
Röportaj: Esmiyorsa sebebi var!
İklim krizine kulak vermenin zamanı çoktan geldi. Hatta açık konuşalım, çok geç kaldık. Şimdiler de iklim krizi hakkında konuşmak “popüler” olsa da bundan sonrası için atılacak her adım, alınacak her önlem gerçekten büyük farklılıklar yaratabilir.
Her an endişeyle, “Ne yapabilirim?” sorusuyla ve “Ne kadar da yetersizim” çaresizliğiyle iklim krizinin sonuçlarını takip ediyoruz. “Mahvettiğimiz gezegen için endişelenmekten daha fazlasını yapmalıyız” hissi peşimizi hiç bırakmıyor.
İklim krizini ele alan Esmiyor Podcast, tam da bu noktada devreye girerek, her hafta yalnızca yarım saatinizi ayırmanız, gezegeni ve tüm canlıları etkileyen iklim krizine kulak vermenizi istiyor. Her hafta büyük ve hayati önem taşıyan soruları ele alan Esmiyor Podcast, “iklim krizi hakkında gündem oluşturmak ve dinleyicilerle birlikte harekete geçmek için alan oluşturmak istiyoruz” amacıyla yola çıkan Derin ve Utku’nun ev sahipliğini üstlendiği bir podcast yayını.
Başlarda çevre “meselelerini” ve iklim krizini “o kadar da” ciddiye almayan Derin ve Utku, bu “meseleden” kaçış olmadığını anlayınca Esmiyor Podcast’e başladıklarını söylüyorlar. Her hafta yayımlanan programda, cevaplarını çoğu zaman kendilerinin de bilmediği ama gerçekten çok merak ettikleri soruları, konunun uzmanlarına sorarak öğreniyorlar ve dinleyicilerine aktarıyorlar.
“Esmiyorsa sebebi var” diyen Esmiyor Podcast ekibiyle bir araya geldik ve görmezden gelemeyeceğimiz iklim krizinden -Derin’in annesine selam olsun-, her geçen gün daha sık hissettiğimiz eko-anksiyeteye; moda endüstrisinin “sürdürülebilir” adımlarından, podcast yayıncılığına uzanan bir sohbete daldık.
Bu sohbette elbette Greta’nın kulakları çınlatıldı, iklim krizine yönelik atılacak adımların önemi konuşuldu ve konu “Gelecek için umutlu olmalı mıyız?” sorusuna geldi. İkili, iklim krizinin kırmızı alarm verdiği ve artık geri dönüşün olmadığını anladığımız bu günlerde gelecek için “Tabii saçma bir iyimserliğimiz yok, halimiz ortada” diyorlar ama ekliyorlar: “İçimizde birazcık da olsa umut olmasaydı bu işe hiç başlamazdık.”
İklim krizine ve Esmiyor Podcast’e dadanıyoruz.
Esmiyor Podcast’i ve iklim krizine geçmeden önce sizi tanıyarak başlayım isteriz.
Derin: Ben avukatım, 13 yıldır uluslararası bir hukuk firmasında çalışıyorum. Utku ile de orada tanıştık. Aslında birlikte çalışırken çok sık sohbet etme fırsatı bulamıyorduk ama zaman içinde doğa ve çevre sevgisi üzerine konuşmaya başladık. İkimizi bir araya getiren ortak konu çevreydi. O tırmanış yapıyordu, ben de elimden geldiğince trekking yapmaya çalışıyorum.
Utku: Uzun süredir insan hakları alanında çalışıyorum, şöyle bir düşününce beş sene olduğunu fark ettim. Derin’in dediği gibi kariyerime avukatlık bürosunda başladım. Bilgi Üniversitesi’nde ekonomi ve hukuk okudum. Çok ağır meselelerle ilgili çalışmalar yaptığım için bir dönem kendimi tamamen tırmanışa, dağlara verdim. Daha ilk başladığım sene gitmeyi düşündüğümüz tırmanış bölgelerinden birine taş ocağı yapılması planlanmaya başladığını öğrendim. O gün, sanırım “meselelerden” kaçışım yok diye düşünmüştüm. Dokuz aydır da Derin’le Esmiyor’u host ediyoruz.
