
Aklımızda sorularla dadandık: Neden herkes Kızılcık Şerbeti izliyor?
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde pankartlara çıkıyor, herkes karakterlerin dönüşümünü heyecanla izliyor, Twitter’da “dikkat çeken” sahneleriyle neredeyse her gün yeni bir “tartışma” başlatıyor. Arkadaş sohbetlerinde konu evriliyor, çevriliyor bir şekilde ona geliyor. Soruyorlar; izliyor musun diye… Evet, Show TV’de ekranlara gelen Kızılcık Şerbeti’nden bahsediyoruz. Şu sıralar en büyük zevklerimizden biri cuma günü (aynı odada ya da Twitter başında fark etmez) hep beraber Kızılcık Şerbeti izlemek.
6284 ve İstanbul Sözleşmesi’nin hadsizce tartışılmaya açıldığı ve yasanın seçim sürecinde ittifak pazarlığı malzemesi yapıldığı bu günlerde, çok uzun zamandır başımıza “musallat” edilen bir meseleyi, hiç olmadığı kadar net ve cesur bir şekilde ele alan bir dizi izlediğimiz için mutluyuz. Fakat belli ki RTÜK bizimle aynı fikirde değil. Zira, Show TV’ye Kızılcık Şerbeti’ne ‘kadına karşı şiddet’ sahneleri nedeniyle beşer kez yayın ve program durdurma ile üst sınırdan idari para cezası verildi.
Yerli dizilerin kuralıdır; çok sevilen bir dizi, sonradan “bozmasıyla” bilinir. Tahtalara vurduk, bir noktada fan girl’lüğü bir kenara bırakıp araştırmacı gazeteciliğe geçtik ve sorduk: Ne oldu da Kızılcık Şerbeti’ne dadandık? Çeşitli yanıtlar ve farklı nedenler arasında buluştuğumuz bir nokta var: “YÜRÜ BE NURSEMA!”
Aslında her şey 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde gördüğüm bu pankartla başladı.
Sosyal medyada denk geldiğim ve itiraf etmek gerekirse televizyon tarihimizin bana verdiği yetkiye de dayanarak tüm önyargılarla göz ucuyla bile bakmadığım bir dizinin 8 Mart’ta bir pankartta ne işi vardı, Nursema kimdi ve bize ne yapmıştı?
Benim Kızılcık Şerbeti ile maceram böyle başladı.
Çok uzun zamandır hiçbir yeni diziye başlayamayan, bir filmi birkaç mola ve bol bol sosyal medya arasıyla tamamlayabilen biri olarak, Kızılcık Şerbeti binge’lemeye başladım. Kolay değil, 20 haftadır devam eden, iki saatlik bir diziden bahsediyoruz. Sonra fark ettim ki sanal arkadaşlarımdan tutun da genelde ortak seyir zevklerimizin olduğu, hayata aynı yönden bakmayı sevdiğim ama birbirilerinden farklı birçok kadını birleştiren yeni bir dizimiz olmuş.
Henüz izlemeyenler, bu yoğun ilgi nedeniyle izlemeye niyetlenip bu kolektif izleme deneyiminin bir parçası olmak isteyenler için kısacık bir özet: Muhafazakar ve seküler iki ailenin, birbirine aşık çocukları vesilesiyle kocaaamaan bir aile olmasını izliyoruz. Bol curcunalı, sık sık sinir bozan, “Nasıl yani böyle bir şey mi var?” diyerek şaşırmalara doyamadığımız bir macera. Bir noktada el yükseltip “Kızılcık Şerbeti, (şimdilik) feminist bir bilinçle yazılmış, dert edindiği meselesi olan bir dizi”deme cüretini göstereceğim. En azından bir kadın olarak bana hissettirdiği bu. Tabii bu yorum, diziye politik bir bilinç ya da sorumluluk yüklediğim anlamına gelmesin. 140 dakikalık, RTÜK ve ekran tanrılarının kodlarına uymak zorunda olan, klişelerle yoğrulmuş bir TV dizisinden bahsediyoruz neticede. Ancak çok uzun zamandır ekranda maruz bırakıldığımız yerli dramaları eşliğinde düşünüp özellikle son birkaç haftadır dizinin kadın karakterlerinin ele alınışlarını ve evrilişini izledikçe ilk baştaki cümleyi mırıldanırken buluyorum kendimi.
Ama en önemlisi de insan, yıllardır bir türlü aşamadığımız seküler ve muhafazakar kesim arasındaki kutuplaşmayı -şimdilik- oldukça doğru ve seyir zevki yüksek şekilde ele alan bir hikayeye burun kıvıramıyor.
