
Doğanın gücünü fark et: Macrocenter ve calling’in çağrısıyla dünya çevre gününde ‘‘orman banyosu’’ yaptık
Doğal kaynakların bir daha yenilenemeyecek şekilde hızla tükendiği şu dönemde distopik bir geleceğe doğru hızla yol alıyoruz. Haliyle artık küresel iklim krizi herkesin en büyük meselesi. (Belki de aslında ‘‘en büyük meselesi olmalı” demek daha doğru olurdu, biliyorsunuz, koskoca devlet başkanlarının bile inkar ettiği bir konu bu.) Dünyanın dört bir yanındaki doğa tahribatının sonuçlarını eko-anksiyetemizin zirve yaptığı bir yerden izlerken ağaçların yeşil gölgelikleri altında soluklanmak, yaprakların rüzgar eşliğinde yükselen hışırtılarını dinlemek, yağmur sonrası ıslanmış toprağı adımlamak bünyede de tetikleyici bir güç yaratıyor; gelecekte bir gün belki de bunları bir daha yapamayabilecek olma ihtimalinin verdiği mücadeleci bir güç…
5 Haziran Dünya Çevre Günü, bu gücü ve farkındalığı yaymak için kutlanan, bir tür ‘‘hatırlatıcı’’ işlevi de gören özel bir gün. 1972 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansından bu yana her yıl çevre konusunda eyleme geçilmesi gerektiğini hatırlatmak için kutlanıyor. Kutlanıyor deyince klasik bir parti veya eğlence tablosu canlanmasın tabii zihninizde; bir misyonla yola çıkan bu günde gerçekleştirilen etkinlikler de biz insanların doğa üzerindeki etkilerini hafifletecek ve doğal yaşam alanlarıyla kurduğumuz ilişkiyi sürdürülebilir bir şekilde daha da güçlendirecek şekilde kurgulanıyor. Macrocenter ve calling’in ortak çağrısının arkasında da işte tam olarak bunlar var.
Çevre bilincinin artırılması ve doğanın korunması konusunda önemli bir misyon üstlenen Macrocenter, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği bir dolu etkinlikle denizlerden ormanlara, çevre temizliği ve toplumun çevresel sorumluluk bilincini canlı tutmak için kolları sıvamıştı. Antalya Lara Plajı’nda Merve Mucuk, Ankara Seğmenler Parkı’nda Oğul Türkkan, İzmir İnciraltı Kent Ormanı’nda Ege Üzrek ve Bodrum Türkbükü Cennet Koyu’nda Zeynep Çipa’nın katılımıyla çevre temizliği yapan Macrocenter Belgrad Ormanı’nda İlker Çağlayan ev sahipliğinde Orman Banyosu Ritüeli gerçekleştirmişti.
Orman Banyosu ya da shinrin-yoku ritüeli odağına doğanın gücünü alıyor aslında. Modern hayatın koşuşturması ve zihnimizde uçuşan yüz binlerce düşünce balonunun arasında unuttuğumuz tek şey sadece doğa değil aslında; ‘‘an’’dan ve kendimizden de bir o kadar uzağız. shinrin-yoku ise bizi doğanın orta yerine çekerek bize hem evreni hem de kendimizi hatırlatıyor.
Shinrin-yoku ilk olarak 1980’lerde ormanlık alanlarda geçirilen vaktin hem zihni hem de bedeni iyileştirdiği fikriyle Japonya’da ortaya çıkıyor. 1980’lerde dedik ama tabii doğadan şifa bulma fikri insanlık kadar eski… Shinrin-yoku ise şehirlere sıkışmış insanları ormanlara çekmek için de yaygınlaştırılmış bir yöntem. Kendinizi ormanın derinliklerine bırakıyorsunuz ve dokunarak, görerek, koklayarak; tüm beş duyuyla ormanın size sunduklarıyla bağ kurmaya başlıyorsunuz. Hiçbir şeyin sizi dış dünyaya çekmesine, andan koparmasına izin vermemeniz önemli; en başta da dediğimiz gibi yaprakların kokusundaki, ağaçların gölgeliğindeki, toprağın nemindeki iyileştirici gücü fark edebilmek ancak bu şekilde mümkün çünkü. Görüp geçmek yeterli değil; hissetmek de gerekli.
Shinrin-yoku ritüeline evet hakimiz biraz çünkü Macrocenter ve calling’in davetiyle 7 Haziran günü Belgrad Ormanı’nda biz de bu deneyimin bir parçası olduk. Beslenme uzmanı İlker Çağlayan başı çektiği bir yürüyüşle tepemizde iç içe geçmiş yemyeşil dallar, ormanın hislerine ve seslerine bıraktık kendimizi. Telefon yok, kendi aramızda konuşmak yok; bir tür mindfulness tekniği gibi ilerleyen shinrin-yoku bizi kendimizle ve ormanın tüm renkleriyle baş başa bırakıyor, çevremizdekilere dair farkındalığımızı yükseltiyor. Ormanda sıradan bir yürüyüş bile bünyede türlü dinginlikler yaratırken shinrin-yokunun getirdiği farkındalıkla birlikte ormanın her bir parçası zihin ve beden üzerinde dönüştürücü bir etki yaratıyor. Yaprakların rüzgarla birlikte yarattığı o huzur verici sese kulak vermenin, yüzlerce yıllık ağaç gövdelerinin yüzeylerine dokunmanın, toprakla temas edip oksijenle zenginleşen o kokuyu solumanın üzerimizde terapi gibi bir etki yarattığını biz de itiraf edelim.
Yürüyüş sonrası Macrocenter Baş Şefi Ayşegül Talu’nun o güne özel geri dönüştürülmüş yiyeceklerle hazırladığı ‘Dünyaya İy Ol’ sofrası etrafında bir araya gelmenin de bu meditatif deneyimin bir uzantısı olduğunu söylememiz gerek. Yapraklarla sarılmış ağaç dallarının erken getirdiği karanlıkla birlikte gün geceye hızla uzanırken fonda İdil Meşe’nin dingin vokalleri ormanın üzerimizdeki hislerini daha da pekiştiriyordu sanki. (Evet, romantikleştik ama doğa insanı şair eder…)
Geri dönüşümün önemi ve çevrenin korunması konusunda toplumda farkındalık yaratma çabalarına devam eden Macrocenter, geleceğe yönelik sürdürülebilir adımlar atmaya devam edecek. Macrocenter’ın çevre dostu faaliyetleri ve sürdürülebilirlik projeleri, toplumun çevre bilincinin artırılmasına katkı sağlamayı odağına alıyor.