
Umut ve dayanışmayla neşeyi hatırlamak: İmtiyaz, Yahut Cici Kızlara Bir Roman’ı yazarı Sezen Ünlüönen ile konuştuk
“İnsanın iyileşmesi, kendi yolunu çizmesi dahi başkalarının yardımı ve desteğiyle mümkün”
Amerika’daki Sezen Ünlüönen ile her iki tarafa da uygun bir saatte, malum iletişim platformumuz Zoom üzerinden buluşuyoruz. Elbette sohbet konumuz İletişim Yayınları etiketiyle yayımlanan İmtiyaz, Yahut Cici Kızlara Bir Roman kitabı ama bununla sınırlı kalmıyoruz. Ünlüönen’in yazma serüveninden, her iki kitabında da referans verdiği –ve çok sevdiği- Çalıkuşu’na; neresi olduğu fark etmeksizin toplumların kadınlara koyduğu sınırlara ve ‘beraber iyileşme’ hallerine uzanan bir sohbete dalıyoruz.
Kendi deyişiyle yazmak ve okumak üzerine kurulu bir hayatı var Sezen Ünlüönen’in. 2017’de yayımlanan ilk romanı, Kıymetli Şeyler’in Tanzimi’nden dört yıl sonra ikinci kez okurlarıyla buluşuyor. “Bazı yazarlar belki daha hızlı yazıyordur ama benim için hikayenin çatısını kurmak, karakterleri geliştirmek, olayları belli bir çizelgeye oturtmak için çok da uzun bir süre gibi gelmiyor, bu zaman” diyerek anlatıyor bu süreci.
Kitaplarının daha ilk sayfalarında yakalayan “Bu kitap beni ‘yormaz’, sular seller gibi akar” hissi, duru dili ve elbette “bir dakika ya” deyip düşündüren gözlemleriyle zaten birçoğumuz için ‘yolu dört gözle gözlenen yazarlar’ listesine giren Ünlüönen, bu kez de önceleri gönülsüz ve çekingen olan Nergis’in büyüyüp gelişme yolculuğunu anlatıyor bize.
İmtiyaz, Yahut Cici Kızlara Bir Roman’da ‘cici kız’ Nergis’le tanışıyor; arkadaşlarını, geçmişini, ailesini, hasarlı ilişkilerin, parlak kariyerini yani kısacası hayatını öğreniyoruz. İtalya, İstanbul, Ankara ve Antalya’ya yolculuğa çıkıyoruz bazen. Çoğul konuşuyoruz zira Nergis’le arkadaş oluveriyoruz birden.
Kitap, tanıtım bülteninde ‘kulağa küpe’ diye not düşülen “Kız muhabbeti’ asla sadece ‘kız muhabbeti’ değildir!” yazısı ve Güneş Terkol imzalı kapak çalışmasıyla, bu zor günlerde unuttuğumuz ve hatırlamaya da çokça ihtiyaç duyduğumuz bir neşeyi hatırlatıyor bize. Ama tüm bunları gerçek hayata sırtına dönerek yapmıyor. Hatırladığımızda içimizi çok yakan olayları, kanıksadığımız baskıları, kadınların dünyanın hangi köşesine giderse gitsin bir türlü kaçamadığımız sınırları da hatırlatıyor. Hem de çok incelikli, can sıkmayan ve hatta “umut hep var” diyen bir neşeyle.
İmtiyaz, Yahut Cici Kızlara Bir Roman birbirlerine iyi gelen, anlayan; yola devam etmek için affetmese bile kabullenen, “Sokaklar da, meydanlar da, geceler de bizimdir!” diyen kadınların hikayesi. Daha fazla uzatmadan sözü Sezen Ünlüönen’e bırakıyoruz.
İkinci romanın İmtiyaz, Yahut Cici Kızlara Bir Roman yayımlandı. Şu an Amerika’da olduğunu ve edebiyat alanında doktoraya devam ettiğini biliyoruz. Neler yaptığını bir de senden dinleyebilir miyiz?
