Vanessa Kirby’nin önlenemez yükselişi

77. Venedik Film Festivali‘nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kapan Vanessa Kirby’nin önlenemez yükselişi ful fors devam ediyor. Hem de zihne kazınan özgün karakterler eşliğinde…

Vanessa Kirby aslında çok uzun zamandır ‘orada’ ama bizim onu fark etmemiz biraz zaman aldı. Hatta itiraf edelim, The Crown‘da ihtiraslı prenses Margaret rolünde görmeseydik kendisini, varlığından bihaber olmaya devam edebilirdik hâlâ.

The Crown’da yaptığı ise bir tür rol çalmaktı aslında: Sarayın asıl yıldızının aslında Elizabeth olmadığına ikna etti hepimizi; Claire Foy’un Kraliçe Elizabeth performansı en ufak mimiği ve ses titreşimine kadar kusursuzdu ama Vanessa Kirby’nin Margaret’ına fena vurulmuştuk. Sempatik gibi ama mesafeli, uçarı gibi ama ayakları yere basan, romantik gibi ama yeri geldiğinde de mantık abidesi… Hem o hem de bu olabiliyordu Margaret’ın peşinde Vanessa Kirby de. Hatta belki de Margaret’a bunları yükleyen Vanessa Kirby’nin ta kendisiydi, kim bilir.

Tahta Margaret geçseydi dünya nasıl bir yer olurdu diye merak bile ediyoruz bir noktada. Evet, hikayenin akışı bizi buralara sürükledi ama Vanessa Kirby’nin aynı anda pek çok hissi birden tetikleyebilen oyunculuğu olmasaydı, kardeşine atarlı bir genç kadından öteye gidemezdi belki de Margaret.

Evet, ”Margaret” deyip durduk ama Vanessa Kirby, oyunculuğunun tek bir role indirgenmesine meydan okur gibi yaktı geçti ortalığı. Venedik Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülü Coppa Volpi‘yi almasıyla birlikte artık bambaşka bir ligde olduğunu kanıtladı herkese.

Yönetmen Kornél Mundruczó’nun ilk İngilizce filmi Pieces of a Woman, Vanessa Kirby’nin de başrolünü üstlendiği ilk film. Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan filmle ilgili çıkan tüm yorumlar, öncelikle Vanessa Kirby’nin oyunculuğuna şapka çıkarıyor: Filmdeki Martha karakterini üstlenişine dair sıralanan tüm methiyeler aslında Margaret performansı için sıraladıklarımıza benzer bir hatta ilerliyor. Dışarıdan yıkılmaz gibi duran ama içeriden alev alan bu kadını, her yönüyle kusursuzca canlandırdığına vurgu yapılıyor. Ve tabii, filmin açılışındaki 23 dakikalık, kesintisiz tek çekimde kotarılmış o doğum sahnesine geliyor her seferinde söz. O kadar vurucuymuş ki izleyenlerin yürekleri dağlanıyormuş…

Pieces of a Woman’da Vanessa Kirby ile Shia LaBeouf’un karakterleri Martha ve Sean, her zamanki sıradanlığın peşinde mutlu mesut yaşayan bir çift. Ta ki o doğum anına kadar… Martha, evde bir ebe eşliğinde doğum yapıyor ama bebekleri maalesef doğum anında ölüyor. Film ilerledikçe, zaman da hızlı bir şekilde ileri sarılıyor. Aşama aşama Martha ve Sean’un yaşadıkları bu trajediye verdikleri tepkileri, sinir krizlerini ve ilişkilerinin un ufak oluşunu aktarmaya başlıyor hikaye. İnsanı aklından ve kalbinden vuran bu doğum sahnesinden sonraki bölümler için yorumlar çeşitli: Açılıştaki kadar vurucu ilerlemediği için filmi durağan bulanlar da var, bir trajediyle baş etme çabasını bu kadar sade ama yoğun bir şekilde anlattığı için filmi alkışlayanlar da… Bir de Vanessa Kirby’yi, her sette karakterini yoğun bir şekilde yaşayan ve arada arızaya bağlayan Shia LaBeouf’a rağmen bu sağlam bir şekilde döktürdüğü için tebrik edenler var ki o ayrı bir konu zaten…

