
Eleştiri almayı bil(me)mek ve sosyal medyada linç
Sosyal medyada kitlesel olarak eleştiri şimşeklerini üzerine çeken herkes linç mi edilmiş oluyor? Sosyal medyada linç kavramının her olumsuz eleştiri karşısında ortaya atılması, ‘‘siber zorbalık’’ diye tanımlanan yeni nesil şiddet türüne karşı vahim bir kayıtsızlık geliştirilmesine de sebep olacak zamanla. Geçmişten bu yana çok ağır sonuçlar yaratan linç fenomeninin böyle kolayca kullanılıvermesi ise işin bir diğer kritik tarafı.
Toplumca zaten bir süredir Facebook, Twitter, Instagram, TikTok, Snapchat ve benzeri uygulamaların bağımlısı hale gelmiştik. Öyle ki lügatımıza diyet yapmak gibi “sosyal medya detoksu yapmak” kavramı bile yerleşmişti. Hele ki sosyalliğin doyasıya yaşanamadığı bu koronavirüs günlerinde artısını eksisini bir kenara bırakıp diyeti bozduk. Can simidi olarak bu mecralara koştuk ve hayatı parmağımızı kaydırarak yaşamaya ve yaşatmaya odaklandık.
Sosyal medya ve geride bıraktığınız kişisel alan
Sosyal medya bir yandan kendimizi yazılı, sözlü ve görsel olarak ifade ettiğimiz, bilinçli ya da bilinçsiz en derin görüş, arzu ve isteklerimizi yansıttığımız bir “kişisel” alan. Ama aynı zamanda da bu “kaydır, tıkla, geç” kültürü, paylaşımı yapan kişi ile paylaşımın içeriğini birbirinden koparan; paylaşımın bazen kişinin kendisinin önüne geçtiği bazen de dur duraksız akan bir “feed”de kayan milyonlarca yıldızdan yalnızca birine dönüştüğü pek de “kişisel olmayan” bir alan. Bu “mahremiyet” ve “yabancılaşma” arasında salınan tekinsiz sosyal medya ortamında tek bir tıkla vezir de olmak mümkün, rezil de… Bu rezil olma halinin getirdiği akış ise günümüzde artık sosyal medya linçi olarak da tanımlanabiliyor.
Hayır hayır, size ‘‘sosyal medya linçi’’ nedir bunu anlatmayacağız. Bunun dil, din, cinsel kimlik, sosyoekonomik seviye, politik görüş ve benzeri toplumsal farklılıklara ve deneyimlere yönelik ötekileştirme ve tahakküm kurmaya dayalı, yersiz ve haksız bir tahammülsüzlük ve cezalandırma arzusu olduğunu ve oldukça gerçek sonuçları olan ciddi bir sorun olduğunu zaten biliyoruz. Biz bu sefer, son zamanlarda sosyal medya paylaşımları üzerinden yaşanılan her tartışma ve anlaşmazlıkta paylaşımı yapan kişinin “linç ediliyorum” demesine dadanacağız.
Olumsuz eleştirilerin karşısına çıkarılan bir bahane
Sosyal medyada kitlesel olarak eleştiri şimşeklerini üzerine çeken herkes linç mi edilmiş oluyor? Ya da neden sosyal medyadaki bazı kişiler, kendilerine gelen olumsuz eleştiriler karşısında linç edildiğini iddia ediyor?
İlk sorunun cevabını vererek başlayalım.
Hayır, sosyal medyada yaptığı bir paylaşım nedeniyle yoğun eleştiri toplayan herkes linç edilmiş olmuyor. Bu tabii ki yapılan paylaşımın ve paylaşıma gelen tepkilerin içeriğinden ve argümanlarından bağımsız düşünülemeyecek bir durum, ama dikkat çekmek istediğimiz nokta şu: yaptığı paylaşımın yansıttığı politik ve toplumsal konumlanış üzerine yapılan eleştiriler (ya da eleştirilerin çoğu diyelim çünkü kabul ediyoruz ortalık trol ve nefret kusan hesaplarla dolu!) tehdit, küfür, hakaret gibi unsurlar içermese de paylaşımı yapan kişi “linç edilmiş” hissediyor ve kendisine gelen yorumlara/eleştirilere cevaben, ‘‘linç edildiğini’’ söylüyor. Ama aslında öyle kolayca ortaya atılıveren “linç” metaforu, geçmişten bu yana çok ağır bir yüke sahip.