6284 kadınlar, çocuklar ve LGBTİ+’ların en büyük güvencelerinden biri. Bu önemli yasanın, politik oyunların malzemesi yapıldığı bu günlerde, zaten çok öfkeliyken, kadın temsiliyetine özenle yaklaşan bir dizide bu mücadele ve dayanışmanın yansımalarını görmek bize iyi geldi. Özellikle son bölümde, Nursema’nın o ikonik sahnesi ve başörtüsünü düzelttiği anı kaç kere izledim inanın bilmiyorum. O minik hareket, “İster örtümüzü düzeltelim, ister saçımızı savuralım, fark etmez. Biraz da sizin huzurunuz ve düzeniniz bozulsun. Kadınlar özgürleşecek. Şimdi yiyin birbirinizi!” anıydı.Nursema’nın isyanında iştahımızı kabartan birçok etken var ama isyanını özellikle annesi Pembe Hanım’a yöneltip “Biraz da o evde senin huzurun bozulsun anne!” demesine ve annesiyle ilişkisine ayrı bir paragraf açmak gerekiyor.
“Aman ağzımızın tadı kaçmasın” diyen annelerle ilk kez karşılaşmıyoruz. Maalesef hem kurgusal dünyalarda hem de buz gibi gerçekliğimizde çocuklarının, eşlerinin ve hatta kendi mutluluklarının önüne “elalemin diyeceklerini” koyan insanlarla dolu bir toplumuz biz. “Başkaları ne der” endişesi de elbette ataerkinin bizim boynumuza geçirdiği zincirlerden biri. Tıpkı kutsallaştırılan anne miti gibi. Günlük hayatta sık sık karşılaşabildiğimiz, oğullarına aşık; kızlarını ise bir an önce kendi bildiği düzenin bir parçası yaparak, bir anlamda kendi kaderini yaşatma hevesindeki kadınlardan biri Pembe Hanım. Kontrol edemediği, istemediği her şeyden bir mağduriyet çıkarabiliyor. Hatta “Ben öleyim de siz rahatlayın”, “Siz beni çok üzüyorsunuz” diyerek kutsal analık kartını kullanmayı da çok iyi biliyor. Tam da bu nedenle Nursema’nın annesi ile ilişkisini izlerken kalbimizin üstüne bir ağırlık çöküyor. İyilik yaptığını düşünen, iyiyi sadece kendinden bilen Pembe Hanım, kızının hayatını mahvediyor. Nursema’nın kendinden farklı bir yolda gidecek olma ihtimali bile onu çıldırtıyor. Tüm bunları Pembe’yi, dolayısıyla bir kadını suçlamak için yazmıyorum elbette. Hatta dizide baba Abdullah’ın masum, iyi niyetli, akil bir figür gibi gösterilip Pembe’nin canavarlaştırılmasına da biraz bozuluyorum içten içe. Kimi zaman olgun tutumlarıyla da görebildiğimiz, görücü usulü evlendirilmiş, hayatı kocası ve çocuklarından ibaret olmuş Pembe’nin önce kendi sonra da çocukları için kendini sorgulayacağı bir döneme girmesini heyecanla bekleyeceğim.
Evet, tüm bunları izlemek bize iyi geldi. Fakat bize iyi gelen şey, belli ki RTÜK’e o kadar da iyi gelmemiş zira, Show TV’ye Kızılcık Şerbeti dizisine ‘kadına karşı şiddet’ sahneleri nedeniyle beşer kez yayın ve program durdurma ile üst sınırdan idari para cezası verildi. Türkiye televizyonlarında şiddet sahnelerini normalleştiren bir külliyat yokmuş gibi… Ülke gündemine yetişmeye çalışarak geçen hayatlarımızın bu döneminde Kızılcık Şerbeti de payına düşeni aldı. Onun üzerinden konuşuyor, toplum ve ülke geleceğine dair çıkarımlar yapıyoruz. Neticede bu ülkede bir televizyon dizisi bile sadece bir televizyon dizisi olamıyor.
Hal böyleyken biz de birbirinden farklı yaşlarda, farklı meslekleri olan kısacası her biri farklı hayat yollarında yürüyen kadınlara sorduk: Kızılcık Şerbeti’nin “olayı” ne? Çeşitli yanıtlar ve farklı nedenler arasında buluştuğumuz bir nokta var: “YÜRÜ BE NURSEMA!”