Gelelim sizin de gündeminizdeki iklim krizine. Bu konu maalesef herkesin öncelikli sorunları sırasında gereken önemi görmüyormuş gibi geliyor bana. Siz hep bu konuda bilinçli ve duyarlı mıydınız?
Derin: Açıkçası benim iklim konusunda bir hassasiyetim yoktu. Hatta utanarak, bu konuda annemle aramda geçenleri anlatabilirim. Annem sıkı bir Açık Radyo dinleyicisi. Yaklaşık 20 yıldır iklim konusunda bir şeyler söylüyor, dikkatimi çekmeye çalışıyor. Tabii bu konuyu açtığı ilk zamanlarda, testosteronum tavan yapmış, liseden mezun olmuş bir dönemdeyken, “Ya anne ne iklimi, bir şey olmaz” diyerek onu çok fazla ciddiye almıyordum. İklim krizi üzerine kafa yormam Greta (Thunberg) ile başladı diyebilirim. Araştırıyordum, haberleri takip ediyordum ama Greta beni oldukça etkiledi. Daha sonra bir şey yapmak kaçınılmaz olacak seviyeye kadar geldi. Bu konudaki anksiyete ve tedirginlik, “uçuruma doğru gidiyoruz kimse bir şey yapmıyor” hissi çok baskın gelmeye başladı. O sırada da aklıma Utku geldi, onunla iletişime geçtik ve aklımızdaki başka projelerle birlikte Esmiyor Podcast’e başladık. Bu arada annem şimdi sürekli “Ben sana demiştim,” diyor.
Utku: Benim de benzer şekilde iklim krizine ve çevre meselesine doğrudan bir ilgim yoktu. Hatta kendimi biraz uzak hissediyordum da diyebilirim. Siyasi konularla ilgilenmeye, aktivist bir kimlik kazanmaya başladığım sırada da kişisel gündemimde çevre sorunları yer almıyordu. Ama doğayı ve doğa sporlarını çok seviyordum, ilgiliydim. Bazı meselelerden kaçmak için kendimi doğaya attığım zamanlarda çevre tahribatı ve iklim krizinin etkilerini görmeye başladım. Bu bilinçle büyümedik ya da gençlik yıllarımızı o şekilde geçirmedik yani anlayacağınız. İklim krizini kişisel mesele haline getirmemiz birçok insana göre çok geç; pek çoklarına göre de bir tık önce diyerek özetleyebiliriz sanırım durumu. Yine aynı dönemde Derin ile de bir araya gelmeye, sohbet etmeye başlamıştık. Aklımızda birkaç fikir vardı; Derin’in fikri podcast yapmak ve içerik üretmekti. Aslında maceramız da böyle başladı.
Derin sana sorayım o zaman, podcast yapma nereden çıktı, Sıkı bir podcast dinleyicisi miydin? Biraz da podcast yayıncılığı hakkındaki yorumlarınızı merak ediyoruz.
Derin: Protect Our Winters adlı Amerikalı bir dernek var. Başlarken Utku, bu derneği Türkiye’ye getirme, burada da bu kuruluşun bir parçası olarak ilerlemeyi önerdi. Çok sevdiğimiz bir dernek, biz de Türkiye’de güzel bir ekiple bir araya gelerek, onlara yazdık. O dönem Amerika’da başkanlık seçimi gündemdeydi, biliyorsunuz iklim krizi siyasetçiler için de önemli bir başlıktı orada. Protect Our Winters’tan, “Şu an seçim sürecine konsantreyiz, network’ümüzü genişletmeyi şu sıralar planlamıyoruz,” yanıtı aldık. Ama hazırlandığımız bu süreçte iklim krizi konusunda epey bilinçlenmiştik, kendimizce bir birikimimiz olmuştu. Ben de bu dönemde “acaba podcast mi yapsak” diye düşündüm.
