
Gezegen için son uyarı: IPCC raporu insanlık için kırmızı kod verdi
Bu hafta başında yayınlanan IPCC raporu aslında iklim krizi konusunda bize bilmediğimiz bir şey söylemiyor ama uzak bir geleceğe atfettiğimiz bazı felaketlerin sandığımızdan da yakın olduğunu hatırlatıyor.
Son yıllarda, dünya genelinde yaşanan doğal afetlerin sayısının ve etkisinin artışıyla beraber ciddi bir yüzleşme yaşadığımız iklim krizi artık birçok bakımdan geri dönülmez bir noktaya ulaştı diyebiliriz. Dünyanın insanlık için verdiği bu kırmızı koda hepimiz ortak bir tepki vermezsek kaçınılmaz son beklediğimizden daha yakın görünüyor. Birleşmiş Milletler tarafından kurulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli yani IPCC’nin yayınladığı son rapora göre küresel ısınma seviyesinde kritik bir eşik olarak kabul edilen 1.5°C eşiğini tahmin ettiğimizden daha kısa bir sürede aşacağız. Ve bu eşiğin aşılması demek solunacak temiz havanın kalmaması, tatlı su kaynaklarının tükenmesi, doğal afetlerin şiddetlenmesi ve en nihayetinde tüm canlıların hayatının tehlikeye girmesi demek…
Uzun yıllardır bilim insanlarının hepimizi ısrarla uyardığı ve ne yazık ki zaman içinde kanıksadığımız bir tehdide dönüşen küresel ısınmanın hayati, geri dönülemez sonuçlarına kanlı canlı şahit olmaya başladık maalesef. Günümüzde verdikleri tahribatın korkunç boyutlara ulaştığı doğal afetlerin, yangınların, yok olan canlı türlerinin yani kısacası aklınıza gelebilecek türlü felaketlerin nedeninin (elbette doğal etkenlerin yanında) insan aktivitesi olduğunu söylüyor birçok çevre/iklim raporu. Birleşmiş Milletler’in talimatıyla 1988 yılında kurulan ve iklim değişikliği konusunda hazırladığı detaylı raporlarla tüm dünyayı bilgilendirme görevi üstlenen IPCC’nin yayınladığı raporun da bu alanda önemi oldukça büyük. IPCC, 2013 yılındaki raporun ardından merakla beklenen İklim Değerlendirme Raporu’nun altıncısını geçtiğimiz günlerde yayınladı. 66 ülkenin 234 bilim insanından oluşan IPCC otoritesinin sunduğu bu rapora göre yaklaşık on yıldır son 125.000 yılın en sıcak dönemini yaşıyoruz. Ve sıcaklık ortalamalarının en iyi ihtimalle 2040’lı yıllarda (muhtemelen daha erken) sanayi devrimi öncesinin sıcaklık ortalamalarının 1.5 °C üzerine çıkması öngörülüyor. Bunun sonucunda ise bizi şu ankinden çok daha fazla yıkıcı etkileri olan orman yangınları, seller, kuraklıklar gibi çeşit çeşit krizler bekliyor. BM başkanı, kontrolsüz insan aktivitesinin somut sonuçlarını gözler önüne seren bu IPCC raporunun “insanlık için kırmızı bir kod” olduğunu söylüyor. Ve bu tabir artık bir yorumdan öte acı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
IPCC Raporundan Dikkat Çeken Detaylar
- Küresel yüzey sıcaklığının 2011-2020 arasındaki yıllarda 1850-1900 arasındakinden 1,09°C daha yüksek olduğu tespit edildi.
- Son zamanlardaki deniz seviyesindeki yükselme oranı, 1901-1971 ile karşılaştırıldığında neredeyse üç katına çıktı. Arktik deniz buzu seviyesi son on yılda en düşük seviyesine ulaştı. Etkili önlemler alınmazsa 2040’lı yıllarda Arktik denizlerde buz kalmayacak.
- Atmosferdeki karbondioksit miktarı son 2 milyon yıl içindeki en yüksek seviyesinde.
- Sıcak hava dalgaları da dahil olmak üzere aşırı sıcakların 1950’lerden bu yana daha sık ve daha yoğun görüldüğü; soğuk hava olaylarının ise daha az sıklıkta ve daha az şiddetli hale geldiği tespit edildi.