“Ben ve benim gibi kadınların ekran önünde anlatılacak bir hikayeye değer olduğunun görülmesi sevindirdi beni. ”
Kübra Solmaz, 30, politika analisti
“Medya ve iletişim çalışmaları alanında yüksek lisans yaptığım için yerli dizilerdeki kadın temsilleri zaten ilgi alanlarım arasındaydı. Özellikle örtülü kadın temsiliyeti üzerine çalışma yapmak isteyen ama bu alanda yeterli diziye ulaşamama sorunuyla uğraşıyordum. Kızılcık Şerbeti’ne başlamam biraz da bu nedenle oldu. Fakat özellikle son bölümleri severek izlememin nedeni Nursema karakterinin öne çıkan ve diziye yön veren hikayesi. Bu zamana kadar belki de tamamen olmasa da belli unsurlarıyla ben ve benim gibi kadınların ekran önünde anlatılacak bir hikayeye değer olduğunun görülmesi sevindirdi beni.
Ayrıca genç bir kadının dini kimliğinden vazgeçmeden bu ülkede din kisvesi altında meşrulaştırılan kadın düşmanı gelenek ve örfle mücadele etmesini bir dizide izlemek de bana çok iyi geldi. Nursema’nın dini kimliğinden vazgeçmeden hatta belki bu kimlikten güç alarak ataerkil kültürel kodlarla mücadele etmesini izlemek inanıyorum ki benzer yollardan geçen birçok kadına yalnız olmadıklarını hissettirdi bence. Bu direnişi de annesi kendisini yapayalnız bırakmış olsa da başta göz devirdiği ve mesafeli durduğu Doğa ve Alev ile birlikte kadın dayanışması içerisinde yapmış olması da çok değerli. Ve biraz da aşk… Nursema gibi kadınların İbrahim gibi ‘dindar’ görünümlü zorba, toksik ve şiddete eğilimli insanlara mecbur olmadığını, belki biraz idealize edilmiş olduğunu düşünsem de Umut gibi kendisini gerçekten seven ve iyi kalpli erkeklerle de karşılaşma ihtimalinin olabileceğine dair biz izleyicilere umut vermesi de diziye bağlanma nedenlerimden biri.”
“Nursema, nazarımda Game of Thrones’un Arya Stark’ı gibi bir figür artık.”
Bahar Çuhadar, 43, gazeteci
“Hem kişisel hem memleketçe zor bir dönemden geçerken kafamı dağıtmak niyetiyle başladım diziye. İki ayrı profilden kadının -biri beni çok iyi tanıyan, meslektaşım bir arkadaşım diğeri evde elim kolum olan yardımcım-komşum- ısrarlı “Aa, derhal başla!” önerilerinin izinde… Beklentimi yüksek tutmadım, hatta fazlasıyla düşüktü… Ama üstümüze standart güzellik ya da şöhret seviyesindeki ‘yıldız oyuncular’ yağdırmayan bu dizi; memleketin, aslında kuruluşundan beri, ama hadi ’80 sonrası diyelim, toplumsal kutuplaşmasını gayet ‘seyirci dostu’ bir dozla damarlara zerk etmeyi başarıyordu. Birkaç bölüm içinde biri muhafazakar öteki seküler kutbu temsil eden iki Türk ailesinin ev içlerinin müptelası haline geldim. Ama son üç-dört bölümdür asıl olarak, adeta feminist hareketin bayrağını yükselten Nursema’mızın öyküsüyle kalbim pıt pıt atıyor. Nursema, nazarımda Game of Thrones’un Arya Stark’ı gibi bir figür artık. Sırf kadın olduğu için ona hayatı dar edenleri -anne babası başta olmak üzere- tek tek listeleyip intikamını soğukkanlı bir şekilde midesine indirecek umarım.
‘Kızılcık Şerbeti’ malum; yeni nesil İslami burjuvaziyi (Abdullah Bey ve mahdumları çok zengin) temsil eden bir aile ile damarlarından sekülerlik akan ve tamamen kadınlardan oluşan (onların da evleri gıcır, deniz manzaralı falan) üst orta sınıf bir aileyi karşı karşıya getiriyor. Daha doğrusu neredeyse her bir karakteri birbiriyle eşleştirerek iç içe geçiriyor diyelim. Senaryonun başarısıysa -bence- her iki kesimin de sokakta, sosyal medyada, akrabalarımızda, çekirdek ailemizde vs. her an karşımıza çıkan ‘tuhaf’ hallerini ( ‘tuhaf’ yerine komik mi desem, absürt mü, akıl dışı mı; bilemedim…) tatlı tatlı sergilemesinde. Modern-muhafazakar ailenin tavırları sinir bozucu derecede bağnaz ve baskıcı, evet. Modern-seküler aile sütten mi çıkmış peki? İki tarafın da sıradanlaşmış, toplumca kabul gören ikiyüzlü hallerini ince ince gösteriyor dizi. Belki de biraz ‘aile’ mefhumuna ve Türk toplumunun ‘geleneksel’ kodlarına bakmaya salık veriyor bizi… İki tarafı da çekeliyor kısaca, bunu yaparken de esprili bir ton tutturmayı başarıyor; hem konuşulan dilde hem de oyuncuların performanslarında. Pek çok ‘yersiz uzun yerli dizi’ gibi çiğ hallere düştüğü olsa da son üç bölümde Nursema’nın haklı mücadelesini gayet lokal, bizden bir tonla anlatmayı başarması özellikle takdire şayan.”
