Kısa zamanda yarattığı tartışmalarla The Idol’a dair sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz

Sam Levinson’ın Lily-Rose Depp ve The Weeknd’li yeni projesi The Idol’ı ve etrafında kopan tartışmaları duymayan kaldı mı? Succession sonrası HBO’da pazar akşamlarını şenlendirmeye başlayan dizi önce kamera arkasında yaşanan toksik olaylarla gündem olmuş ardından da sado-mazo ilişki, manipülasyon, işkence ve “rıza” kavramı gibi oldukça hassas konularda radikal karar verilen sahneleriyle epey tartışma yaratmıştı. Lily-Rose Depp’in oyunculuğu diziye dair övülen tek şey olsa da (Lily-Rose Depp’in de karakteri Jocelyn’in de çok daha iyisini hak ettiği konusunda herkes hemfikir) Sam Levinson ve dizinin ayrıca yaratıcıları arasında da yer alan The Weeknd için yorumlar biraz kötü. Hatta hak ettikleri gibi…

Euphoria ile şahsına münhasır kalemi ve yarattığı dünyayla adından sıkça söz ettiren Sam Levinson’ın yeni projesi The Idol, 4 Haziran’da ilk bölümüyle yayın hayatına başladı. Galası Cannes Film Festivali’nde yapılan yapımın baş rollerini Lily-Rose Depp ve The Weeknd adıyla tanınan müzisyen Abel Tesfaye paylaşıyor. Dizi, küçük yaşta Amerikan müzik piyasasında şöhret olan Jocelyn’in yaşadığı mental problemler ve skandallar sonrasında eski ününü kazanmak için tekrar çıkış yapmaya çalışmasına ve bu süreçte yaşadığı hem fiziksel hem de ruhsal zorluklara odaklanıyor. Yeni bir single ve turneyle büyük geri dönüşü planlanan Jocelyn, kafa dağıtmak için gittiği bir gece kulübünde, kulübün sahibi Tedros ile tanışır. İkili birbirlerini daha yakından tanıma adımlarını atarken Tedros’un müzik bilgisinden etkilenen Jocelyn, kaybettiği o müzik ilhamını Tedros’un yardımlarıyla geri getirebileceğini düşünür. Süre gelen olaylar neticesinde Jocelyn’in evi, artık kendi kontrolünden de çıkarak kocaman bir “sanat üretimi” yerine dönüşür.

The Idol tanıtım fotoğrafları, fragmanı ve yine tanıtım kliplerinde kullandıkları Britney Spears’ın asla eskimeyecek olan “Gimme More” şarkısıyla hepimizin içini kıpır kıpır etmeyi başardı. Euphoria’da özellikle kadın karakterlerin her birinin kendine özgü giyim tarzı, makyaj stili ve baskın bir rengi olmasına özen gösterilmişti. Euphoria kızlarını pullu, payetli, soğuk ve parlak renkli makyajlar içerisinde izlemek, izleyicilere hikâyenin yanında göze hitap eden başka bir artistik zevk sundu diyebiliriz. Bu karakteristik özellik The Idol için de geçerli. Kostüm ve makyaj tasarımı 90’lar stilinin günümüz minimal çizgiyle modernize edilmiş hâli. Lily-Rose Depp’in güzelliğini ortaya çıkartan renk paleti kullanımıyla Jocelyn karakterinin dışında da yine kendilerine ait stilleriyle her bir karakter yer aldığı sahende ışıl ışıl parlıyor. Bunun yanında Lily-Rose Depp, karakteri Jocelyn’in parçalanmış iç dünyasını oldukça yalın bir şekilde izleyiciye aktarmayı başarıyor. Güzelliği ve yeteneğiyle izleyenleri kendine büyülüyor diyebilirim. Tüm bu göz alıcı etmenlerin yanında, peki neden The Idol içimize bir türlü sinmedi?

Yapımın temel amacı Amerikan müzik endüstrisinin hem fiziksel hem de ruhsal olarak ne kadar sömürüye dayalı olduğunu göstermek aslında. Sektör içerisinde yıllardır süre gelen olayların yanında dizi, çok da tanımadığı bir adamın hegemonyasında ilerleyen bir proje ve bir romantik ilişkinin, daha ne kadar toksik bir noktaya evrilebileceği merakını uyandırmayı başarıyor. Yaratılan bu gizemli Tedros karakterinin geçmişi, bugünü ve tabii ki Jocelyn’in onu bırakmayan anılarının yarattığı rahatsızlığın yanında; sado-mazo ilişki, manipülasyon, işkence ve “rıza” kavramı gibi oldukça hassas konularda radikal karar verilen birkaç sahne mevcut. Sosyal medyadan da dizinin gidişatı ve The Weekend’in performansı hakkında pek çok negatif yorum bulmak mümkün. Dizinin geneline bakıldığında “male gaze” dediğimiz erkek baskın ses, yazar ve yapımcıların bir noktada idealize ettiği belki de fantezisini kuruduğu karakterler, olaylar ve sonuçlar silsilesi birbirini takip ediyor. İkinci sezonunun iptal olduğu haberini yeni aldığımız The Idol’ı bu hâliyle potansiyeli olan bir hikayenin, eklenen bazı tetikleyici sahneler ve erkek egemen sistemi eleştirmek için yazıldığı iddia edilen senaryonun oldukça ağır erkek bir bakış açısına sahip olmasıyla harcanmış bir dizi olarak görmek pek de yanlış olmaz.