Post-apokaliptik düşler ve kıyamet sonrası yalanlar: Sweet Tooth 2. sezon değerlendirmesi

Sweet Tooth, yaklaşık iki senenin ardından ekrana dönmeyi başardı. Başardı diyorum zira Netflix, 2021’den bu yana çok sayıda diziyi iptal etti. Acıları yüreğimizde taze. DC çıkışlı Sweet Tooth ise ismi gibi tatlı mı tatlı bir sürprizle ikinci sezon onayını kaptı. Geçtiğimiz hafta yayına giren dizi için kalbimizde minik bir yer açtık. Sizi de davet edelim istedik, haydi dadanalım.

İlk sezonda genç-yetişkin distopyanın hakkını vermek için çırpınan Sweet Tooth, ikinci sezonda çok daha sakin ve kararlı bir hikaye akışı sunuyor. Gus, Wendy ve melezlerin geri kalanı Abbot’un emri altında kilitli. Gribe çare bulmaya çalışan Dr. Singh ise kafayı yemek üzere. Bugüne dek Sweet Tooth’tan bir haber olanlara açıklama yapmakta fayda var.

Post-apokaliptik bir evrende geçen Sweet Tooth, dünya nüfusunu anlaması güç bir grip salgınının yok ettiği ve genetik mutasyon sonucu bebeklerin hayvanlara ait özelliklerle doğduğu bir hikayeyi anlatıyor. Hayvanlara ait özellikler tanımlaması yaparak, bu platformdaki en politik doğrucu cümleyi kurmuş sayılırım. Basitçe anlatmak gerekirse, bebekler yarı geyik ya da yarı domuz veya yarı fil, hiç olmadı yarı maymun doğuyor. Bu sırada akıllarda ”Zaten maymunlardan evrilmedik mi?” gibi deli sorular. Melez olarak adlandırılan çocukların kanı sayesinde gripten kurtulacağını sanan bir avuç diktatörün melezleri avladığı ve öldürdüğü bir hikayeyi ele alan Sweet Tooth’un esas oğlanı Gus. Kendisi her şeyin başlangıcı ve sonunda yaşıyor. Dizinin ikinci sezonu, seyirciye gribin çıkış noktasına ilişkin ipucunu nihayet veriyor. Nihayet diyorum zira, 14 Mayıs’ı bekler gibi gribin sebebini öğrenmeyi bekledik. Yıllar geçti, aylar ve sonra günler. Geriye yalnızca iki hafta kaldı. Türkiye’nin kaderi… Pardon, kamu spotunu devre dışı bırakıyorum.

Of, inanır mısınız, burada da Covid var

Bu cümleden sonra söyleyeceğim her şeyin spoiler niteliği taşıyacağı konusunda uyarıyorum, demedi demeyin. Meğer, grip Forth Smith isimli ileri teknolojiye sahip bir laboratuvardan kaçmış. Kaçmakla kalmamış, bu süreçte genetik mutasyona da sebep olmuş, melezler de tüm engellere rağmen doğmuş. Tanıdık geldi değil mi? Covid ilk çıktığında, hatta çok sonraları da gribin yanlış giden bir deney sonucu Çin’deki bir laboratuvardan sızdığına dair komplo teorileri vardı. Üstelik, covide yönelik aşı geliştirildiğinde de hatırı sayılır bir kesim aşı olmayı reddetmiş ve bizi çılgın mutasyon fikirlerine maruz bırakmıştı. Buyurun foruma. Sweet Tooth’u izlerken o komplo teorileri azıcık, ama minicik kafanızda beliriyor. Dizi ikinci sezona hızlı bir giriş yapmak istese de ilk bölümlere yavaş bir tempo hakim. Melezlerin, Abbot’un elinden kurtulması altı bölüm sürüyor; bu sırada Gus’ın geçmişine ve gribin orijinine dair pek çok yeni bilgi öğreniyoruz tabii.