“Bu dizi, kadınların yanında duruyor.”
Gamze Kantarcıoğlu, 33, yazı işleri müdürü
Beni yakalayan esas şey, Türkiye’de son 20 yıldır şiddetlenerek artan, seküler ve muhafazakar kesim arasındaki kutuplaşmayı ele alışı oldu. Günlük hayatlarımıza epeydir sirayet eden ama bir şekilde kendi fanuslarımızda yaşayarak yokmuş gibi davranmayı başardığımız kutuplaşmayı stilize etmeden yalın bir şekilde sunuyor. Bunu yaparken de bir taraf seçmiyor; senaryo iki tarafın da doğrularını ve yanlışlarını göstererek başarması zor bir denge kuruyor.
Kızılcık Şerbeti’ni diğer TV dizilerinden farklı kılanlardan biri de şu: Bu dizi, kadınların yanında duruyor. Kadınlar birbirinin kuyusunu kazmaya çalışmıyorlar (Şimdilik Nilay hariç, ki ilerleyen sezonlarda onun da karakter dönüşümüne şahit olacağımıza emin gibiyim), şiddete karşı boyun eğmiyorlar, gördükleri kötü muameleye karşı el ele ve dik duruyorlar. İlk bakışta aşk draması gibi görünen bu dizi, Türkiye’nin demografik yapısını apaçık göstermenin yanı sıra bence içinde bulunduğumuz kutuplaşma çıkmazından nasıl kurtulabileceğimizin de ipuçlarını veriyor. “Bizden olmayan”larla da duygudaş olabileceğimizi, dinlemenin önemini, empati kurmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Umarım dizi, kendimizden uzak gördüğümüz kesimlerle aramızda yeni köprüler kurmaya vesile olur. Son olarak; şiddetin failleri hangi görüşten, aileden, kesimden olursa olsun: #YanındayızNursema!
#KizilcikŞerbeti doğal, ev yapımı ciddiyetli sunumumuz için buyrunuz 👇devamı gelecektir. not: muhafazakar aile için muh, seküler ailemiz için sek kısaltması kullanılmaktadır. @silaturkogluu @dogukanngungor7 pic.twitter.com/vEHcw2fAfQ
— meleko (@KendindenBaska) March 27, 2023
“Böyle bir politik iklimde, dizide bu şiddete karşı gelen ve birlikte güçlenen kadınları izlemek bize çok dokundu.”
Seda Yılmaz, 41, yazar ve editör
“Twitter’da arkadaşlarımın cuma günleri dizi hakkındaki sohbetlerini gördükçe ‘acaba’larla da olsa diziye başladım. Zaten beklentim de yüksek değildi. Sonradan izlemeye başlasam da dizinin haftalık ritmini yakalamayı da başardım. Beni ilk olarak Kıvılcım ve ailesi yakaladı. Kadınlardan oluşan bu aile, kendi ailemi çağrıştırdı. Diyaloglar o kadar sahiciydi ki, Solmaz Hanım’ın söylediği bir cümleyi anneannemden de duyabilirim. En etkileyici yönü ise ülkenin en kurcalanan meselelerinden birini, kadın hikayeleriyle birlikte anlatmasıydı. Üstelik bir taraf iyi, diğeri kötü demiyor, böyle gösterme çabası da yok. Bir aşk hikayesiyle başladık ama sonra katmanlar açıldı, karakterleri tanıdık.