Bunu hep söylüyorum, burada da anlatayım. Utku’ya bu fikirle gittiğimde “Abi 30 yaşındaki her erkek gibi podcast yapıp mansplaining mi yapacağız?” demişti. Tabii ki aklımızdaki böyle bir şey değildi, uzmanları çağıracağız, onlara soracağız diyerek yola çıktık. Açıkçası bizi binlerce kişi dinlesin diye yola çıkmadık, 10 kişi dinlesin ama herkes bir şeyler öğrensin istedik. Daha sonra Utku sayesinde Alles Gute ekibiyle bir araya geldik, Esmiyor projesi aslında orada şekillendi. Podcast yaparız, anlatırız, biz de bir şeyler öğreniriz diye düşünüyorduk. Oraya gidince bu işin podcast merkezli başlayıp farklı şeylere evirilebileceğini fark ettik.
Utku: Esmiyor podcast tam da Derin’in anlattığı gibi başladı. Podcast yayıncılığı, bir plan, program ve içeriğiniz varsa anında üreterek, paylaşabileceğiniz bir alan yaratıyor. Diğer formatlar bu kadar pratik değil. Mesela YouTube’da bir videonun kalitesi, ne kadar izlendiğinin çok önemi var, üretim süreci çok daha zor. Ben podcast’leri, 2000’li yılların başında popülerleşen bloglara benzetiyorum. Tabii ki zorlukları var ama diğer mecralara göre daha pratik olduğunu ve insanlara hızlı bir şekilde üretme alanı yarattığını söyleyebilirim.
Derin: Aslında ikimiz de sesli kitapları düşünmüştük; daha doğrusu eski radyo programlarında her hafta belli saatlerde farklı bölümlerin okunması gibi bir yayıncılık hayal etmiştik. Esmiyor Podcast’te de her hafta farklı bir konu, soru cevap şeklinde ele alınıyor. 30 dakikanın tamamında iklim krizini konuşmuyoruz. Konuklarımız kendi uzmanlık alanlarını anlatıyor ve oradan iklim krizine bağlıyoruz. Biraz nostaljik bir tadı var bence. Bir de yapacağımız içeriğin kaliteli olmasını istiyorduk. Podcast bir başlangıç için hızlı ve pratikti. Ayrıca konuklarımız aracılığıyla bir network oluşturduk ve devam ediyoruz diyebilirim. Dinleyici olma kısmını da şöyle cevaplayayım, Esmiyor’dan önce çok iyi bir podcast dinleyicisi olduğumu söyleyemem. Tabii yayınla birlikte dinleme alışkanlığım da değişti. Benim için biraz idman gibi. Gerçekten bu işi iyi yapan insanları dinlemenin faydası var. Kaydettiğimiz ilk bölümleri dinleyince “Of, takoz gibiyim” dediğim bölümler oluyor. Ama dinledikçe ve yaptıkça tecrübe kazanıyoruz.
Utku: Ben de çok sıkı bir dinleyici değildim. Buradan DEBH(ADHD)’si olan herkese selam olsun, podcast dinlenmenin DEBH’li biri için ne kadar zor olduğunu bilirler. Yayıncılığa başladıktan sonra benim de dinleme sıklığım değişti. Bir de podcast’i, gerçekten podcast olduğu için, farklı temalarda dinleyen sıkı takipçiler var. Ben biraz daha kendimi beslemek için dinliyorum diyebilirim.
“Biz de iklim krizi konusunda uzman değiliz” diyorsunuz ve gerçekten konu hakkında hiçbir şey bilmeyen bir dinleyicinin bile anlayabileceği yayınlar yapıyorsunuz. Sanırım benim de Benim Esmiyor Podcast’e dair en sevdiğim şey bunlar. Yayınlara nasıl hazırlanıyorsunuz?
Aynı anda: Epey bir hazırlanıyoruz aslında!
