Sevgiyle, bir Kalben röportajı

Söylediği her sözün peşine takıldığımız biri Kalben… Hatta bir noktadan sonra kendimizi zihnimizde onunla dertleşirken buluyoruz. Bizi tam kalbimizden vuran meseleler, memleket hal ve ahvali derken ihtiyaç duyduğumuz tüm sözler onun sesinden ve kaleminden dökülüveriyor önümüze. Hatta şarkılarında katman katman açılıyor cümleleri; ilk dinleyişte melankolik bir yerden tınlayan sözlerin bir süre sonra ironik hatta ilham ve iç görü ile dolu olduğunu fark ediyoruz çünkü. Bir de özellikle bu dönemde, yani aşağı yukarı her şeyin yazılıp çizildiği, tekrar tekrar önümüze getirildiği bir zamanda içten, cesur ve hakiki olmak herkesin yapabileceği bir şey değil. Evet, hayranlık dolu tüm hislerimizi yanımıza kattık ve 17 Eylül’de İzmir’de +1 Fest’te vereceği konser öncesi bir röportajla sıkı sıkı dadandık kendisine.

Her ne kadar sosyal mecralardan seni sıkı takibe almış, paylaşımlarını ve yazılarını büyük bir keyifle takip ediyor olsak da gerçekten nasıl olduğunu sorarak başlamak istedik söze. Malum, dünya umarsızca ve hızlıca dönerken her gün ayrı bir krize ve haksızlığa uyanıyoruz. Sen nasılsın, tüm bu çılgınlığın ortasında nasıl geçiyor günlerin?

Dünyanın içinde olmakla, düzenin parçası olmak aynı şey değil benim için son iki senedir. İç huzurumu, zihinsel bütünlüğümü, yaşam sevincimi ve üretme aşkımı korumayı öğrenmek zorunda olduğumu fark ettiğimden beri başka türlü hissetmeye, düşünmeye pencereler, kapılar açıyorum. Acı ile arama şeffaf bir duvar örmek zorunda kaldım. Böylelikle acıyla mücadele ederken daha dayanıklı olduğumu görüyorum. Uygarlığın yok oluşunu, insanlığa dair geliştirdiğimizi zannettiğimiz erdemlerin çöküşünü, adaletsiz ve eşitliksiz düzenin özellikle çocuk, kadın, kuir, trans, azınlık gibi etiketlerle yaşayan bireylerin üstüne yıkılışını şahsi almaya devam etseydim mutlaka ecelimden önce ölecektim. Sanattan, doğadan, hayvanlardan ve dostlardan destek almayı; beni dibe çeken tüm huylarımla baş etmeyi; herhangi bir duygunun esiri olmamayı öğrenmeye heves ettiğim, çabaladığım için derin bir cehennem kuyusundan kurtulmuş haldeyim. Günlerim mahvolmadan özgür ve boğulmadan gerçeğin içinde geçiyor.

Şarkılarını ve özellikle sözlerini her dinleyişte yeni bir anlam, farklı bir katman buluyoruz sanki. Hem kendinle hem de bizlerle dertleşiyor, yaşananların hesabını görüyor sonra da layıkıyla kabulleniyorsun gibi. Öyle mi yapıyorsun gerçekten, şarkıların senin iyileşme yöntemin mi yoksa?

Şarkılar bana inkâr ettiğim, kaçmaya çalıştığım, korktuğum her şeyi gösteriyorlar. Aynı zamanda zarar gördüğüm, mücadele ettiğim, karşısına dikildiğim her şeyi de anlatıyorlar. Birlikte söylediğimizde içime su olup serpiliyorlar. Böyle bir sevgi, ortaklık ve buluşma hali beni kalenderliğe götürüyor. Müzik, zamanın her anında iyileştirmek için var oldu, olacak. Öyle bir mucize müzik. Dışlanan, aşağılanan, dövülen, sevilmemiş, öpülmemiş, şefkat görmemiş tüm yerlerimizi iyileştirmek için var bence biricik aşkım müzik.

