Parklarda bahçelerde caz: 26. İstanbul Caz Festivali şehre yayılmaya hazırlanıyor

Şehrin kimliğini pekiştiren İstanbul Caz Festivali’ni direktörü Harun İzer’den dinledik.

İstanbul Caz Festivali bu yıl, 26. senesinde, 29 Haziran – 18 Temmuz tarihlerinde yola koyulacak. Şehrin tüm özgün noktalarını kendine mesken edinen festival, bu yıl da salonlarının dışına taşıyor; parkları, bahçeleri, vapurları cazın yükseldiği konser alanlarına dönüştürüyor. 

Evet, festivalin getireceği ”büyük” isimlerden hep bahsediyoruz; festival öncesi biraz da yerel müzik sahnesinin tüm özgün seslerini kapsayan ve şehrin kimliğinden güç alan etkinliklerine odaklanalım dedik; İstanbul Caz Festivali Direktörü Harun İzer’le yerli projeleri dünyaya açan Vitrin, Kadıköy sokaklarını turlayan Gece Gezmesi, yeşilliklere yayılan bol oksijenli Parklarda Caz ve festivalin bu yılki yenisi Ah Şu Cazlar Blues’lar hakkında konuştuk.

İstanbul Caz Festivali

Vitrin – Islandman, 25. İstanbul Caz Festivali’nden

Festivalin yıldız isimlerini hep yakından takip ediyoruz ama biz biraz da şehre yayılan diğer etkinliklerinden de bahsetmek istiyoruz. Festival programı bu yıl neleri kapsıyor?

26 yıldır devam eden festivalimiz bu yıl da şehrin değişik köşelerine yayılacak, birbirinden güzel konserlerle dolu. Yıldız isimler ve şehre yayılan etkinliklerle bu yıl da Beylikdüzü, Beykoz gibi şehrin ilginç köşelerine uzanacağız, Boğaz hattında birbirinden güzel mekanların yanı sıra doğa ve yeşil ile iç içe mekanlarımızda İstanbul’da yaz akşamlarının keyfini çıkaracağız. Çocukları da ihmal etmedik, onlara da yönelik etkinliklerimiz var. Kısacası, yediden yetmişe bütün şehir sakinlerinin katılabilecekleri, kendilerini içinde mutlu hissedebilecekleri bir festival sunmaya çalışıyoruz, umarız yine beğenilen, keyifli ve güzel bir festival olur.

Anadolu yakasında Gece Gezmesi, Avrupa yakasında da Parklarda Caz ve Ah Şu Cazlar Blues’lar, Caz Vapuru ve Boğaz’ın yanı başındaki mekanlar derken İstanbul Caz Festivali, şehrin dört bir tarafını dolaşıyor gerçekten. Festival için İstanbul’la kurduğu ilişki neden önemli? Hem kimliği açısından hem de mekansal olarak…

Bu bizim için de aslında yıllar içinde değişen şartların getirdiği ve artık hep peşinde olduğumuz bir heyecan oldu diyelim. İstanbul Caz Festivali’nin ilk yıllarında, 1990’lı yılların ortalarında İstanbul’a ne şu anki kadar çok yabancı sanatçı geliyordu ne de bu kadar kaliteli ve güzel mekanlar vardı. Dolayısıyla sadece festivalin olması bile müzikseverlere çok önemli bir alan açıyordu. Çok önemli birçok yıldızı İstanbullu izleyici İstanbul Caz Festivali’nde izledi. Yıllar içerisinde tabii ki bu konuda çok güzel gelişmeler oldu, şehir şu anda birbirinden güzel festivaller ve mekanlarla renklenmiş durumda. Biz de bu gelişen süreç içerisinde hep “İstanbul Caz Festivali seyircisine farklı ne sunabilir” diye baktık. İstanbul’un festivali olarak bu şehrin birbirinden güzel mekanlarını, hatta konser mekanı bile olmayan köşelerini acaba güzel konserler için değerlendirebilir miyiz diye baktık hep. Önceki festival direktörümüz Pelin (Opcin) ile yıllar  içerisinde şehrin altını üstüne getirdik desem yalan olmaz! Kulağımız hep açık, böyle nereden ilginç bir konser sahnesi yaratabiliriz diye bakmayı alışkanlık haline getirdik. Neyse ki inanılmaz bir şehir İstanbul ve bize birbirinden güzel olanaklar sundu, sunmaya devam ediyor. Şehrimize minnettarız.