Utku: Konu belirleme aşaması biraz daha rastgele bir şekilde gelişiyor. Orada da gerçekten merak ettiğimiz meselelere öncelik veriyoruz. Tabii gündeme bakıyoruz, insanlar ne konuşuyor ya da ne konuşmuyor ve biz bunu nasıl gündeme getirebiliriz diye düşünerek devam ediyoruz. Mesela iklim ve spor başlığı çok fazla ele alınan bir konu değildi, bunu ele alalım istedik Derin’in önerisiyle. Bölüme hazırlanırken soruları belirlemek için okumalar yapıyoruz. Ve en önemlisi, senin de söylediğin gibi, cevabını gerçekten bilmediğimiz şeyleri soruyoruz, çünkü yanıtları çok merak ediyoruz. En azından konu hakkında doğru soruları sormak için elimizden geldiğince okuma yapmaya ve hazırlanmaya çalışıyoruz. Bazen okuduğumuz kaynakları da paylaşıyoruz.
İklim Haber ve KONDA Araştırma tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020” araştırması sonuçlarına göre Türkiye’de her iki kişiden biri iklim krizinin virüsten daha büyük bir kriz olduğunu düşünürken, her 10 kişiden yedisi iklim değişikliği için endişeli olduğunu belirtiyor. Siz bu araştırmayı nasıl yorumluyorsunuz?
Derin: İklim Haber ve KONDA’nın ortaklaşa yürüttüğü bu araştırmayı biz de ekipten Barış Doğru ile bu konuyu konuşmuştuk. Bizim de çok merak ettiğimiz bir konuydu bu doğrusu. O da “Türkiye özellikle şehir dışında, kırsalda yaşayan insanlar, çiftçiler ve hayvancılıkla uğraşanlar onlar zaten ekosistemdeki bu değişikliklerin farkındaydı. Uzun süren kuraklıklar, ansızın gelen dolular gibi konuları biliyorlardı. Biz daha şehirde yaşaya insanlar, haberleri ani girişi bizi bir anda tedirgin etti. Anadolu’da insanların bunların birinci elden, anekdotlarla da fark ediyor” diyerek cevaplamıştı bizi. Bahsi geçen araştırmada “endişeli misin, çok endişeli misin” diye bir kıyaslama yapılmıştı. Bu sonuç, Amerika’yı dışarıda bırakırsak –çünkü orada politik olarak da farklı bir anlamı var- “Endişelisin ama ne yapıyorsun?” sorusunu getiriyor, işin asıl ilginç kısmı da burada.
İklim krizi konusunda bilinçlendiren, konuyu ele alan yayınların sayısı da artıyor diyebiliriz ki bu sevindirici bir gelişme. Ancak ana akım medyada hala gereken bilinci göremiyoruz. Medyanın iklim krizini ele alma şekli hakkında neler düşünüyorsunuz?
Utku: Biz çok yeniyiz yayıncılık konusunda, bunu söylemek bize düşer mi çok emin olamıyorum bu notu söyleyerek başlayayım. Yeşil Gazete, EcoIQ ya da Açık Radyo gibi yıllardır bu alanda çalışan, çok önemli işler yapan yayınlar var. Ana akım medyayla bu konuyu ya felaket tellallığı yaparak ya da sanki bu krizin bizle hiçbir ilgisi yokmuş, çok uzağımızda yaşanan bir şeymiş gibi ele alıyor. İklim gazeteciliğinin şu an en çok başvurduğu yöntem bu krizi yerelleştirmek, kişilerden yola çıkarak hikayeleştirmek ve böylece insanların dikkatini çekmek. Ben de bunların çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Diğeri de aslında naçizane bizim yapmaya çalıştığımız daha “ilginç” hale getirmek. İnsanların daha takip edebilir bir içeriğe ulaşmasına yardımcı olmaya çalışıyoruz. İklim krizi hakkında aksiyon almaya teşvik etmeye çalışıyoruz. Kızgınlığımızı, endişelerimizi, aldığımız kişisel kararları paylaşıyoruz. Bir yandan bunu yaparken, kullandığımız dili ve yapımızı bizim ve bizden sonraki kuşağa aktarmaya çalışıyoruz. İklim krizi yayıncılığının önemli noktalarından biri bu bence.
