Güleryüzlü bir dev: Bubba Smith

Doksanların ortasında bir izci kampına gittiğimi hatırlıyorum, hayal meyal. Bir sürü çocuk, kimin kim olduğu belli değil. Sarı-siyah fularlılar bizim okuldan, orası kesin. Ateş etrafında toplanıp, kolları çapraz yaparak el ele tutuştuğumuz bir izci valsi var ki; kaç yaşına geldim, kerametini hâlâ çözebilmiş değilim.

Biliyorsunuz, müzik değişince dans da değişir. Bizim durumumuz da pek farklı olmadı. Müzik yerini gök gürültüsüne, vals de yerini sağa sola kaçışmalara bıraktı. Sağanak öyle bir bastırdı ki, çadırlar, yataklar su içinde yüzüyordu. Hal böyle olunca, emaneten üzerimizde duran izciliğimiz de sırılsıklam oluvermişti. Bir anda ortalıkta beliren veliler, çoluğunun çocuğunun derdine düşmüştü. Fazla geçmeden benim kurtarıcım da yetişti: Babam. Zaten şehir merkezine fazla uzak olmayan kamp alanına güneş gibi doğdu. Biraz sonra ise ağzından sihirli kelimeler döküldü:

“Haydi gidelim oğlum. Ne yapacaksın burada?”

Yalan yok. Keyif alıyordum kamptan ama sağanak yağış işi değiştirdi. O kadar da izci değiliz en nihayetinde. Apar topar eve geldik tabi. Hafif bir burukluk da var cebimizde. Ama televizyonu açınca hepsi ufalandı.

“Aha… Polis Akademisi var.”

Nostalji güzellemelerinden hiç haz etmem ancak seviyorduk işte. İstediğimiz zaman, ha demeye açıp izleyemiyorduk çünkü. Mahoney, Jones, Tackleberry, Callahan ve diğerleri… Ama ben hep Hightower’ı sevdim.

Bubba Smith ya da bizim bildiğimiz adıyla Hightower film setlerinden önce de kameralara alışkın biriymiş. Zaten rahmetlinin fiziğini gözünüzün önüne getirirseniz bir şekilde sporun bir türüne bulaşmış olabileceği akla geliyor. Bubba’nınki sadece bulaşmakla sınırlı değil. Aslında onun ünü uzun yıllar süren Amerikan futbolu kariyeriyle başlıyor.

Bubba Smith - Baltimore Colts

Bubba’nın yeteneği atadan dededen yadigâr. Fizik de onlardan sayılır. Yani, biraz hazıra konmuş Bubba. Ama çok da çalışmış tabii ki. Altmışlı yıllar Amerika’nın toplumsal açıdan zor zamanlar geçirdiği bir dönem. Irksal ayrımcılığın en hararetli günleri yaşanıyor. Bu vaziyette, Bubba’nın hayali ise memleketinin kolej takımında Amerikan futbolu oynamakmış. Ancak hayaller Teksas, gerçekler Michigan State… Çünkü o dönemde güney eyaletlerinde bulunan kolejler takımlarında siyahi oyuncu oynatmıyorlarmış. Kısmet…

Michigan State Üniversitesi’nde esip gürlüyor Bubba, bir kolej efsanesine dönüşüyor. Sonra profesyonel olup NFL takımlarından Baltimore Colts’ta oynuyor. Bir şampiyonluk yaşıyor, bir kez de final oynuyor. Bir efsane de orada oluveriyor. Çünkü yetenek müsait, elinden geliyor adamın. Fakat maalesef sakatlıklar biraz kötü etkiliyor kariyerini. Ancak asıl hikâye buradan sonra başlıyor.

Bubba Smith - Michigan State photo

Futbol kariyeri bitince şansını aktörlükte deniyor. Ancak hayatta her zaman dilediğiniz öyle pat diye gerçekleşmez. Bubba’nın da şansı pek yaver gitmiyor başlarda. Fakat bir gün kulağına bir film fısıldanıyor:

“Polis Akademisi”

Stüdyoya gidip bir şekilde alıyor rolü ve Moses Hightower ortaya çıkıyor. Bir efsane daha. Böyle anlatınca ne güzel geliyor kulağa. Her şey bir anda olup bitivermiş gibi. Ancak çalışmak, her zaman hazır olmak ve şans geldiğinde değerlendirmek gerekiyor. Hayatın iş yapış şekli bu.

Biz, Hightower’ı polis aracını elleriyle ters yüz ettiğinde, arabanın ön koltuğunu söküp arka koltuğuna oturduğunda, “yama yama yama” repliğiyle “Badula” kılığında çaylak polisleri korkuttuğunda sevdik. Ama buz dağının bir de görünmeyen tarafı vardı: Harika bir kariyere sahip, pek yaman bir sporcuydu o. Bize ara sıra hatırlayıp gülümsemek kaldı.

Bubba Smith Police Academy

“Hadi oğlum, yat artık. Bitti Polis Akademisi.”

“Baba, biraz daha oturayım. Yatarım yaa…”

“Haydi yatmaya!”

“Tamam, üff… O ne yaa, yeni film mi başlıyor? Aha… Robocop mu o?”

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et