© Fatih KUCUK 2018

Gece Gezmesi ve Parklarda Caz çok kısa sürede birer şehir geleceğine dönüştü. Ah Şu Cazlar Blues’lar ise bu sene ilk kez düzenlenecek. 7 Temmuz’da, Halıcıoğlu Parkı’nda gerçekleşecek bu etkinlik nasıl ortaya çıktı, içeriği nasıl kurgulandı? Bu arada ismini çok sevdik, onun hikayesi nedir? 🙂

Her iki soruyu birlikte cevaplayayım isterseniz çünkü biraz bağlantılı. Dediğiniz gibi Parklarda Caz, kısa süre içerisinde bizim festivalin en sevilen etkinliklerinden biri olmuş durumda. Aslında dünyanın her yerinde gördüğümüz, ücretsiz etkinliklerin bir şehir festivalinin en önemli unsuru olduğu. Tabii ki bunun da ciddi bir maliyeti var ve ücretsiz bir etkinlik yapmak kolay değil. Bu noktada sponsorlarımızın desteği, özellikle de 22 yıldır festival sponsorumuz olan Garanti BBVA’nın katkıları çok değerli oldu. Geçen yıl ilk kez iki ayrı parkta yaptık etkinliğimizi. Bu yılın programlamasına başlarken şu soruyu sorduk kendimize; şehrin değişik köşelerine gidiyoruz ama kendi ilçemizde, kendi semtimizde ne yapıyoruz? Bu vesile ile bir ücretsiz etkinliğimizi de Halıcıoğlu Parkı’nda yapmaya karar verdik. İstanbul çok büyük bir şehir ve her köşesi birbirinden biraz farklı. Kadıköy’deki, Nişantaşı’ndaki seyirci ile Halıcıoğlu’ndaki seyircinin bire bir aynı olmayacağı da ortada. Biz “Ah Şu Cazlar Blues’lar”ı kurgularken işte biraz buna dikkat etmek istedik, herkesin ille caz uzmanı olması gerekmiyor bu müziği anlamak ve sevmek için, caz  sonuçta bir toplumun içinden çıkmış bir müzik. Tıpkı rahmetli Selim Sesler’in en güzel şekilde temsil ettiği Trakya ve Rumeli havaları gibi. Caz müziğinin en temel unsuru doğaçlama; bizim müziğimizde de başka müziklerde de var. Ve biz hepsini aynı şekilde seviyoruz. Dolayısıyla müzikteki bu çeşitliliği ortaya koyacak, herkesi içine alabilecek bir şekilde bir program yapalım dedik.

İsim ise, malum, şu zamanında bir televizyon programında popüler iki hip-hop sanatçısının konuşmasında geçen bir cümleden esinlendi. YouTube’da hâlâ bulabiliyorsunuz o videoyu, önce bir “ya o cazlar blues’lar yok mu, mahvediyor beni” diyor dostlarımız, sonra “ama çok değerli abilerimiz var, onlara bir lafımız yok” diye devam ediyorlar.

Çok popüler olmuştu bu video bir ara, Ekşi Sözlük’te filan başlığı vardır. Aslında bizim insanımızın bu müzikle ilişkisi bir yandan çok eskiye dayanıyor ama diğer taraftan bir o kadar da yabancıyız; bunca yıldır caz müziği ile yüz göz olmamıza rağmen onu hep böyle bir uzaktan “kesiyoruz”. Halbuki aslında öyle çok bize uzak bir şey de değil caz. Doğaçlama dediğin bizde de var, swing diyorsun, bizim Trakyalılar, oyun havalarında da aynı heyecan, sadece icra şekli ve enstrümanlar farklı. İlginç bir ilişki bu. Neyse, sonuçta biz de bu cümleyi kendi etkinliğimize taşıyalım, biraz da kendimizi ti’ye alalım dedik aslında. Her şey oradan çıktı.