Derin: Ana akımda medya herkese hitap ediyor. Bunu yaparken, olabildiğince fazla sürede ilginin üzerinde olmasını istiyor, gelir sistemi bunun üzerine kurulu ve bildiğimiz gibi reklam gelirleriyle yaşıyor. Bu da Utku’nun dediği gibi daha çarpıcı, daha vurucu işlere yönelmelerine neden oluyor. Örneğin orman yangınları sırasında biz de yoğun bir şekilde hem ana akımdan hem de alternatif yayınlardan gündemi takip ediyorduk.. Alternatif yayınlar her gün farklı başlıklara odaklanırken da ana akım medyada bu konu bile sınırlı şekilde ele aldı.
Bir de akım medyayı tüketen kitlenin çoğunluğu, ülkenin ekonomik koşullarından dolayı o akşam ne yiyeceğini düşünüyor ya da yarın ne yapacağının endişelerini yaşıyor. Bu insanlardan 2050’deki karbon hedeflerine ilişkin bir aksiyon beklemek bence çok gerçekçi değil. Öte yandan çok yeni olmasına rağmen artık iklim krizi konusunun ele alındığını da görüyoruz. Bir insan sadece ana akım medyayı bile takip ediyorsa, iklim krizinin ne olduğunu öğrenebilir. En azından haberlerde duyan birinin, kendi araştırmasını yapmaya yöneltmesinin de çok önemli olduğuna inanıyorum. İnsanlar günde ortalama 3.7 saatlerini telefonla ilgilenerek geçiriyormuş. Bizim istediğimiz, bir haftanın 30 dakikasını iklim krizine kulak vererek geçirilmesi, Esmiyor olarak yola çıkma nedenimiz buydu.
Her an endişeyle baktığımız yangın ve sel haberleri, “ne yapabilirim?” çabası ve “ne kadar da yetersizim” çaresizliğiyle iklim krizinin sonuçlarını takip ediyoruz. “Mahvettiğimiz gezegen için endişelenmekten daha fazlasını yapmalıyız” diye bile düşündürüyor ancak uzmanlar “eko-anksiyete” konusunda da uyarıyorlar. Siz işin bu kadar içindeyken nasıl mücadele ediyorsunuz?
Utku: Biz orman yangınlarıyla ilgili yayınlar yaparken onlarca kişiden eko-anksiyete konusunda mesajlar aldık, yayın yapmamızı öneren dinleyiciler de olmuştu. İnsanlar artık bu sıkıntıyı yaşıyor, şahsen ben de bunu çok yaşıyorum, Derin’le de sık sık konuşuyoruz. Kapsamlı araştırmalara başladığım zaman hissetmeye başlamıştım ilk olarak. Mesela IPCC raporu veya David Wallace-Wells’in Yaşanmaz Bir Dünya kitabını okurken de çok hissettim. Yangın sürecinde de Derin’le birbirimize “Ben Twitter’a bakmayacağım, kaldıramıyorum” dediğimiz zamanlar da oldu.
Derin: Yangın döneminde insanlar yanan evlerini, ağaçları ve canlıları paylaşıyordu, gerçekten çok yorucuydu. Ama bu spesifik olaylar dışında raporlara verilere bakınca gerçekten çaresiz hissediyorum. İklim krizi lineer olarak ilerlemiyor. Yangınlar artacak, kuraklıklar artacak, iklim krizinin sonuçlarını beklenmedik şekillerde görmeye başlayacağız. Bunu biliyoruz, bunu bilerek yaşıyoruz. Bu bana çaresizlikten başka bir şey hissettirmiyor.
İklim krizinin ciddi sonuçlarını yaşıyoruz, dünyanın dört bir yanından haberler alıyoruz ve tabii hala etkisinden çıkamadığımız Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) taslak raporu IPCC raporu. Rapor bizi şaşırtmayan bir sonuçla tüm suçlunun insan olduğunu bir kere daha gösteriyor. Bundan sonrası için geri dönüş var mı sizce? Umut konusunda ne durumdasınız?
Utku: Aposto!’ya yazdığımız ilk bültenin konusu da umuttu. Derin, “nasıl umutlar var” sorusundan hareketle umut çeşitlerini yazmıştı. Bozcaada Caz Festivali’nde Ali Alper Akyüz “iyimser olmayan” umuttan bahsetmişti. Biz bu kavramı çok sevdik, kafamızda birçok şeyin oturmasına vesile oldu ve üzerine araştırmalar yapmaya başladık.