Pek çok farklı alanda çalıştığını da biliyoruz. Senaryo yazarlığı, reklam yazarlığı, editörlük ve çevirmenlik derken hepsi seni kendi şarkılarını yazmaya hazırlamış gibi geldi bize. Hakikatten nasıl gelişti süreç? Müzik hangi noktada daha çok ağır basmaya başladı senin için?

Kiramı, faturamı ve toplu taşıma kartımın aylığını yatırdıktan sonra elimde hiçbir şeyin kalmadığı işlerde ruhumu ve bedenimi yok ederken içimdeki müziği dinlemekten ve şarkı yazmaktan vazgeçmedim. Üst düzey pozisyonların kadınlara ayrılan yüzde 2’lik diliminde yer almak için, belli zümrelere ait ailelerden gelmenin, belli eğitim kurumlarından ve ülkelerden etiketler toplamanın elzem olduğu bu ülkede, bir erkekle aynı maaşı almak için mücadele etmekten de vazgeçmedim eşzamanlı olarak. Yemek, tatil ve hastalık haklarımız için de uğraştım, birlikte çalıştığım insanlarla örgütlendik, kararlar aldık. Müziğin varlığından, müzisyen/icracı olmadan önce de, sadece gitar çalan ve şarkılar yazan bir insan olarak destek aldığımı anlıyorum şimdi. Hep sevdiklerimizden bekleriz bizi kurtarmalarını ama en sevdiğimiz şey de bizi kurtarabilir, dediğim eski bir kayıt var. Ne dediğimi tam anlıyor muydum acaba? Şimdi anlıyorum çünkü.

Kelimelerle aranın çok iyi olduğunu söylediğin her sözden, yazdığın her yazıdan anlıyoruz. Hepsi bir noktadan sonra usulca bizim de zihnimize kazınıveriyor. Edebi olarak ilham aldığın yazarlar var mı? Üretime geçmeden önce nasıl bir beslenme süreci var Kalben’in? Ve şu ara zihninde, kaleminde en çok hangi sözler dönüyor?

Uzak Doğu ve Kuzey Avrupa edebiyatına dalmış durumdayım son zamanlarda. Bir de Şamanizm, Şaman kadınlar üzerine okumalar yapıyorum. Şiir yazıyorum ufak ufak. İçimi dökmeye başladığım ilk form şiirdi ve şarkı yazmaktan çok farklı olsa da şarkıları da besler. Heyecanlanıyorum. Bana en çok ilham veren yazar ve şairler Dostoyevski, Milan Kundera, Orhan Veli, Füruğ Ferruhzad, Patti Smith, Virginia Woolf, John Berger, Walter Benjamin, Michel de Certeau, Simone DeBeauvoir, Sait Faik Abasıyanık, Ursula K. LeGuin, Jean Baudrillard, Didem Madak, Julia Kristeva, Nancy Fraser, Henry David Thoreau diyebilirim.

Üretime geçmeden önce çok kalabalık ve ivedilikle çok yalnız olmaktan keyif alıyorum. Şu ara romanın bitmiş olması ve romanın adını taşıyan albümüyle birlikte çıkış tarihini netleştirmiş olmak harici pek bir şey dönmüyor kafamda.

Dayanışmayı sürdürmenin önemini neredeyse her gün hatırlatan ve savunan isimlerden birisin. İyi ki varsın! @disilsozluk de bunun en tatlı yansımalarından biri gibiydi. Sıkı takipçileri adına sormak görevimiz, bir süredir paylaşım yapılmıyor ama neler oluyor Dişil Sözlük cephesinde?