Parklarda Caz bu yıl Beylikdüzü Yaşam Vadisi Parkı ile Fenerbahçe Parkı ve Fenerbahçe Khalkedon’da gerçekleşecek. Maçka Parkı vs, gibi, şehrin tam merkezinde olan ve akla ilk gelecek yerler yerine, biraz daha şehre açılan parkları seçmenizin sebebi nedir?

Doğrusunu söylemek gerekirse Fenerbahçe Parkı da oldukça merkezi bir yer. Belki biraz unutulmuş bir yerdi, biz belki onu tekrar şehir sakinlerine hatırlatmış olduk. Aslında İstanbul gibi bir şehirde merkez neresi, bu da çok tartışmalı bir konu. Eskiden Boğaz hattındaki bazı mekanlarımız çok mu ücra yerlerde diye dert ediyorduk ama gördük ki insanlar öyle farklı yerlerden geliyorlar ki kime nerenin uzak geleceği belli olmuyor. Tabii ki izleyicimizin yoğunlaştığı bölgeler var ve bunları da gözetiyoruz. Dolayısıyla biz de olabildiğince ilginç yerler bularak biraz farklı bir seçki sunmaya çalışıyoruz.

Diğer taraftan sırf misyonumuz şehre yayılmak diye şehrin bütün köşelerinde bir şeyler yapmamız da imkansız, burada da biraz yerel yönetimlerin ilgisi ve desteği devreye giriyor. Hem İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne hem de Beyoğlu, Beylikdüzü ve Kadıköy ilçe belediyelerimize buradan bir teşekkür etmek isterim. Mesela Beylikdüzü seçimimiz de biraz oradaki yönetimin bizi davet etmesi ve bize uygun alan ve imkanlar sunmaları ile oldu. Aynı şekilde Beyoğlu Belediyesi’nde yeni yönetim de bize çok güzel kapılar açtı, onlara da müteşekkiriz. Tabii ki böyle imkanlar olduğu ölçüde biz farklı semtlerimize de ulaşmak isteriz.

_IEY9775

Özellikle Parklarda Caz ve Ah Şu Cazlar Blues’lar, İstanbul’da ‘alıştığımız’ konser mekanlarının dışına çıkıyor. Peki sizce geleneksel konser mekanlarının dışında gerçekleşen konserler hem müzisyenler hem de dinleyici açısından nasıl deneyim yaratıyor? Canlı performans ve konser dinleme pratiğine nasıl bir katkısı oluyor bu etkinliklerin?

Bir şehirde müzik sektörünün gelişmesi açısından kaliteli, altyapısı güçlü konser salonları olması kesinlikle şart. Böyle yerler olmadan dünya çapında işlere kalkışmak mümkün olmaz. Volkswagen Arena, Uniq Hall ve Açıkhava Sahnesi, Zorlu PSM gibi kaliteli mekanlar bu açıdan bizim için çok değerli. Ama festival olarak şehir sakinlerine farklı ve güzel deneyimler sunmaya da çok önem veriyoruz. Böyle mekanlarla, seyircimize yaşadıkları şehrin ne kadar zengin bir birikime sahip olduğunu da göstermek istiyoruz. Tarihi mekanlar, her gün önünden geçtiğimiz ama içine hiç girmediğimiz yerler, insanlara bu tür değerleri de hatırlattığı için önemli. Sanatçılar açısından ise biraz kültür elçiliği açısından önemli oluyor bunlar. Dünyada başka hiçbir şehirde olmayan güzellikte bir boğaza sahibiz, şimdiye kadar Boğaz hattında konser verip de oradan müthiş duygularla ayrılmayan hiçbir sanatçımız olmadı desem yeridir. Esma Sultan Yalısı, Beykoz Kundura gibi yerler seyircimizi olduğu kadar festivale gelen yabancı sanatçıları da büyülüyor ve İstanbul konserlerinin unutulmazlar arasında yer almasını sağlıyor. Tabii işin bir de acı tarafı var, normalde böyle konserler vermek için tasarlanmamış yerlere girmenin ciddi maliyetleri oluyor, işi gerçekleştirmek için daha yoğun bir emek harcamak gerekiyor. Ama bizim bunca yıldır gördüğümüz, her açıdan buna değiyor.   