Senin sorunu bu şekilde bağlayabiliriz. Umut demek ”Hepimiz çok iyimseriz, umutluyuz, her şey güzel olacak” demek değil. Biz de iyimser değiliz, veriler ortada. Ama bu hayatımızı kötü yaşayacağımız anlamına da gelmiyor. Sadece bu iyimser olma hali, aksiyon almaya, bu konuda adımlar atmamızı kamçılasın istiyoruz. Birçok insanı harekete geçirmek, örgütlemek, büyük şirketlerin ve devletlerin politikalarını değiştirebilecek kampanyalar yapabiliyorsanız, bunu mücadele gücünüz ve imkanlarınız varsa ne mutlu. Ama yoksa da yapabileceğimiz başka bir sürü şey var, ben de Esmiyor yayınlarına başladıkça fark ettim. Et yemeyi bırakmak mesela… Çok basit gibi görünüyor ama inanılmaz bir etkisi var. Ya da araba kullanımını mümkün olduğunca azaltmak veya bir şeyi alırken sadece fiyatına değil de farklı şeylere de dikkat etmek gibi. Bunlar da gerçekten çok önemli.
Derin: Ben de umut üzerine gerçekten çok düşünüyorum. Bence içimizde birazcık da olsa umut olmasaydı bu işe hiç başlamazdık. Tabii saçma bir iyimserliğimiz yok, halimiz ortada. Mesela IPCC raporu da sondaki bulgular hariç hakikaten çok büyük sürprizler sunmuyor, durumun ciddiyetinin farkındayız. Raporlarda verilerin kesinlik oranlarının değiştiğini bariz şekilde görebiliyoruz. Ama oradaki araştırmacıları düşünelim. Bu insanlar yıllardır aynı şeyi söylüyor ve değişen hiçbir şey yok. Bunu düşününce benim umutsuzluğum artıyor. Konuştuğumuz herkes sistematik bir değişimin öneminden bahsediyor. Bireysel adımlar elbette çok önemli ama insanlık olarak enerji kaynaklarımızı, tarım yapma şeklimizi, ulaşım araçlarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Ama tüm bunları isterken ya da bunları yapmak için enerjin ya da zamanın yoksa bireysel hareketlerle bir çentik atabiliriz. Bunun da önemini de unutmamak gerekiyor.
İklim krizi artık hayatımızın bir parçası ve bu konuda her yaştan bireyin iyi bir eğitim alması, bilinçlenmesi de çok önemli. Öte yandan sık sık kulağını çınlattığımız Greta gibi çok genç iklim aktivistleri hepimizin “aklını başına getirdi” diyebiliriz. Z kuşağının bu konudaki adımlarını nasıl değerlendirirsiniz?
Utku: Evet, başlarken de söyledik bizim için de işler Greta ile başladı diyebiliriz. Z kuşağının bu konuda çok da bilinçli olduğunu ve en önemlisi aksiyon alma konusunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bir de iklim krizi konusunun, kuşaklar içinde de gittikçe önemi artan bir başlık olduğunu da fark ediyoruz. Mesela Özgür Mumcu’yu konuk aldığımız bir yayında onların zamanında ozan tabakası için yapılan kampanyalardan bahsetmişti. Her kuşak kendi içinde adımlar atmış elbette ama hiçbir kuşak Z kuşağı kadar bilinçli ve politik bir yönden ve bu kararlılıkla bu krizi ele almamıştı, bunun hepimiz farkındayız. Çok değerli buluyorum bu adımları.