Yetişkin hayatımın neredeyse tamamını Amerika’da geçirdim. Harvard Üniversitesi’nde edebiyat alanında lisans yaptım. Daha sonra Türkiye’ye geldim ve iki sene burada kaldım. Ardından doktora için tekrar Harvard’a döndüm, şimdi de doktoramı tamamlıyorum. Genel olarak okuyup yazmak üzerine kurulu bir hayatım var diyebilirim.
Bir önceki romanın Kıymetli Şeyler’in Tanzimi’nden dört yıl sonra geldi İmtiyaz, Yahut Cici Kızlara Bir Roman. İlk romanın ardından birçok okur için “bir sonraki kitabı dört gözle beklenecekler” listesindeydin bizce. Nasıl geçti bu dört sene?
Kıymetli Şeylerin Tanzimi 2017’nin başlarında çıkmıştı ama tabii yayınevine 2016’da teslim etmiştim. Kitabı teslim ettikten sonra aşağı yukarı bir sene ara verdim yazmaya. Bir hikayeyi bitirip diğerine başlamak için aradan biraz zaman geçmesi gerekiyor sanırım, bilemiyorum. Bu ara verme sürecini çıkarırsak İmtiyaz’ı yazmam iki üç seneyi buldu. Belki başka yazarlar daha hızlı yazıyordur ama hikayenin çatısını kurmak, karakterleri geliştirmek, olayları belli bir çizelgeye oturtmak için çok da uzun bir süre gibi gelmiyor bu bahsettiğim iki-üç yıl. Yeni bir kitaba başladığınız zaman kitabın her şeyini bilmiyorsunuz, biraz da el yordamıyla ilerliyor bu süreç. Yazıyorsun, yazdıklarının bir kısmını atıyorsun, düşündüklerinin formları değişiyor. Aslında her şeyin biraz demlenmesi gerekiyor.
Hikayelerinin biraz da yolda, el yordamıyla belirlendiğini söyledin. Her yazar için farklı ilerliyor bu süreç, kimileri senin gibi kendini yola bırakırken kimileri de her şeyi tasarlamış halde başlıyor yazma sürecine. İmtiyaz’ı yazarken nasıl sonlanacağı belli miydi kafanda yoksa akışı yolda mı değiştirdin?
Kitabın güzergahındaki her durak belli değildi ama kitabın en sonunda kadınların 8 Mart yürüyüşüne katıldıkları bölüm, yazdığım ilk bölümlerden biriydi. Bu yürüyüş sahnesini yazdığımda orada Nergis’in yanında gördüğümüz Eylem ve Dilrüba karakterleri daha kitaba dahil olmamışlardı bile. Ama Nergis’in sokakta, diğer kadınlarla beraber “Sokaklar bizim, geceler bizim!” diye bağırdığı o an, bu hikayenin oraya ulaşması gerektiğini daha karakterlerin bir kısmı ortada yokken bile bana hissettirmişti.
Bunun dışında en başından beri Amerika’da yaşayan, eğitimli, kitapları, filmleri önemseyen ve bunları hayatının gidişatı için temel birer yol gösterici olarak benimseyen biriyle ilgili bir kitap olacak düşüncesi vardı. Biraz da İtalya’da tanışmış bir çiftin tekrar karşılaşması hattından Henry James’in Altın Kase romanının modern bir adaptasyonu gibi olsun istiyordum: Nergis’le Ekin’in tanıştıkları sahnede Nergis’in koltuğunun altında bir Henry James romanı olmasının nedeni bu—kitap bunu açıkça söylemiyor ama Nergis o esnada Altın Kase’yi okuyor!
Ama tabii insan yol boyunca kendi yazdıklarının anlamını da düşünüyor, sorguluyor. Tamam, Nergis filmlerdeki ya da kitaplardaki gibi bir aşk yaşamak istiyor ama “filmlerdeki ve kitaplardaki gibi aşk” ne demek? Şu an Nergis gibi genç kadınlar ellerine bir kitap aldıkları zaman bu hikayeler onlara ne ifade ediyor, nasıl bir hayat vaat ediyor sorusu da beraberinde geldi. Mevcut tüm bu hikayelere İmtiyaz’ın hikayesi nasıl bir cevap olacak sorusundan hareketle kitabı şekillendirdim diyebilirim.
