan bakın, söylediğim havalı sözleri bir kenara not edin. Ben unutulacak adam mıyım be?”
Değilsin be Poyraz, Dip’te de olsa Poyraz Poyraz’dır.
Yeni umudumuz Dip, puhutv’de yayın hayatına başladı ama bendeki telaşın başı, bundan haftalar önce dizinin adının açıklandığı zamana dayanıyor. Dip… Adı güzeldi bir kere. Vaat vardı, davet vardı, çağırıyordu. Beni tanıyanlar biliyorlar, tanımayanlar da yakında anlarlar ki biraz nostaljik bir insanım. Geçmişe bakmayı seviyorum. O sebeple, hele ki kendi dibimde geçirdiğim ayların sonunda Dip’te geçecek bir hikaye, bana çöldeki gibi vaha olacaktı. Hatta hani Küçük Prens demişti ya “Çölü güzel yapan bir yerlerde bir kuyuyu gizliyor olması” diye, şimdi öyle düşünelim.
Ayrıca İlker Kaleli vardı, Neslihan Atagül vardı; Bülent Emin Yarar, Olgun Toker, Berrak Tüzünataç vardı… Can Gox bile bu kez kameranın karşısındaydı. Daha ne olsundu? Tam da hayatıma konuk etmek isteyeceğim türden bir toplaşma, tek kelimeyle nefisti.
Ama…
Ama alamıyorum kendimi, benim aklım fikrim Poyraz’a gidiyor.
Her ne kadar bu yazı bir “Dip dizisi incelemesi” gibi dursa da, esasında hiç öyle bir niyetim yok. Bu satırlar, başından sonuna, çok sevdiğim, özlediğim ve günden güne kendimi daha yakın hissettiğim Poyraz Karayel’e adanmıştır. Başta, benim hayatıma hiç haberleri olmadan yön veren Ethem Özışık ve İlker Kaleli olmak üzere tüm emeği geçenlere ve elbette Oğuz Atay’a, bir borçmuşçasına teşekkür ederim.
Dip çok cesur. Küçücük detaylardan, anlık görüntülerden anlayabiliyoruz bunu. Özgür platformda var olmanın dayanılmaz hafifliğini hissettiriyor. Falsoları elbette var ama inanın falsolardan bahsetmeye de hiç niyetim yok. Güzel şeyler hatırladım çünkü.
Acı geçiyor
Acı elbette geçiyor
Acı çekmiş olmak çekmiyor.
Diziyi bu sözlerle açınca, ben birden sordum kendime “Değdi mi yani şimdi lan Albayım?” Kolay olanları yapıp zor olanlara katlanmaktan ibaret galiba hayatımız. Gitmek kolayken mesela, kalmak zor.
Bu dakikadan sonra size önerim aşağıdaki müzik eşliğinde okumaya devam etmeniz, benim gibi Poyraz’ı özleyenler zaten bunu ben yazmadan yaptılar.
Dedim ya aklım Poyraz’a gidiyor diye, izledikçe anladım ki zaten herhangi bir dizide veya filmde beni ekrana kilitleyen ne kullanılan renk paleti (hmmm) ne müzikleri ne de rejisiymiş. Beni ilgilendiren hikayesi. Beni ilgilendiren duyguları. Beni ilgilendiren dertleriymiş. Poyraz’ı da bu yüzden sevmişim.
Sevmek de şöyle bir sevmek tabii, platonik arkadaşlık diyelim buna. Tek taraflı kankalık yani. Sonuçta ne arar konuşabiliriz Poyraz’la ne akşam bize çaya gelebilir. Ama duygusu, anlattıkları, çektiği sıkıntılar bizde de var; bizi birbirimize bağlayan da bu. Evet, diyoruz, seni anlıyorum çünkü aynı dert bende de var. Dertdaşlık olsun hadi adı. Güzel oldu böyle.
Müzik birazdan biter, hazır Dip’ten açtık lafı, dizinin müzikleri için Gaye Su Akyol’a bir saygı duruşu demeden geçilmez. Saygı durmaya aşağıdaki parçalardan istediğiniz biriyle başlayabilirsiniz:
Poyraz Kaleli, İlker Karayel, Sahir… Hepsi birbirine karıştı. Daha doğrusu hepsi Poyraz Karayel’e karıştı. Kahramanımız Sahir bir an durup bize dönse, “Hani Albayım, hani geçecekti bu günler?” dese yakışırdı. İlker Kaleli, hala bir o kadar Poyraz.
Şimdi müzikler çaldıkça aklıma geliyor, Bülent Emin Yarar sen yok musun… Senin o şan eğitimli kıvrak sesin yok mu… Ama İlker Kaleli… Senin o Sahir kılığındaki “Aklım almıyor”ların tabii ki insana “Aklım acıyor Albayım”larını hatırlatıyor:
“Benim… Benim aklım acıyor Ayşegül. Aklım acıyor, aklımdan öp beni. Bilincin bilincime değsin. Sonra uyuyalım, sabah olsun, uyanalım. Sen beni yine öp, sonra bir daha öp, bir daha öp, hep öp.”
Keşke doğru insanı bulana kadar canımız çıkmasa. Aslında doğru insanı bulmak o kadar da zor değil ama onu tutmak zor. O yüzden, keşke doğru insanı tutana kadar canımız çıkmasa. Şarkıyı değiştirelim:
Tarih, sadece mutsuzları yazıyor yazmasına ama nereye yazıyor merak ediyorum. Ama merak da çare değil, güzel duvar yazımız bize der ki:
Bırak imkansız kalsın.
Belki de bazen en iyisi bırakmak. Bırakmak ve imkansız kalmasına izin vermek. Çünkü imkansız denen her şeyde umut da gizleniyor.
Şarkıyla bitirelim ama bu arada söylemeden olmaz, 2. bölüm sonuyla hikayemiz uçuşa geçiyor. Dip, dipten zıplayarak çıkmak için süper güçlerini tam da o dakikalara saklıyor.