
Müzikli kariyer basamakları – 2
Yazı: Merve Boz
Geçen haftalarda dadanizm size şarkılar aracılığıyla kariyer basamaklarını nasıl hızlıca tırmanabileceğinize dair püf noktaları bir bir açık edeceğini duyurmuştu. Sözümüzü tutuyoruz ve kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bir Çarşamba akşamı bu yazıyı neden mi yazıyoruz? Çünkü biz de yarın sabaha bir proje sunumunun insanı kaskatı eden ezici stresi altındayız ve tam şu dakikalarda gençliklerinde related video kurbanı olup tezlerini güç bela 20 küsür yaşlarında verebilmişlerin hayata meydan okurcasına -yaş 30’a dayanmış olsa da- sunumlarını yine son dakikaya bıraktıklarından ve yarın sabahı düşünmektense kendilerini bekleyen 10 seneyi düşündüklerinden neredeyse eminim.
İyi de ne gereği var sunum stresi çekmeye? Neden kendi ellerimizle yazdığımız, pavırpointlerde özenle hazırladığımız metinleri sunmaktan geceleri uykusuzluktan şişecek kadar ürküyoruz? Halbuki bir sunumu başımızdan def etmenin sadece iki koşulu var, bunu siz de biliyorsunuz. Birincisi; sunum isterse latince olsun, korkmayın. “Ali ata bak” kurgusu içimize nasıl işlediyse ürktüğünüz bu dilin de içinize -mesela uykuda- öyle işlediğini düşünün. İşte o zaman görün bakın nasıl içten “first of all’ları furthermore’ları” diziveriyorsunuz. Evet, ilk kural, eskilerin deyimiyle yolun yarısı, inanmak. Gazetelerin İK sayfaları bunlarla dolu, dediklerine göre meğer kişi kendine gerçekten inanabilirmiş bile ormandaki aslan olduğuna. Aman dikkat, bizim derdimiz ekmek parası. Meramımızı şarkılarla anlatmayı prensip edinmiş bir grup olarak hemen örneğini verelim sevgili dadanistler.
İşte gördüğünüz üzere, John Cage bu videoda “minimal da minimal” diye tutturmasının bedelini ağır ödüyor ama yine de bu manifestovari gösteriyle sosyal mesajı geçiriveriyor müzik tarihine. Ben şahsen bu manifestoya “kamooon” çekenlerdenim ama yine de ummadığınız anda işe yarayabilir. Örneğin günlerdir hazırlandığınız sunum yarın sabaha, insanların karşısına geçtiniz, o da ne? Koca metinden bir kelime dahi hatırlamıyorsunuz. Olur mu olur. “Borsa…nedir yani?” diyiverin ve uzun bir sessizliğe gömülün karşınızdaki insanların gözlerini delerekten bekleyin. Ha böyle bir rezalet karşısında uyarı yemez misiniz, yersiniz ama en azından gururunuz size kalır.
İkincisi, üstteki kadar kötü bir örneğin kurbanı olmadınız diyelim fakat yine de bir şeyler eksik. 90’ların sıkıcı öğretmenleri gibi pavırpointe yazdıklarınızı bir bir okuyorsunuz, projeksiyonun alnınıza yansıttığı ışık “bitse de gitsek” şeklinde yanıp yanıp sönüyor. İşte bu noktada geçirdiğiniz dakikaların kıymetini bilmenizi, şükür etmenizi tavsiye ediyoruz. Aynı sabaha kafanızın üzerinde patlayan su boruları ile uyanmış da olabilirsiniz? Daha kötüsü: ya doktorunuz size de sigarayı bıraktırmaya niyetlendiğiden herhangi bir devlet hastanesinde günde 3 paket Samsun içtikleri için koah hastalığıyla cebelleşenleri ziyaret etmenizi tavsiye etseydi? Siz de gidip bu tavsiyeye uysaydınız ne olacaktı? Her halükarda leş gibi interaktif bir iki saat geçirmek sizin bizatihi tercihiniz olmalı. Bakın hem de nasıl:
Doğaçlama ve şükür nelere kadir görüyorsunuz değil mi? Yeri gelmişken Boby McFerrin’in bu videoda birlikte transa geçtiği ekürisi Thomas Quasthoff’u mıncık mıncık öpüyorum. Kendisi aynı zamanda Schubert Winterreise’i en birinci yorumlayanlardan. Muh ona!
Bu temel iki dersten sonra bile içinizden hala bir türlü atamadığınız örümcek ağı gibi bir huzursuzluk varsa elimizdeki son kozu kullanmayı görev biliriz. Bu öyle sihirli bir cümledir ki kudret narı gibi her yarayı kapatır. O da şu: BEN DE BİR ANANIN EVLADIYIM! İşbu bonus track’inizi her an her yere taşıyabilir, ortalık yerlerde severek kullanabilirsiniz sevgili dadanistler.