İmtiyaz, yahut Cici Kızlara Bir Roman’la Nergis’in hayatına konuk oluyor, bu ‘cici kızın’ ailesi, arkadaşları, türlü yetenek ve başarılarla dolu kariyeri ve hasarlı ilişkileri ile tanışıyoruz. Bir okur olarak ilk başlarda Nergis’e ve hayatına “hasetle” yaklaştığımı fark ettim. Daha sonra hayatlarımız çok çok farklı olsa da, Nergis’in ayrıcalıklı hayatına rağmen bir şekilde ortak yönlerimizin olmasının okura iyi gelen bir yanı olduğunu düşünüyorum. Sen nasıl anlatırsın Nergis’i?
Nergis’in senin de işaret ettiğin gibi iki temel özelliği var. Biri bu edebiyat sevgisi, fikirlere düşkünlük, kurgusal eserlere önem atfetme diyebiliriz. Aslında bu doğrudan bir entelektüellik de değil; daha ziyade Nergis’in, entelektüel mecralara duyguyla bağlanmak, tutkuyla düşkün olmak gibi bir yönü var.
Bir de, yine belirttiğin gibi Nergis’in sadece Türkiye için değil, dünyadaki herhangi bir insan için ayrıcalıklı bir öyküsü var. Vasıl bir aileye doğmuş, el bebek gül bebek büyütülmüş, özel okullarda okutulmuş, eğitimi için yurt dışına gönderilmiş biri. Kitabın ortasında bir sınıf düşmesi yaşıyor ama o zaman bile gidip mesela fabrikada tütün sarmaya başlamıyor Nergis. Her zaman sahip olduğu birtakım ayrıcalıklar var, bunu görüyoruz.
Bununla beraber Nergis’in büyüyüp gelişip kendini bulma süreci yalnızca kitaplar, filmler, şiirler veya şarkılara referanslarla olmuyor. Bence yetişkinliğe adım atmanın bir koşulu da insanların genelde 30’lu yaşlarda kalkıştıkları hayat muhasebesi. Nergis de bu muhasebeyi yapıyor. “Tamam, benden talihli insanlar var ama ben de pek çok insandan talihliyim. Kimilerimiz maddi yokluk çekiyor, kimi alkolik babasıyla ve kendisinden nefret eden annesiyle yüzleşmek zorunda. Hayat bana bu kartları dağıttı, ama ben bu kartların kurbanı değilim. Ben bu noktada, kendi hayatını kuran bir özne olarak devam etmeyi seçiyorum,” demesi gerekiyor. Yani Nergis bir şeyleri kitaplardan öğrenmiş, başka şeyleri de şimdi hayattan öğreniyor. Bu açıdan bakınca benim temennim, Nergis’in tüm istisnai şartlarına ya da kendince sahip oldukları zorluklara rağmen, kitap boyunca öğrendiklerinin okurda da, senin dediğin gibi bir karşılık bulması; bu kendi hayatına yön verme cesaretinin diğer kadınlara, diğer okurlara bir şey söylemesi.
Hikaye boyunca Nergis’in büyüdüğünü, geliştiğini hatta geçmişle barışmaya çalıştığını görüyoruz. Hikayenin sonunda yıllar boyunca sorun yaşadığı anne ve babasıyla işleri yoluna koyma çabasını görüyoruz. Bu adıma barışmadan ziyade kabullenme diyebiliriz sanki; sen ne düşünürsün?
Bu barışmalar “Nergis’in babası değişti, hatalarını anladı, artık yeni bir insan oldu” ya da “annesi sihirli bir değnek sayesinde artık Nergis’le bambaşka bir ilişki kurdu” gibi bir durumun sonucu değil, dediklerine bu yönden katılıyorum. Olan daha ziyade Nergis’in artık “Bu insanlar ‘böyle’ ve ben bu insanlar ‘böyle’ diye onlarla kavga etmeyi bırakacağım,” demesi. Bence bu da bir insanın kendi önüne bakması ve yolunu çizmesi için gereken bir süreç, Nergis de bunu yaşadı.