1_broşür_web_IEY9217

Çocukça Bir Gün, hep çok ilgi görüyor. Çocuklara özel bir program hazırlarken nelere öncelik veriyorsunuz?

Aslında İstanbul’da yıl boyunca çok çeşitli çocuk etkinlikleri ve çocuklara yönelik çalışmalar yapılıyor. Belki talebi karşılıyor olabilir ama çocuklara yönelik özellikle de müzik üzerinden sunulan kaliteli etkinliklerin sayısının pek yeterli olmadığını düşünüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda bu konuda çok düşünmüştük, sonunda üç yıl önce ilk adımı atıp Çocukça Bir Gün etkinliğimizi başlattık. Bu etkinlikte olabildiğince müzikle bağlantılı etkinlikler sunmaya çalışıyoruz çocuklara. Tabii ki bir eğitim gibi değil daha çok müziği ve farklı türleri doğru anlamalarına yardımcı olacak, onlara yol gösterecek ve ilham verecek programlar planlıyoruz.  Ayrıca İKSV’nin yeni bölümü Alt Kat ile bu yıl iki yeni proje başlattık, ilki müzisyenlere çocuklarla nasıl çalışabilecekleri hakkında bilgi veren ve kendi çocuk etkinliklerini hazırlamalarını sağlayan bir eğitim programı. İkincisi de Bernard Van Leer vakfı ortaklığı ile bir çocuk kitabı projesi. Yayımcı ve editör Burcu Ural Kopan tarafından hazırlanan bu kitap “Renk Renk Caz” adını taşıyor. Kitabımız Çocukça Bir Gün etkinliğimiz ile birlikte çıkacak ve ücretsiz dağıtılacak.

Bir de yerli müzik sahnesinden isimlerin yer aldığı Vitrin var. Bu yıl üçüncü kez düzenleniyor. Vitrin nasıl bir amaçla yola çıktı? Bu yıl planında neler var?

Vitrin, kısaca Türkiye’den sanatçı ve toplulukların uluslararası platformda tanıtmak amacıyla başlattığımız bir program. Bunun için dünyanın çeşitli ülkelerinden müzik profesyonellerini festivalimize davet edip, festivalin başındaki dört günde özellikle Türkiye’den grupları izlemelerini sağlıyoruz. Bu fikir bizim uzun zamandır aklımızda vardı aslında, festival yöneticileri olarak bizler uzun zamandır dünyanın dört bir yanında değişik ülkelerin düzenlediği bu tür müzik buluşmalarını takip ediyoruz. 2010 yılından bu yana Türkiye’de de böyle bir etkinlik yapmak yönünde bir niyetimiz vardı, önceleri festivalden bağımsız bir etkinlik olarak kurgulayalım istiyorduk. Bunun ciddi vakit ve kaynak gerektireceğini görünce gecikmeden festival içinde böyle bir etkinliğe başlayalım dedik. Bu noktada SOCAR Türkiye’nin de ilk yılından itibaren bu etkinliği sahiplenmesi bizim için çok değerli bir katkı oldu. Böylece 2017 yılında ilk Vitrin etkinliğimize başlayabildik. 

Vitrin sırasında dünyaca ünlü festivallerin, müzik mekanlarının yöneticileri, basın mensupları ülkemize gelip festival izleyicisi ile beraber Türkiye’den sanatçıları takip ediyorlar. Bu yıl katılanlar arasında SXSW, The Great Escape, Womex gibi büyük müzik fuarlarının temsilcilerinin yanı sıra North Sea Jazz Festival (Hollanda), Jarasum Jazz (Güney Kore) gibi önemli festivaller, Paradiso (Hollanda) Cafe Oto (İngiltere), Vortex (İngiltere) gibi müzik kulüpleri de var. Olabildiğince bu sanatçılara kendi programlarında yer verebilecek veya onlardan bahsedip tanıtabilecek kişileri ve kurumları hedefliyoruz. Bu yıl toplam 30 civarında delegemiz takip edecek konserleri.