Geçmişin ağırlığı
Linç etme, tarihsel olarak sömürülen sınıf ve kimliklerin, toplumdaki güç sahibi gruplar tarafından maruz bırakıldığı ve genelde halka açık bir gövde gösterisi şeklinde gerçekleşen bir fiziksel şiddet, cezalandırma ve ortadan kaldırma eylemi. Terimin etimolojisi her ne kadar 18’inci yüzyıl Amerika’sında yaşanan eylemlere dayansa da benzer cezalandırma yöntemlerinin tarihsel olarak her toplumda mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle 16. yüzyıl Avrupa’sında on binlerce kadının katledildiği cadı avları, 20’inci yüzyıl başında Amerika’da binlerce siyahinin asılarak ya da işkence edilerek öldürülmesi, linç denince ilk akla gelen tarihsel örnekler.
Linç, tam da bu tarihsel anlamı nedeniyle gerçekten eleştiriyi hak eden ve belirli toplumsal ayrıcalıklara sahip insanlar tarafından sosyal medyada aldıkları olumsuz tepkilere dair metaforik olarak kullanıldığında, gelen eleştirileri tanımlama işlevi değil paylaşımı yapan kişiyi aklama işlevi görüyor.
Siber zorbalık
Yani “linç ediliyorum” o kadar ahlaki, politik ve tarihsel ağırlığı olan bir metafor ki kullanıldığı anda gelen eleştiriler ne kadar doğru olursa olsun eleştirilen kişiyi “haksız yere ezilen” olarak kodlayarak “haklı,” eleştirileri de “haksız” konumuna sabitliyor. Dolayısıyla paylaşımı yapan kişi “linç edildiğini” iddia ettiği anda yaptığı paylaşıma yöneltilen haklı eleştirilere içeriği olan bir cevap ya da açıklama üretme yükünden de kurtulmuş oluyor. Burada her paylaşıma gelen her tepkinin kaliteli bir eleştiri olduğunu iddia etmiyoruz tabii ki, sadece bu terimin sıkça kullanılmasıyla sosyal medyada yaşanan iletişimlerin ve polemiklerin ekseninin, eleştirilerin içeriğinden eleştirme eyleminin kendisine kaydığını söylüyoruz.
Her olumsuz eleştiriyi, dünyanın pek çok ülkesinde “siber zorbalık” olarak adlandırılan bu yeni nesil şiddet türü ile bir tutmanın, medya üzerinden gerçekleşen her kitlesel negatif tepkiye “sosyal medya linçi” dememizin nedeni de aslında eleştiriye gelemememiz. Bu kadar basit.
”Beni eleştiremezsin”
Ne de olsa ses çıkaran herkesin sorgulanmadan ‘‘suçlu’’ ilan edildiği bir politik gerçeklik içerisinde yaşıyoruz ve maalesef ki bu gerçekliği kendilerini en muhalif görenler bile yeniden üretebiliyorlar. Bunu “kimse beni eleştirsin istemiyorum” diyerek yapmıyorlar tabii. Temel taşı bireysellik ve bireyin kutsanması olan liberal mantığın bir yandan söylemde “eleştiriye açıkken” diğer yandan da her eleştiriyi kişinin özüne yapılmış bir saldırı olarak algılaması sonucu karşımıza, aslında sorgulamaya açık ama sorgulanmaya kapalı özneler çıkıyor.
Peki ya gerçekten ötekileştirmeye, baskıya, hakarete dayalı ve her gün onlarca örneğine maruz kaldığımız cinsiyetçi, ırkçı, sınıfçı, ayrımcı siber zorbalıklar? Maalesef ki kesinlikle kabul etmememiz gereken bu tarz zorbalıklara karşı çoğu zaman tek yaptığımız “kaydır, tıkla, geç” kültürüne sığınmak. Tepki gösteren azınlığımız ise tepki gösterdikleri için benzer zorbalıklara maruz kalıyorlar. Nedir bunun çözümü dediğinizi duyar gibiyiz! Bu noktada toplumsal sorunların sadece ekranlarımızdaki yansımalarıyla değil kendileriyle mücadele etmek, ekranların içinde “mahremiyet” ve “yabancılaşma” arasında denge bulmaya çalışmak yerine ekranların dışına çıkabilmemiz gerekiyor.
(Fotoğraflar, Unsplash.)