Nergis ve Ekin’in İtalya maceraları, sonu nasıl bitecek dedirten bir aşk hikayesi aslında. Lale’nin devreye girmesinin aslında okurun merakını daha da perçinleyecek bir adım. Buna rağmen Nergis-Lale-Ekin aksından ziyade, Nergis’in yakın arkadaşları Eylem ve Dilruba’yla ilişkisini daha heyecan ve keyifle okuduğumu söylemek isterim. Bu bilinçli bir tercih miydi?
Benim nezdimde de Nergis için belirleyici olan ilişki Ekin ve Lale’yle olan değil, arkadaşları Eylem ve Dilrüba’yla olan ilişkisi. Dediğim gibi bir insanın kendi yolunu çizip sorumluluk almasını anlatan bir kitap bu ama hiçbir insanın tek başına bir ada olmadığını da gözden kaçırmak istemiyorum. İnsanın iyileşmesi, kendi yolunu çizmesi dahi başkalarının yardımı ve desteğiyle mümkün. Nergis’in iyileşmesi de kısmen annesi ve babasından miras edindiği olumsuz, yıkıcı fikirleri, kendine dair inanışları Dilrüba ve Eylem’den duyduklarıyla değiştirebilmesinin bir sonucu. Nergis’e inanan, güvenen ve onu sevip destekleyen birileri var artık hayatında.
Bu sadece Nergis için geçerli değil, hepimiz için geçerli bence. Kendimizi başkalarından soyutlayarak iyileşmenin, güçlenmenin ve yola devam etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Yani sizin de dediğiniz gibi kitabın dönüştürücü yönü bu ilişkilerde saklı.
Hiçbir toplumsal konum ya da statü kadınları, toplumun koyduğu sınırlardan azade kılmıyor.
Bu anlamda hikayenin kadınlar dayanışmasına doğrudan bir desteği olduğunu düşünüyorum ben de. Türkiye’de izlediğimiz, dinlediğimiz, okuduğumuz kadın hikayelerinin sayısı artsa da hâlâ çok sorunlu bir dil kullanımı ve hikayelere de maruz bırakılıyoruz. Bu anlamda Nergis ve diğer kadınların umut verici yönü çok kıymetli. Uzun zamandır Amerika’dasın; Türkiye’deki kadınlar hareketini ve kadınların gündemini ne kadar takip edebiliyorsun?
Evet, uzaktan da olsa elimden geldiğince, dahil olabildiğimce takip etmeye çalışıyorum. İmtiyaz’da bir aşk hikâyesi var tabii ki ama kadın cinayetleri, kadın mücadeleleri, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi gibi konular hiç yaşanmıyormuş gibi de yazamazsınız. Nergis Türkiye’deki kadınların karşı karşıya olduğu en korkunç ve önemli sorunlarla karşı karşıya değil belki ama tüm bunları görmezden gelmek istemedim. Dilruba’nın Çorum’daki akrabalarıyla ilgili olan bölümde bunu biraz görüyoruz. Aynı şekilde, Nergis’in annesinin Ankara patlamasından sonra dışarıya çıkmaya korkması da buna örnek olabilir. Tüm bunlar Nergis’in dünyasının çeperini oluşturuyor, onun hareket alanını belirliyor. Umuyorum ki, “Nergis bu kadar eğitimli, görece şanslı ve imtiyazlı olduğu halde Türkiye’de de, dünyada da kadın olmanın zorluklarından azade değil; hiçbir toplumsal konum ya da statü kadınları, toplumun koyduğu sınırlardan bağımsız kılmıyor” hissi okura da geçebilsin.
Kıymetli Şeylerin Tanzimi’nden sonra İmtiyaz’da da Çalıkuşu referansları karşımıza çıkıyor. Okurların senin Çalıkuşu sevgini biliyor diyebiliriz, birkaç söyleşinde de bunu dile getiriyorsun. Çalıkuşu referansı Nergis için nasıl bir yerde duruyor?