Kurulduğu günden beri her yedi yılda bir iklim değerlendirme raporu yayınlayan IPCC’nin bundan önceki raporunun sonucunda 2015 Paris İklim Anlaşması gerçekleşmişti hatırlarsanız. Temel olarak küresel sıcaklık artışını maksimum 1.5 °C civarında tutmayı amaçlayan bu anlaşmayı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 191 üye ülkesi imzalarken içinde Türkiye’nin de bulunduğu altı ülke ise onaylamamıştı. Bu sözleşmeyle belirlenen hedefler de aslında iklim bilimcilerin senelerdir her fırsatta dile getirdiği önlemlerden farklı değildi; hükümetlerin sera gazı emisyonunu azaltan faaliyetlere ya da çevre dostu kalkınma planlarına destek olması gibi çevreci fikirleri, yeşil ekonomiyi savunuyordu. Ama tabi yine de bu hedeflere uymayan hükümetlere karşı herhangi bir yaptırım uygulama gücü yoktu bu anlaşmanın, nihayetinde yine her şeyi devlet yöneticilerinin insafına bırakıyordu. Şu anda geldiğimiz noktada ise tüm hükümetlerin bu süreci yürütmede bir hayli başarısız olduklarını ve gidişatın olumsuz yönde seyretmesinde büyük bir payları olduğunu inkar edemeyiz elbette. Yani maalesef iklim krizinin bu boyuta ulaşmasında hepimizin parmağı var ve artık hiçbirimiz güvende değiliz…
BM genel sekreteri António Guterres kırmızı kod veren son IPCC raporuyla ilgili olarak “hepimiz için tehlike çanları kulakları sağır edici seviyede çalıyor. Fosil yakıtların kullanımının azalması gerekirken her geçen yıl artış göstermesi ve ormanların yok edilmesiyle beraber sera gazı emisyonu gezegenimizi boğuyor ve milyonlarca insanı büyük bir riske atıyor” diyor. Guterres bu iç karartıcı sözlerine ek olarak “Şimdi güçlerimizi birleştirirsek iklim felaketini önleyebiliriz. Ancak, bugünün raporunun da açıkça ortaya koyduğu gibi gecikmeye zamanımız ve mazeretimiz yok” şeklinde moral takviyesini de ihmal etmiyor. Bilim insanlarının IPCC raporuna göre kurguladıkları neredeyse tüm senaryolar, en geç 2040’lı yıllara kadar 1.5°C eşiğini aşacağımız yönünde olsa da yine de bu süreci yavaşlatmak hatta tersine çevirmenin mümkün olduğunu düşünen bilim insanları da yok değil. Tıpkı Guterres gibi umuda bir kapı aralayan iyimser bilim insanları da kararlı bir şekilde yürütülen iklim politikalarının olumlu sonuç vereceğini düşünüyorlar.
IPCC uzmanları yaşamakta olduğumuz kontrolsüz iklim krizini yavaşlatmak için hâlâ sınırlı da olsa zamanımız olduğunu özellikle vurguluyorlar. Karbondioksit ve diğer sera etkisi yapan gazların salınımlarında güçlü ve sürekli azalmanın hava kalitesini hızla iyileştirebileceğini ve 20-30 yıl içinde küresel sıcaklıkların dengelenebileceği dile getiriyorlar. Örneğin son IPCC raporunda ilk kez yayınlanan bir ek çalışma metan emisyonlarının azaltılmasına yönelik talimatlar içeriyor. Sanayi devrimiyle beraber artan metan gazı salınımı ve emisyonlarını mümkün olduğunca engellersek, 2040’lara kadar görülmesi beklenen sıcaklık artışının önüne geçebileceği yazıyor bu çalışmada. Ve yine temel olarak tarım, atıklar ve fosil yakıtların sebep olduğu metan gazı salınımının en büyük sorumlusunun insan aktiviteleri olduğuna dikkat çekiliyor. IPCC’nin bu ek çalışmasına paralel olarak BM Genel Sekreteri Guterres de Kasım ayında Glasgow’da gerçekleşecek COP26 iklim konferansı öncesinde tüm ulusları “net sıfır emisyon koalisyonu”na katılması gerektiğini söylüyor ve tüm devletleri bu konuda somut adımlar atmaya davet ediyor.
Bilim dünyasının insan etkisiyle gerçekleştiği konusunda net bir şekilde hemfikir olduğu bu iklim krizinin çözümü de gördüğünüz gibi neden olduğumuz onca tahribata rağmen hâlâ bizim ellerimizde. Hem ülkemizde hem de dünyanın birçok yerinde şu son birkaç haftada yaşadığımız orman yangınlarına bakarak bile durumun ciddiyetini anlayabiliriz aslında. Bu yangınlarda yok olan her ağaçla, canla biz de yansak da, tüm bu felaketlerdeki “insan” ya da “devlet” faktörlerinin ne kadar önemli olduğunu çok daha iyi anladık. Ve elbette yardımlaşmanın/dayanışmanın kıymetini de öyle. Bireysel olarak yapabileceklerimiz sınırlı gibi gözükse de aslında hepimiz bir ulusun parçasıyız ve gerek yerel gerekse uluslararası politikalarda bir şekilde söz sahibiyiz. Zaten çok geç kaldık ama, daha da geç olmadan bu krizi durdurmayı ya da en azından yavaşlatmayı 4.5 milyar yaşındaki cefakar gezegenimize borçluyuz…