Pieces of a Woman’ın bu başarısı karşısında Netflix de kayıtsız kalamadı elbette. Toronto Uluslararası Film Festivali ile birlikte yakında Kanada semalarına da giriş yapacak filmin haklarını Netflix satın almış bulunuyor. Malum yakın zamanda bir de Halle Barry’nin Bruised filmi ile Zendaya ile John David Washington’ın başrollerinde olduğu, Euphoria’nın yaratıcısı Sam Levinson’ın ellerinden çıkma Malcolm & Marie filmlerinin haklarını da alarak iyice atağa kalkmıştı Netflix. Hulu, HBO Max, Apple+ falan derken giderek kızışan bu rekabette eli güçlü olsun istedi belli ki.

Biz bu yarıştan çıkalım, Vanessa Kirby’ye geri dönelim.

Pieces of a Woman, Venedik Film Festivali’nde adını parlatan asıl film oldu ama Kirby’nin rol aldığı başka bir film daha vardı festivalde: The World to Come. 1800’lerde geçen bu hikayede bir aşk hikayesine yollanıyor bu sefer Vanessa Kirby. Hem de iki kadın arasındaki yasaklı bir aşka… Yani evet, Pieces of a Woman’dan çok farklı bir zamanda ve yerdeyiz. Ve evet, Vanessa Kirby’nin oyunculuğuna tutulduğumuza göre, bu ‘çeşitlilik’ izleyici olarak bize heyecan veriyor.

The Crown ile adını dünya çapında duyurunca Hollywood’un da ilgisini çekmişti Vanessa Kirby. Ama tabii onu Hollywood’a taşıyacak ilk filmlerin Fast & Furious ve Mission Impossible gibi vurdulu kırdılı serilerin bir parçası olması bir noktada içimizi cız ettirmişti. Potansiyelini biliyorduk; güzelliğiyle öne çıkıp oyunculuğuyla geri planda kalmasına izin veremezdi yüreğimiz. (Aşırı dramatize etmemiz…) Haliyle Pieces of a Woman ve The World to Come ile yaptığı bu çıkış bizi de rahatlattı. Belli ki artık ince ince işlenmiş karakterler için kapısı çalınacaktı. ”İngiliz asıllı genç ve güzel aktris” gibi sıradan bir klasmanın çok çok ötesindeydi artık, neyse ki.

Sinema, televizyon ve tiyatro üçlüsünü kariyerinin başından itibaren beraber götüren Vanessa Kirby cephesinde şu aralar öncelik sinemada anlaşılan. 2021 dolaylarında (2021’e dair hiçbir şeyden emin olamıyoruz) vizyona girmesi planlanan Mission: Impossible 7’de de karşımıza çıkacak olan Kirby’yi gerçek hayatta da çok severmişiz gibi hissediyoruz. Venedik Film Festivali’nde ödülünü alırken yaptığı konuşması hem esprili hem de bir o kadar duygusaldı. Aman tanrım inanamıyorum, Cate Blanchett’ın elinden ödül aldım gibisinden coşkulu bir heyecan yaşayan (ve Cate Blanchett karşısında bu kadar heyecanlanarak bizden biri olduğunu kanıtlayan) Kirby ödülünü, çocuklarını yitiren ve bunun yasıyla mücadele eden çiftlere adadığını açıkladı, göz yaşlarını tutamayarak.

Tek seferde birçok farklı duyguyu bir arada yaşatabilecek kadar güçlü olduğunu ta en baştan söylemiştik, değil mi?

 

Vanessa Kirby’nin önlenemez yükselişi Vanessa Kirby’nin önlenemez yükselişi Vanessa Kirby’nin önlenemez yükselişi