Delegelerin program kapsamında izleyecekleri konserler arasında 3 Temmuz’da No Land, Efe Demiral, Onur Çalışkan gibi isimlerin yer aldığı Vitrin Turu, 4 Temmuz’da bu yıl Birlikte Güzel desteği ile düzenlediğimiz iki etkinlikten biri olan Gece Gezmesi, 5 Temmuz Aydın Esen konseri, 6 Temmuz’da Tolgahan Çoğulu & Sinan Ayyıldız’ın da yer alacağı Vitrin Matine konseri ve aynı akşam Beykoz Kundura’da Barış Demirel ve Turgut Alp Bekoğlu’nun konserleri yer alacak. 

Vitrin sadece konserlerin olduğu bir etkinlik değil. 3-6 Temmuz arasında gerçekleşecek bu etkinlik kapsamında ayrıca panel ve seminerler de olacak. Vitrin’in programında bu yıl neler çıkacak karşımıza, biraz bahsedebilir misiniz?

Vitrin’i düzenlerken sanatçılarla uluslararası delegelerimizi bir araya getirecek programları da önemsiyoruz. 5 Temmuz günü gündüz saatlerinde Feriye’de düzenlenecek toplantı ve panellerle bu birlikteliği sağlamayı amaçlıyoruz. Böylece sanatçılarımız ve menajerleri de uluslararası sektör temsilcileri ile tanışıp görüşebilecekler. Etkinlik programı yakın zamanda açıklanacak, bilgi almak isteyenler bize vitrin.showcase@iksv.org e-mail adresinden ulaşabilirler.

Vitrin’in programına bakınca, cazdan indie rock’a, yerel müzik sahnesinin son yıllarda geniş bir kimliğe ulaştığını ve giderek daha da hareketlendiğini görmek mümkün. Bizzat içerisinde olan biri olarak, siz yerel müzik sahnesindeki bu hareketliliği nasıl yorumluyorsunuz? 🙂

Aynen dediğiniz gibi biz Vitrin dahilinde yer alan sanatçılarımızı olabildiğince geniş bir yelpazeden seçmeye çalışıyoruz. Neredeyse pop müzik dışında kalan her alandan isimler var diyebiliriz. Yukarıda biraz bu etkinliğin nasıl meydana geldiğinden bahsettim ama belki ufak bir ekleme de yerel müzik sahnesindeki hareketlilik ile ilgili yapmakta fayda olabilir. Çünkü tam da bizim bu konuya yoğunlaştığımız 2010’lu yılların başlarında, Türkiye’de yeni ve yaratıcı müzik üretimlerinin artmaya başladığını gördük, hep beraber yaşadık. Özellikle son 10 yılda Türkiye’den sanatçıların büyük veya küçük farketmeden daha çok uluslararası görünürlüğe sahip oldukları da ortada. Artık bunun düzgün bir şekilde desteklenmesi gerekiyor ki bu sadece bireysel çabalar şeklinde kalmasın. Biz İstanbul Caz Festivali olarak bu konuyu biraz sorumluluğumuz olarak görüyoruz, aynen festivalin Genç Caz bölümü gibi. Ancak bu konuda kamusal katkıların olması oldukça önemli. Kültür politikalarımız, bu yeni gelişen sanatçıları da destekleyecek şekilde düzenlenmezse uluslararası alanda sistematik bir başarı yakalamamız mümkün olmaz. 

Biliyorum, muhtemelen sizin için seçmesi çok zor ama bu yılki festival kapsamıda sizi en çok ne heyecanlandırıyor?

Kendi adıma tek veya az sayıda konser seçmem biraz zor olur doğrusu. Ama belki farklı zevklere göre neler önerirdim diye sorarsanız, şöyle cevaplardım: Özellikle yeni güzel bir ses dinlemek isteyenler için Melanie De Biasio konseri kaçmaz. Türkiye’den yeni sesler ve müzikler keşfetmek isteyenler ise özellikle 3 Temmuz’daki Vitrin Turu’nu kaçırmasınlar, o akşamki isimlerin her biri gerçekten çok başarılı. Caz müziğinin en büyük yıldızlarını izlemek ve sanatının zirvesinde bir ismi görmek için saksofoncu Kamasi Washington’un konseri kaçmaz. Daha klasik caz aşıklarına ise Paolo Fresu ile Lars Danielsson’un konserini önerebilirim. Bir de festivalin son gecesinde Jacob Collier’nin performansı kaçmaz derim!

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et