Dizi ilerledikçe, özellikle Nursema karakterine methiyeler düzen tweet’ler atarken buldum kendimi. Nursema üzerinden gördük ki bir kadının, bir erkek tarafından kurtarılmaya ihtiyacı yok. Son bölümde herkesin bu kadar duygulanmasının en önemli nedeni, bir kadının ‘Ben buna katlanmayacağım’ diyerek baskılara, şiddete ve eril düzene kadın dayanışmasının gücüyle karşı çıkmasıydı bence. Birbirlerinden farklı olsalar da kadın kadının yurdudur sözünün karşılığını görebiliyoruz. Zamanlaması da bir o kadar etkileyici… Kadın hakları ve kadına şiddet konusunda hayati önem taşıyan 6284 sayılı yasaya karşı olan bir iktidar blogu var. Zaten hali hazırda kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet artmış durumda, hepimiz çok öfkeliyiz. Böyle bir politik iklimde, dizide bu şiddete karşı gelen ve birlikte güçlenen kadınları izlemek bize çok dokundu.”
“Nursema’nın tüm ailesine, herkese rest çekip güçlendiğini gördüğümüz sahne beni çok etkiledi.”
Ayşegül, 54, öğretmen
“Türkiye’nin en önemli konularından biri hakkında yeni ve farklı bir şey söylemeye çalışan bir dizi. Belki de çok uzun zaman önce ele alınması gereken ama bir türlü söylenmeyen bir konuyu ele aldığı için dikkatimi çekti en başta. Özellikle Kıvılcım karakterinin fikirlerinin arkasında durması beni çok mutlu ediyor. Bir yandan da ataerkil baskıların, ekonomik güç, eğitim düzeyi, aile yapıları fark etmeksizin her kadını etkileyebildiğini görüyoruz bu dizide. Maalesef her kadın bir şekilde bu baskılarla mücadele ediyor. Son bölümde Nursema’nın tüm ailesine, herkese rest çekip güçlendiğini gördüğümüz sahne beni çok etkiledi. Kadınların sohbet edip dertleşebilmelerini, çok farklı fikirleri olsa da birbirlerine yardım etmelerini görmek hepimize iyi geliyor. Ben de çok mutlu oldum izlerken. Umarım dizi bozmadan, bu şekilde gider.”
“Bu kadar güncel bir konuyu propaganda malzemesine dönüştürmeden işlemeyi başarıyor.”
Nazlı Esen Albayrak, 28, iş geliştirme uzmanı (ve fangirl)
“Kızılcık Şerbeti öyle beklenmedik bir anda hayatımıza girdi ki sanırım bu konuda hepimiz hâlâ biraz şaşkınız. Benim kısa bir süre öncesine kadar izleyebileceğimi düşündüğüm bir iş dahi değilken Show TV’nin gündüz kuşağında, tam da televizyon yayınlarının yeni yeni normale döndüğü sıralarda karşıma çıkmasıyla dizinin temel meselesinin, aslında tahmin ettiğimden çok daha yalın olduğunu fark ettim. İnsana dair gerçekçi hikayeleri izlemeyi her zaman çok sevmişimdir. Üstüne üstlük bu dizi, bizim yerli dizilerde pek sık rastlamadığımız şekilde, bu kadar güncel bir konuyu propaganda malzemesine dönüştürmeden işlemeyi başarıyor. Güçlü kadın karakterleri bir amaç doğrultusunda, diğer tüm kimliklerinden ve inançlarından bağımsız şekilde, ciddi bir isyanın, bir dönüşümün öznesi olarak izleyebilmek benim için çok gurur verici. Bunda şüphesiz titizlikle işlenmiş senaryonun, son derece güçlü rejinin ve bize haftalardır oyunculuk şöleni yaşatan kadronun çok büyük katkısı var. İnanıyorum ki Kızılcık Şerbeti başarılarına yenilerini ekleyerek yayın hayatına devam edecek ve arkadaş sohbetlerimiz bir süre daha bu kurgu dünya etrafında şekillenecek. Zira böyle ikonik sahnelere ve hatta aynı anda ortak bir eylemi sürdürebilmeye çok ihtiyacımız var.”
“Yürü be Nursema, kim ne derse desin. Zaten de diyemeyecekler. Kim ki onlar?”
Zeynep, 39, kimyager
“Nursema’nın günlerdir yaşadıkları, en yakınları tarafından uğratıldığı tüm hayal kırıklıkları, Doğa ve Alev’in ona o kadar büyük bir sıcaklıkla kucak açmasının hem şaşırtıcılığı ve aslında ne de güzel normalliği derken onun son derece bulaşıcı cesareti ile herkesin olan biteni duyduğu bir hikayenin sonuna geldik diyeceğim ama Nursema için aslında en başındayız. Nursema kendi her şeye rağmen kararmayan kalbi, kendi aklı, kendi cesareti ve onu korumayı kafaya koymuş başka cesur kadınlar sayesinde çıktı oradan, değiştirdi kaderini. Yürü be Nursema, kim ne derse desin. Zaten de diyemeyecekler. Kim ki onlar?”