Dişil Sözlük bir kitaba dönüşecek. Öncesinde yine sosyal medyadan çağrı yapacak ve bir sürü anlam/kelime daha biriktireceğiz. Sonra kitapta hangi kelime ve anlamların yer almasını istiyoruz, bakacağız ekipçe. Bengisu Velidedeoğlu’nun tasarımları yine başta olmak üzere çeşitli tasarım dillerini de etkili biçimde kitaba dahil edince… Bir hediyemiz olacak Türkiye’nin diline. Dişil kelimeler… İktidar, güç, savaş peşinde koşmayan, sattırır mı? kar ettirir mi? işe yarar mı? diye düşünmeyen, özgür ve candan kelimeler.

O kadar kendine özgü bir sesin ve tarzın var ki, tür olarak tamamen farklı gözüken cover parçaların dahi bundan nasibini başarıyla alıyor. Bir şarkıyı cover’lamaya nasıl karar veriyorsun ve şarkıları kendi üslubunla yeniden uyarlarken neleri gözetiyorsun?

Ben bir şarkıcı/söz yazarı olarak en çok kendi şarkılarımı söylemeyi seviyorum. Son iki senedir hayatımda olan değişiklikler doğrultusunda, değerlerini, hareketlerini ve düşünce yapısını sorguladığım hiçbir insanın şarkısını söylemiyorum. Buna özellikle dikkat etmem gerektiğini öğrenme şansım oldu süreçte. Birileri sever mi? iyi söylüyor muyum? diye değil, canım çekiyor mu? diye düşünerek yaptığım tüm hareketler beni huzura götürüyor. Ankara’dan Abim Gelmiş’e bayılıyoruz ekipçe, Beatles ve Doors’dan da birkaç şarkımız var. Nil’den Rüzgar seviyoruz, keza Sonsuza Kadar albümünde de vardı.

Yollarımız yeniden konserlerde kesişeceği için çok mutluyuz sahiden. Ama yine de pandemiyle birlikte aradan geçen süreçte pek çok şey değişti, özellikle de sahne ve izleyici ilişkisinde… Sen dijitalleşen konserler hakkında ne düşünüyorsun? Yaz aylarının başında, hatta tüm dünyada açılmalar hızla başlamışken, Spotify’ın yeni organize ettiği dijital konserlerin haberini almıştık mesela. Ne dersin, endüstri içinde ciddi bir yer edinir mi dijital konserler yoksa bu sürecin sonunda talep azalır mı? Bu dönüşümü sen nasıl yorumluyorsun?

Müzisyenlerin, sahne emekçilerinin intihar etmediği bir ülkede yaşadığım zaman bu soruların yanıtlarını verirken keyifli ve umutlu olacağım. Şu an, mecbur kalınmış, sonradan öğrenilmiş, çağın gerisinden gelerek yakalanmış tüm yeniliklerin sindirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Müzik yapan insanların, müziğe emek verenlerin görünür kılınması için markaların, streaming hizmeti veren mecraların, devlet kurumlarının, organizatörlerin, işletmelerin, menajerlerin ve kültürel toplum örgütlerinin hepsinin çabalaması gerekiyor. Dijital konserleri terli, kanlı ve libidosu yüksek alan konserleriyle kıyaslamak iki biçime de haksızlık olur. Net olarak bu çizgiyi çekebilirim. Biri, avatarınızla Bumble’da flört etmek gibi, diğeri kitapçıda çarpışıp tanışmak ve günlerce sohbet etmek, sevişmek, ayrılamamak gibi… Dijital konserlerin hem ekonomik hem küresel erişim bağlamında hayatlarımıza katkısını yadırgamam imkansız. Yeni bir alan orası… Bir dönüşüm istemiyorum ama. Yine, yeni araçlar bulan insanoğlunun eski araçları tamamen çöpe attığı ve geçmişi sildiği, yok ettiği bir düzen istemiyorum. Çaresizlikten birini yapamıyoruz diye diğerine yüklenmek ve bağlantıları yakmak da istemiyorum. Her şey iç içe geçebilir, düşünceli ve zarif stratejilerle ikisini aynı anda deneyim etme yoluna gidilebilir, milyonlarca insana ulaştığımız konserler yapabiliriz. Böylelikle kültür merkezi, bar, Açıkhava tiyatrosu gibi olanaklara sahip olmayan bölgelere ulaşabiliriz. Beni en çok cezbeden bu tarafı açıkçası.

