
‘‘Az önce ne izledim ben?’’ etkisi yaratan bir film: May December
Köln Film Festivali kapsamında Filmpalast’ta izlediğim May December, yönetmen Todd Haynes ve Julianne Moore’u yıllar sonra yeniden buluşturuyor. Başrolde Natalie Portman da var. Charles Melton, tüm ilgi çekiciliğiyle sahada. Depresif, rahatsız edici, biraz gerçek hayat esintili bir hikaye arıyorsanız ve bu hikayeyi Türk televizyon dizilerinde bulamadıysanız May December doğru film.
May December hakkında yazmak çok kolay değil. Ancak bir filme eleştirel yaklaşmanın güzel tarafları var. İnsanı çileden çıkaran karakterleri ve can sıkıcı hikayesini seyirciye altın bir tepside sunan May December, Todd Haynes’in en iyi filmlerinden biri. Gönlümüz hâlâ Carol’da kalsa da May December’ı da sık sık anacağımız kesin.
Filmin hikayesi tanıdık başlıyor, 50-60 yaşlarındaki Gracie ve ondan çok daha genç olan eşi Joe. Bir zıtlık var. Todd Haynes, filmin ilk dakikalarında bu evliliğin bir aşk evliliği olmadığının sinyallerini veriyor. Dramatik sahne yapısı, Hitchcock tadında geçişlerle sağlanıyor; Gracie kontrolcü ve manipülatif bir karakter. Sıradan biri olmaktan da çok uzak. Ünlü bir kadın, daha önce televizyona çıktığı belli. Hayatı yakında filme dönüşecek. Elizabeth, bu noktada devreye giriyor. Natalie Portman’ın canlandırdığı karakter, en az Gracie kadar nevi şahsına münhasır biri. Filmde Gracie’ye hayat vermesi beklenen Elizabeth, Gracie hakkında daha fazla fikir sahibi olmak için bu ailenin hayatına birden dalıyor. Gracie’nin eski eşi ve çocuklarını sorguluyor, komşusuna denk geliyor, çalıştığı yere gidiyor. Joe’yu baştan çıkarmaya bile çalışıyor, çünkü Gracie gibi hissetmek için Gracie olmak zorunda. En azından buna inanıyor.
Elizabeth de sağlıklı bir karakter değil, Gracie kadar olmasa da benzer manipülatif davranışları sergiliyor. Gracie’nin kullandığı makyaj malzemelerini deşiyor, kıyafetlerini kopyalıyor. Haynes’in Bergman esintileri taşıyan bu hamleleri, yakın plan kamera açılarıyla bütünlük sağlıyor. Çok geçmeden Gracie’nin hayatının neden filme dönüştürüldüğü de belli oluyor zaten. Joe 13, Gracie 36 yaşındayken başlayan ilişkileri olayın ortaya çıkışından sonra sarpa sarıyor. Bi’ zahmet! Gracie’nin hapse girmesi, hapiste Joe’nun çocuklarını doğurması derken ikili bugünlere geliyor. Gracie, şimdiki zamanda geçen filmde 60’lı yaşlarda. Joe ise, 36. Üç çocukları var. Dışarıdan mükemmel bir çift gibi görünen ikili gece olduğunda bıçakları çekiyor.
Kimin kimi baştan çıkardığı konusunda ciddi anlaşmazlıklar var
Birbirlerine ”aşık” olduklarını iddia etseler de durumun çok daha farklı olduğu bariz. Ortada ne aşk var, ne sevda. Joe’nun çocukken Gracie’nin cinsel istismarına uğradığını inkar etmenin alemi yok. Joe yıllarca çocuk kalmış, yaşayamadığı gençliğinin hisleri ortada. Kendi oğlunu kıskanıyor çünkü Joe hiçbir zaman üniversiteye gitmemiş. Oğlu ve kızının mezuniyet töreninde gözyaşlarına engel olamıyor çünkü kendisi aynı duygularla boğuşmamış. Bunları fark etmesi de yıllar alıyor; boynu bükük, yalnız ve utangaç, içine kapanık.
Gracie, öte yandan, mükemmel bir manipülatör; çevresindeki insanları çekip çeviriyor kendince. Joe, ilişkilerini sorguladığında ”Beni sen baştan çıkardın” diyor. Pardon? Haynes’in, Gracie’yi haklı çıkarma ya da tarafında olma gibi bir amacı yok. Film, bir suçu ve suça verilen tepkileri değil; o suça karşı hissettiğimiz duygular üstüne.
Hal böyle olunca, filmin nerede biteceği ve nasıl sonlanacağını tahmin etmek de zorlaşıyor. Bir heyecan anı ya da adrenalin patlaması bekledikçe o sahne bir türlü gelmiyor. Gracie, Joe ve Elizabeth bu suçu farklı şekillerde içselleştirirken seyirci tanımadığı hayatlara uzaktan bakmakla yetiniyor. Filmin yan karakterlerinden birisi Gracie’nin söz konusu suçu neden işlediğine yönelik bir teoriye sahip. Üstelik bu teori ortaya atıldığı ilk andan itibaren seyirci merakta kalıyor. Öyle mi? Olabilir mi? Yönetmen bize daha fazlasını vermiyor, Gracie iddiaları reddediyor. Bu teori doğruysa bile, Gracie’nin suçu hafiflemiyor. Gracie’yi bir kurban olarak sınıflandırmak çok zor; fakat naif kimliğinin arkasına gizlenmiş savunmasız bir kadın da var. Yine de öyle aman aman kompleks bir karakter olduğunu söylemek mümkün değil.
Filmin sonunda ne oluyor peki?
Karakterler çok katmanlı olay örgüsüne hizmet ediyor ama açılan her yeni diyalog başka bir gizemi alaşağı etmiyor. Arka arkaya gelen depresyon atakları, ağlama krizleri, seks sahnesi. Gizli bir mesajlaşma, gösterilmeyen bir surat. Filmin son dakikalarında Gracie’nin kendini öldüreceği ya da Joe’yu öldüreceği yönündeki sinyaller de çaresiz. Kimse ölmüyor dostlar. Film, bir yere varmıyor. Todd Haynes’in bu seçeneği tercih etmesini de anlıyorum. Yukarıda bir yerlerde de dediğim gibi film bastırılan ve üstesinden gelinemeyen hisler üzerine. Daha fazlası değil. Cezalandırma ya da affetme yok. Mesela filmin sonunu hiç görmüyoruz. Bir son izliyoruz evet ama kime ait bir son bu? Elizabeth’in filmi başarılı oldu mu? Gracie ve Joe hala birlikte mi? Elizabeth de Gracie gibi benzer bir suça karıştı mı? Gracie’nin çocukları mutlu bir şekilde büyüdü mü? Bu soruların cevabını hayal gücümüze bırakan yönetmen, hayal gücünü kullanmayı bilmeyen veya hiç öğrenmemiş seyirci için bile aralık bir kapı bırakıyor. İstediğiniz sonu yazabilirsiniz ve gerisi size kalmış.