Evet, Çalıkuşu sevdiğim için karşımıza çıkıyor. Bir yandan da Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu için doğrudan aktaramasam da şu minvalde sözleri var: “Ben Türkiye toplumunda genç kadınların neşeli ve oyunbaz olmalarının kötü bir şeymiş gibi görülmesine karşıyım. Böyle kadınlar zorluklar karşısında sizin hiç beklemediğiniz dirayetler gösterebilir.” Kitapta tam buna karşılık gelebilecek olaylar var. Mesela Nergis’in, annesinin söylediği yıkıcı ve kırıcı lafları hatırladıkça gülmesi ya da Ankara patlamasının yıldönümünde bir kaybın ardından “cin çıkarmaları.” Nergis ve diğerleri üzülmüyor değil elbet ama illa kahrolarak, gözyaşı dökerek göstermiyorlar bunu. Üzüntülerini bir şova dönüştürmeden, kendi manevi yüklerini başkalarına taşıtmadan, kimi zaman güler yüzle, metanetle, neşe ve ümitle başa çıkıyorlar. Tüm bunları düşününce Feride ve Çalıkuşu Nergis’e bir rehber, bir yol gösterici diyebiliriz gerçekten.
Her iki kitabın ismi de oldukça ‘iştah açıcı.’ Ayrıca İmtiyaz’ın kapağında da Güneş Terkol imzalı bir çalışma görüyoruz. İsim ve kapağa karar verme süreci nasıldı?
O açıdan çok şanslıydım, yayınevinden çok büyük destek gördüm. Kendilerine buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum. Kitabı yazarken, hatta daha ortasındayken bu kitabın adının İmtiyaz, yahut Cici Kızlara Bir Roman olmasını istiyordum. Ama bir yandan da Türkiye’de isminde ‘cici kızlar’ geçen bir roman basarlar mı, bassalar bile “sakallı bıyıklı erkekler” ellerinde bu kitapla dolaşırlar mı diye düşünüyordum. Hatta kitabın çıkmasından bir hafta kadar önce bir okurum Twitter’dan, “Kitap çıkınca silahaltında olacağım, sizce askerde cici kızlara diye bir kitap okumak riskli mi?” diye tatlı bir şaka yapmıştı. Ama hiçbir pürüz yaşamadım, yayınevi nasıl istiyorsan öyle olsun diyerek arkamda durdu. Kitabın editörlüğünü Levent Cantek ve Tanıl Bora birlikte yaptı. Tanıl Bora, “Kapak için aklında bir şey var mı, ben Güneş Terkol’un işlerini çok beğeniyorum bence kitaba da uygun,” demişti. Ben de bu vesileyle Güneş Terkol’u tanımış oldum. Kadın bir sanatçı olması, kadın temalarına işlerinde yer vermesi bence kitapla çok güzel bütünleşti. Nergis de suluboya yapıyor, bir yandan da arkadaşlarıyla nakış işliyorlar mesela. Güneş Hanım kapakta yer almayı kabul edince ben de çok sevindim. Hikaye ve kapak çok güzel bir bütün oldu.
Bir de Nergis’in dinlediği şarkılardan açbakk. için bir liste hazırladın. Spotify üzerinden ulaşılabiliyor listeye. Nasıl seçtin şarkıları?
Sağ olsun, Barbaros Altuğ böyle bir liste fikriyle geldi. Bence de çok güzel bir fikirdi, buradan bir kere daha teşekkür edeyim. Kitabı elime alıp tekrar hangi sahnelerde ne dinleniyor diye baktım. Mesela Rönesans usulü bir lavta konserine gidiyorlar kitapta, ben de o sahneyi yazarken hep dinlediğim bir eseri koydum. Ekin ile Nergis’in beraber izledikleri filmlerin soundtrack’lerinden şarkılar… Teknik olarak kitapta dinlenmeyen tek şarkı “Güneş Yerinde.” Nergis, Ekin’in şiirini okuyup uyuyakalırken o şarkıyı dinlemiyordu ama “güneş yerinde her şey yolunda” diyor diye onu da ekledim. Yazarken ne dinledim diye sorarsan, Black Pumas grubunun şarkıları kitabın yazım sürecinin yüzde kırkında bana eşlik etti diyebilirim.