Konserlerin sırasında seyirciyle kurduğun bağ da epey hissedilir oluyor. Uzun bir aradan sonra ilk sahneye çıktığında nasıl hissettin?

Sahneye her çıkışımda hissettiğim heyecanın üstüne dev özlem, yoksunluk, unutulmuşluk ve acısını bildiğim yüz binlerce meslektaşın ağrısı eklenince kendi Big Bang’imi yaşadım diyebilirim. Birlikte müzik icra ettiğim sahnedaşlarımla ve bizi dinlemeye gelenlerle inanılmaz bir deneyim paylaştık. O izleri aldım ve her konsere taşıyorum şimdi.

Bir de biz seni baştan sona hikayesi olan albümlerinle tanıdık. Son albümünden sonra ise art arda teklilerin buluştu bizlerle. Hepsine tek tek dadandık biz tabii ama dijitalin bir etkisi mi acaba diye de merak ettik…

20 Mart 2020’de Kalp Hanım albümünü yayınladım. 15 Nisan 2021’de Eski Yeniler albümünü beş klibiyle aynı anda yayınladım… Yani sevenleri albümsüz ve sürprizsiz bırakmadım. Tüm bu süreçte, durmadan beklemeden Ocak 2022’de yayınlayacağım albümün atmosferi ile alakası olmayan, bağımsız şarkıları kendi alemlerini var ederek paylaşmayı seçtim. Robot Kozmonot, Perişahı’nın Kızı, Şanssız Mücadeleci, Ne Güzel Yerlerin Var gibi teklilerime baktığımda formlar ve türler arasında dolaştığımı, müziğimle ve söz yazımımla alakalı yeni bölgeler keşfettiğimi ve dünyanın başka yerlerinden isimlerle üretme cesareti kazandığımı görüyorum. Teklilerde o kadar kıymetli insanlarla çalıştık ki. Ruhumu besledi her biri, ömrümce kutlayacağım hediyelerimizi. Başak Soysal’a, Ahmet Mümtaz Taylan’a, Dudu Tassa’ya, Dilan Bozyel’e, Zeynep Özkanca’ya, Burçin Esin’e, Sinan Salaz’a teşekkürlerimi de buraya bırakmak istiyorum.

Yaz bitiyor, şehirler yeniden hareketleniyor, pandemi tüm varlığıyla hayatımızda olsa da artık belki de pek çoklarımızı daha az korkutuyor… Peki senin şu aralar gündeminde neler var? Yakın ya da uzak geleceğe yönelik bahsetmek istediğin planların var mı? Ne gibi sürprizler bekliyor hayranlarını?

Eylül’de Bilmiyor İçim ile süren tekli serüvenlerimiz, Kasım’da beni ilk dinlediğimden beri çok heyecanlandıran, enfes bir müzisyen dostumla ortak çalışmamız olan Kaybolmuş ile devam edecek.

Roman ve romanın ismini taşıyan albüm 2022’nin başında geliyor. Ömrümden süzülen her şeyin bir an içinde herkesle buluşması gibi olacak. Ve kim bilir neler yaşayacağız beraber? Öğrenmeyi, birlikte kutlamayı, okumayı ve söylemeyi bekliyorum.

Dişil Sözlük de kitabına kavuşacak.

Çocuk kitaplarımı da yeniden basmak ve daha çok çocuğa, çocuklara kitap okuyan/okumak isteyip de fırsat bulamayan insana ulaşmak hayallerim arasında.

Bizi okuyan herkese uzaktan da olsa sarılıyorum. Hem kendilerini hem çevrelerini düşünmeyi, sağlık için önlemler almayı unutmamalarını diliyorum.

Sevgiyle,

Kalben