Terapi sayanlar, aşırı bulanlar: Oversharing yani ‘fazla paylaşma’ haline dair birtakım tartışmalar

Hepimiz kendince dertleri, tasaları olan; dünyanın keşmekeşinde kendine bir yer bulmaya çalışan insanlarız ve hayatın her zaman toz pembe olmadığının da farkındayız… Dolayısıyla da etrafımıza 7/24 neşe saçmak, her zaman mutluluk maskemizi takmak zorunda değiliz. Peki sosyal medya hesaplarımız da mı böyle düşünüyor yoksa orada sadece “mutlu” anlarımızı paylaşmak mı daha doğru geliyor? Ya da Bella Hadid’in aksine, en depresif anlarımızı da bu hesaplarımızda paylaşmaktan çekiniyor muyuz? Hadid’in içini döktüğü paylaşımlara aldığı tepkilere bakarsak çoğumuz ikinci seçeneği seçiyoruz. Sheffield Üniversitesi’nde sosyal medyanın sağlığımız üzerindeki etkilerini araştıran Dr. Gerrard’a kulak verdiğimizde ise son yılların meşhur terimlerden biri olan oversharing’in yani fazla paylaşma halinin sandığımız kadar küçük düşürücü ya da aşırı bir eylem olmadığını hatta bir terapi işlevi görüp bir ihtimal bize iyi bile gelebileceğini duyuyoruz. Ve biz de bu yazımızda bu ihtimal üzerinde durarak (ve tabii ki Bella’nın da kulaklarını çınlatarak) sanal dünyada da üzgün olabilme hakkımıza dadanıyor, oversharing’in göz ardı edilen nedenlerini konuşuyoruz.

Season 1 Too Much Information GIF by Friends - Find & Share on GIPHY

Eğer hayatınızın bir döneminde psikolojik olarak birtakım zorluklar, yokluklar, sıkıntılar çektiyseniz yakın çevreniz ya da terapistiniz tarafından sorunlarınızı, duygularınızı dile getirme konusunda bolca teşvik edilmişsinizdir. Nasıl ki fiziksel bir rahatsızlığımızın çözümü için önce ortada bir sorun olduğunu fark etmemiz gerekiyorsa, ruh sağlığımız açısından da durumlar aynı şekilde ilerliyor. Ancak farkına vararak ve sorunun üzerine giderek sağlığımız için uygun tedavi yöntemine kavuşabiliyoruz. Eğer majör depresyon gibi farmakolojik bir tedavi gerektirmeyen daha hafif duygu durum bozukluklarımız varsa başka insanlardan, sevdiklerimizden, terapistlerden destek almak; özellikle konuşmak, açılmak bile bize çok iyi gelebiliyor. Ve her türlü ihtiyacımızı dijital dünyadan karşılayabildiğimiz bu günlerde akıl ve ruh sağlımız için de ellerimizdeki akıllı telefonlara ya da çeşitli sosyal medya platformlarına sarılmamız da şaşırtmıyor. Özellikle doğru ve etkili terapiye ulaşabilmenin epey bir maliyetli olduğu şu zamanlarda bir tweet’le ulaşabileceğimiz insanların sayısını tahmin bile edemezken…

Sosyal medyanın sağlığımıza ne gibi etkileri olduğu konusu özellikle son 10 yılın değişmez gündemlerinden biri. Kimileri her türlü sosyal aktivitenin ruh sağlığımıza iyi geldiğini savunurken kimileri de kötü niyetli insanlarla da etkileşime bir hayli açık olduğumuz bu platformlarda daha temkinli davranmamızı söylüyor. Aslında iki taraf da haksız sayılmaz; ekran süresi bağımlılığı yazımızda da bahsettiğimiz gibi bu platformların etkisi onları nasıl, ne şekilde ve ne niyetle kullandığımıza göre değişiyor.

Ama son yıllarda birçok kişinin bize olumsuz yönde etkisi olduğu konusunda hemfikir olduğu bir mesela var; oversharing. Yani Chambers Dictionary’nin tanımıyla “kişinin kişisel hayatı hakkında kabul edilemez derecede bilgi vermesi”. Gerçekten de kişisel bilgilerimiz hakkında aşırı paylaşım yapmak güvenliğimiz açısından sakıncalı olabilirken psikolojik durumumuzu paylaşmak da ruh ve akıl sağlığımızı tehditlere açık bir hale getirebiliyor. Örneğin pop müziğin son yıllarda yükselen yıldızlarından Halsey kendisine 17 yaşında bipolar bozukluk teşhisi konulduğunu ama bu konu hakkında konuşmaktan uzun yıllar boyunca çekindiğini anlatıyor aşağıdaki röportajında. “Bipolar bozukluk teşhisimi dünyayla paylaştıktan sonra akıl sağlığımın onunla tamamen alakasız olan durumları nasıl etkileyeceğinden endişe ettim. Mesela boğaz ağrım yüzünden birkaç konserimi iptal etmek istediğim ama medyadan ve de insanlardan ‘kesin mental bir çöküş yaşıyor’ ya da ‘kesin yine bir şeye delirmiştir’ gibi tepkiler alacağımdan çekindiğim için bu kararımdan vazgeçtiğim zamanlar oldu. Bence kültürümüzün bir bakıma ‘deli kadın’a karşı büyük bir nefreti ve takıntısı var. ‘Deli’ kelimesini onlara karşı bir silah olarak kullanmayı çok seviyoruz” diyor.