Şaşırtmayan bir rota değişikliği

Hareketli karakterlere sahip bir hikayenin, durağan senaryo akışı zaman zaman canımızı sıksa da dizinin ikinci sezonunun ayakları yere basan bir yönü var. Karakterlerin bir sonraki sahnesini tahmin etmek çok zor değil. Senarist, seyirciye nereye bakması ve nerede cevap araması gerektiğini de sık sık hatırlatıyor. İkinci sezonun ziyaret noktalarından biri olan Alaska, hikayeye gizemli bir dokunuş katıyor. Gus’ın ”annesi” Birdie’nin dünyayı kurtarmak ve melezlerin sırrını çözmek için Alaska’ya gittiğini öğreniyoruz. Senaristin kendini olası bir dağınıklıktan koruduğunu da bu şekilde anlıyoruz aslında. Distopik hikayeler tek mekan, tek ülke çizgisinde ilerlerken genellikle rota değiştirmek zorunda kalır. Seyircinin ilgisini canlı tutmak için yapılan bir hamle olmanın ötesinde, senariste tek mekanda yakalayamadığı heyecanı bu mekan değişikliği verir. The 100, Snowpiercer ve niceleri bu yüzden ayakta kaldı. Tek mekana çok sayıda insanı sıkıştırıp seyirciyi ekrana kilitlemeyi başaran distopik tek dizi kuşkusuz Lost. Ancak malum, sonra çok bozdu.

Çok rahat, çok profesyonel

Sweet Tooth da halefleri gibi bizi Amerika’dan çıkarıp, bambaşka bir diyara davet ediyor ki yeni bir macerada buluşalım. Dizinin ikinci sezonu Abbot ve askerlerini geride bırakıyor. Akıllıca bir karar, kutluyorum. Kendilerini bir sezon daha çekecek bünyemiz, aklımız kalmamıştır. Fakat senarist kötü karakter koltuğunu da boş bırakmıyor. Dr. Singh, derde deva olayım derken kafayı kırdı. Halüsinasyon falan da görüyor, tahtaya vurun hemen, öylesi evlerden ırak. Ama bizi esas heyecanlandıran kişi, Helen Zhang’ın ta kendisi. İkinci sezonun sürpriz karakterleri Abbot’un bile hükmünün geçmediği bir grup liderden oluşuyor. ”The Three” olarak adlandırılan bu grubun en güçlüsü, boş zamanlarında cinayet işleyen Zhang. İkinci sezon, Abbot’un düşüşü ve Zhang’ın yükselişine de zemin hazırlıyor. Zhang, Abbot’un aksine çok rahat, çok profesyonel. Tıpkı, bu videodaki gibi. Abbot, Yusuf Miroğlu ise Zhang Polat Alemdar.

Üçüncü sezon için acil onay

Öte yandan dizinin tatlı karakterlerine, bir o kadar da tatlı ismine kanmamak için çok sebep var. İlk sezonda bir çocuğun bakış açısını yansıtan dizi, hikayenin ana kahramanı Gus’ın da büyümesiyle yavaş yavaş karanlık bir hal alıyor. Harry Potter ve Sırlar Odası’ndan Azkaban Tutsağı’na geçiş gibi yumuşak ve örtülü bir perde bu. Şiddet sahnelerindeki artış, Gus’ın diğer melezlerin aksine erken büyümek zorunda kalışı da bu yüzden. Dizinin kendi içindeki cesareti de takdir edilesi, zira genetik mutasyonu (X-Men fanları buluşuyor) açıklamak o kadar da zor değil. Fakat insan bir anneden doğan timsah çocuk hakkında inanın ki benim bile bir fikrim yok. Timsah çocuk Peter’a erken veda etmenin hüznünü de şuraya bırakalım. Gözyaşları sel.

Sweet Tooth, ikinci sezonda beklentinin ötesine geçiyor. En azından bu yazarın beklentilerini karşıladı. Geriye bir tek Netflix’in üçüncü bir sezon için diziye onay vermesi kalıyor. Hiç de güvenim yok inanır mısınız. Dizinin yapımcısı Robert Downey Jr’ın torpili geçer inşallah.