Derin: Eğitim konusundan başlayayım ben de, bu konuyu gerçekten çok kafa yoruyorum. Bir homo sapiens ebeveyni olarak bebeğimize karşı borcum nedir, görevim nedir diye sık sık düşünüyorum. Bu yaşıma kadar öğrendiğim kümülatif bilgi birikimini hızlıca aktarmak ve onun kalmasını sağlamak temel görevim. Şimdi bunu yaparken iklim krizini anlatmamak mümkün olabilir mi? Zaten bilimsel bir bilgi bu, biyoloji ya da coğrafyayı anlatırken iklim krizinden bahsetmek zorundayız. İkincisi de onları gerçekten hayata hazırlamak. Şu an okula başlayacak bir çocuk ortalama insan ömrünü de hesaba katınca 2100’ü görecek. Yani bu insanın gelecekteki hayat şartlarıyla başa çıkması için bunu öğrenmesi lazım. Eskiden bize “kırmızıda dur, yeşilde geç” diye trafik kurallarını öğretirlerdi. Bu konu da çok farklı değil. Yaşayacakları dünyanın geleceği bu, öğretmeyip ne yapacaksın?
Utku: Bu konuda uzman değilim, müfredatı da bilmiyorum ama iklim krizi diye doğrudan geçmese bile derslerde bu konunun geçmesi çok önemli bence de. Hayat bilgisi dersinde bize anlatılan dört mevsim tablosunu hatırlıyorum. Eğer hala öyle bir şey varsa, o konuyu anlatırken, “Eskiden böyleydi ama şimdi bazı nedenlerden dolayı iklimler değişiyor, bu nedenle bazı şeyler yapabiliriz” gibi şeyler eklemek bir bilinç yaratacaktır eminim. Çocuklar da bu bilincin olması da gelecek için çok önemli bir adım olacaktır. Biz de çocuk meselesiyle ilgili bir şeyler yapmak istiyoruz, çünkü gerçekten önemli olduğuna inanıyoruz.
Derin: Konu çocuk olunca konu da hassaslaşıyor elbette. Cinsiyet eşitliği, iklim krizi gibi konularda çabalayan çok önemli isimler var, kitaplar var. İlk başta ebeveynlerle başlıyor tabii ama tersini de görüyoruz. Mesela okulda öğrendiklerinden hareketle bir çocuk ebeveynlerine “Işığı kapat, suyu boşuna kullanmayalım, geri dönüşüme dikkat edelim” gibi şeyler söyleyerek yönlendirebiliyor. Çocuklar vasıtasıyla iklim krizi bilinci oluşturma projeleri de var ve bunların daha sürdürülebilir olduğunu görüyoruz.
Baktığımız zaman Greta diye bir kız çocuğu, iklim krizine dikkat çekmek için cuma günleri “okula gitmeyeceğim” dedi, eline bir pankart aldı ve küresel çapta bir hareket başlattı. Belki dünya tarihinde bu yaşta bir çocuğun sözünü dinlenildiği başka bir dönem olmamıştı. Tüm bunlar çok önemli tabii ama bununla birlikte mevcut sistemi değiştirecek bir şekilde benimsemez, somut adımlar atmazsak bir eğlence konusuna dönme tehlikesi de taşıyor. Bunu da unutmamalıyız diye düşünüyorum.
Esmiyor Podcast olarak Aposto! işbirliğinizi de duyurdunuz. Tebrik ediyoruz bir kere daha. Bekleyen başka projeler, planlar var mı?
Utku: Burada hemen araya gireceğim. Bizim gerçekten kafa yorduğumuz ve gerçekleştirmek istediğimiz çok fazla planımız var. Bu konuda her türlü işbirliğine açığız, bize ulaşmak isteyenlerle konuşmayı ve tanışmayı gerçekten çok isteriz.
Derin: Gerçekten çok fazla planlarımız var. Bazıları neredeyse tamamlanmak üzere bazıları henüz fikir aşamasında. Esmiyor bir podcast yayını olarak başladı ama biz farklı adımlar da atmayı planlıyoruz. Elbette podcast yayını da devam edecek, artık Aposto! ile yayımlanacak bir newsletter’ımız var. Sosyal medya paylaşımlarımıza daha da hızlanarak devam edeceğiz. Utku’nun da dediği gibi birlikte proje yapmak isteyen herkesle konuşmaya hazırız. Yeter ki iklim krizi konusunda bir aksiyon alalım, bizim için önemli olan bu.