Bella Hadid, Halsey’in bu cümlelerinde ne kadar haklı olduğunu gördüğümüz en iyi örneklerden biri. Biliyorsunuz ki Hadid son zamanlarda ağlarken ya da hastanede serum takılı bir vaziyette yatarken paylaştığı selfie’lerle gündeme geliyor ve herkes tarafından “akıl sağlığını yitirdiği” gerekçesiyle eleştiriliyor. Ama Hadid’e bu süreci sorduklarında tüm bu paylaşımlarının kendisine iyi geldiğini, acı verici ve zayıflatıcı depresyonuyla başa çıkmasında çok yardımcı olduğunu söylüyor.

My Monday Morning’e verdiği röportajda Hadid “O selfieleri benim gibi hisseden herkesin böyle hissetmenin normal olduğunu bildiğinden emin olmaları için paylaştım” diyor. Ve Hadid her ne kadar sosyal medya zorbalarından tepkiler almış olsa da postlarının altı kendisini anladığını, onunla benzer dönemlerden geçtiğini söyleyen binlerce insanla dolu. Yani Hadid’in belki de en zayıf anlarından birini fotoğraflayıp milyonlarca takipçisiyle paylaşması hem kendisini kötü hisseden insanlara hem de Hadid’e iyi gelmiş oluyor.

Sheffield Üniversitesi’nde Dijital Medya ve Toplum alanında akademisyen olan ve sosyal medya ile akıl sağlığı arasındaki ilişki konusunda uzmanlaşan Ysabel Gerrard, sosyal medyanın genellikle zihinsel sağlık sorunlarına ‘neden’ olmakla suçlansa da aslında çok daha olumlu bir alan olabileceğini açıklıyor. “Sosyal medya insanların günlük yaşamlarında yapamayacakları deneyimler hakkında konuşmalarını sağlayabilir. Bizi gerçekten de o ıssız, izole yerden çıkarabilir.” diyor. Ayrıca, sanal ortamda zayıf ruh sağlığına ilişkin açıklamalara sıklıkla mizahın da eşlik ettiğini hatırlatıyor ve “stresli durumlarda mizahın, gülmenin insana iyi geldiğini gösteren çok fazla sosyolojik araştırma var. Bu çok uzun bir geçmişi olan bir konu” diye ekliyor.

Doctor Help GIF by Apple TV+ - Find & Share on GIPHY

Sosyal medyada akıl sağlığı hakkında sık sık paylaşımlarda bulunan 25 yaşındaki gazeteci Sian ise konuyla ilgili Dazed’de yayınlanan bir yazıda “Birçok insanın çevrimiçi ortamda nasıl hissettiklerini paylaşabilmesi gerçekten çok önemli çünkü belki de bunu yapabilecek başka bir ortamları yok. Belki de hiç yakın arkadaşları yok ve çoğu kişi için terapiye erişmek oldukça zor. Yani sosyal medyada paylaşım yapmak onlar için bir nevi terapi oluyor, bu paylaşımlara aldıkları cevaplar onların gerçekten duyulduğunu ve anlaşıldığını hissettiriyor. Kimsenin desteklendiğini hissetmek için Twitter’a güvenmek istediğini sanmıyorum ben de. Ama bazen, çaresiz olduğunuzda bunun tek seçeneğiniz olduğunu hissedersiniz” açıklamasını yapıyor.

Sian, oversharing’e anlam veremeyen ve insanların çeşitli psikolojik sorunlarını sosyal medya üzerinden duyurmasından rahatsız olanlara hatırlatılması gereken iki önemli konuya değiniyor bu söylediklerinde; insanların gerçekten de seslerini duyuracağı başka kimseleri olmaması ve terapiye erişim sorunu. Dr. Gerrard da özellikle sosyal medyada akıl sağlığı hakkındaki yanlış bilgilerin, kronik olarak yetersiz finanse edilen sağlık hizmetlerinin belirtisi olduğuna dikkat çekiyor. “Ruh sağlığı aktivisti olan birçok insan var ve bence bu harika. Ancak lisanslı bir profesyonel olmayan hiç kimse insanlara akıl sağlığı konusunda tavsiye vermemeli. Ama aynı zamanda, bunun oldukça naif bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Özellikle Birleşik Krallık’ta özel akıl sağlığı bakımı için paranız yoksa haftalarca hatta aylarca bekleme listesinde olabiliyorsunuz” diyor. Bu sorun maalesef sadece İngiltere’ye özgü değil; ülkemiz de dahil olmak üzere birçok ülkenin devlet hastanelerinde ihtiyaç duyduğunuz zamanda, yeterli süre boyunca terapi almak neredeyse imkansıza yakın.

Bella Hadid Vine GIF - Find & Share on GIPHY

Tüm bu sebeplerin yanında, bizi 2014 yılında Chambers Dictionary’nin yılın kelimesi seçtiği oversharing, pek çok etkenin tetiklediği bir durum aslında. Twitter’a girdiğimizde bizi karşılayan “Neler oluyor?” sorusu, Facebook’un “Aklından neler geçiyor?” şeklindeki rahatsız edici sorgusu, Instagram’da sürekli karşımıza çıkan gündelik hayat kareleri… İnsan ister istemez bu toplu paylaşım hareketine katılmak, aklından geçenleri paylaşmak, hayatında olup biteni göstermek/anlatmak zorundaymış gibi hissedebiliyor. Dolayısıyla çoğumuz için bir alışkanlık haline gelen bu paylaşma eylemi iyi günümüzde de kötü günümüzde de yapmak istediğimiz, acılarımızı da mutluluklarımızı da insanlara duyurabildiğimiz bir eyleme dönüşüyor (üstelik bunu tek bir dokunuşla yapabilmemiz de cabası). Bella Hadid’in bile sosyal medya üzerinden yardım istediği bir dünyada oversharing de artık “yeni normal” sayılıyor…

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et