Violet Chachki, Koral Sagular’ın nefret cinayetiyle katledilen Hande Kader’e adadığı tasarımıyla kamera karşısında

”Alev ruhu sarıyor, geliyor kalbe yakın…”

İncelikli estetik anlayışıyla RuPaul’s Drag Race’in en zihin açıcı queen’lerinden biri Violet Chachki. Gizemli duruşu ve bunu pekiştiren mesafeli ve bir o kadar da cazibeli bakışlarıyla Dita Von Teese’in açtığı yolda ilerliyor gibiydi. Ki zaten burlesque’in kraliçesiyle birlikte sahne almışlıkları da var…

Drag kültürü eğlence dünyasının bir parçası olsa da cesurca verdiği mesajlarıyla dünyayı dönüştürebilecek bir güce de sahip. RuPaul’s Drag Race ile gördük bunu… Eğer kendini sevemezsen bir başkasını nasıl sevebilirsin ki diyerek her programı kapatan RuPaul’un kurduğu hanedanlıkta nefrete, ayak kaydırmaya, yıkıcılığa yer yok. Evet, bu bir yarışma ve rekabet büyük ama günün sonunda, herkes büyük bir dayanışmanın bir parçası olduğunu biliyor, yine birbiriyle uzlaşıyor. Diğer bildiğiniz realty-yarışma şovlarının dinamikleri buradan fersah fersah uzakta anlayacağınız.

violet chachki 4

RuPaul’s Drag Race’in yedinci sezonunda, daha henüz 22-23 yaşlarındayken tacı kapmış, ”Amerika’nın Drag Süperstar”ı unvanını bir yıl boyunca üzerinde taşımıştı Violet Chachki. Sizi bilmem ama ben kendisiyle bu yarışmadan tanışıyorum… Finaldeki favorim o değildi (çünkü Ginger Minj de oradaydı!) ama drag’in geleceğini temsil etmek de en çok Violet’a yakışırdı. Hatta gelecekten bir yerden oraya ışınlanmış gibiydi, bizim bildiğimiz gerçekliğin ötesinde bir yerlerden buraya gelip konmuştu sanki. Şaşırtıcıydı…

 

Hiç canlı, sahnede izleme fırsatım olmadı Violet Chachki’yi. (Bu drag adı tabii ki.) Ama Instagram’da çok sık stalk’larım. Lüks markaların tasarımları içerisinde her zamankinden daha ulaşılmaz, daha ihtişamlı… Dedim ya, bu dünyaya ait değil gibi diye.

Haliyle hayranlıkla kendisini takip ederken Türkiye’den bir tasarımcının bir kıyafetiyle arz-ı endam ettiğini görünce, ”asın bayrakları” tadında bir coşkuyla heyecanlandım. Evet, Koral Sagular’ın tasarımları içinde daha önce de görmüştük Violet Chachki’yi (Dilara Fındıkoğlu’nun koleksiyonlarından parçaları da giymişliği var) ama bu sefer durum biraz daha farklıydı. ”Asın bayrakları” coşkusu, Koral Sagular’ın birkaç gün önce lansmanı yapılan koleksiyonunun derinliklerine indikçe vurucu bir yere doğru savruluyordu.

Violet Chachki, Vogue Italia için Koral Sagular’ın özel bir tasarımını giyiyordu ve üzerinde şöyle yazıyordu: ”Alev Ruhu Sarıyor, Geliyor Kalbe Yakın”

Şaacettin Tanyerli’nin Gönül Bir Aşk Arıyor adlı parçasından bir söz bu. Bir röportajında ”Afro-Küban tarzında bir rumba bu” diye tanımlıyor bu parçasını Tanyerli, ”tango” olmadığını vurgulayarak.

Romantik hislere fazla kapılmayın.

Koral Sagular bu ‘üniforma’yı 2016 yılında yakılarak katledilen trans kadın Hande Kader’in anısına hazırlamıştı. Aslında sadece bu ünifroma değil, tüm koleksiyon Türkiye’de nefret cinayetleri sonucunda hayatını kaybeden LGBTİ+’lara adanmıştı. Koleksiyonun tanıtım metninde şöyle yazıyor: ”(Koray Sagular) … Hande Kader’in anısına yapılan üniformayla, Türkiye’deki LGBTİ+ bireylerine yönelik nefret cinayetlerini görünür kılmayı amaçlarken, tasarımlarıyla bir çelenk görüntüsü oluşturmaya çalışmadığının, aksine ataerkil toplumun simgeleşen imaj ve objeleriyle ağıt niteliğinde bir sunum hazırladığının altını çiziyor.

Bu metnin devamını da bırakalım buraya, o kadar güzel yazılmış ki…

Araştırma niteliğindeki koleksiyon, bu anlamda, LGBTİ+ bireylerin, toplumun bir kısmı tarafından varolma hakkının nasıl kolayca hiçe sayıldığının ve ‘canavar’laştırıldığının sorgusu.

Canavar sözcüğünün etimolojisine baktığımızda Farsça, canı olan tüm yaratıkları, hayvanları kapsayan ”canvar” sözcüğünden türediğini göreceğiz. Canı olanlar dışarı sürüldüğüne göre, biz içeride kalanlar ölmüşüz demektir. Ya da ölü taklidi yapıyoruz. Tüm yerleşik kültürlerde canavar kavramıyla karşılaşmamız boşuna değil. Canı olanlardan, doğanın kudretini bedenlerinde hissedenlerden canavarlar yaratıyoruz… Hep aynı olanın, ‘bir’in durmadan geri döndüğü kentin içinde farkı, çokluğu açığa çıkaran duyumsayan bedenleri canavarlaştırıp kentin dışına sürüyoruz ve evcilleştirilmeyen, aynılaştırılmaya direnen doğamızı, ‘polis’in, yani kentin dışına sürdüğümüze göre içerisi ‘nekropolis’tir, yani ölüler kenti. Ölüm severlerin, ölü taklidi yapanların kenti. 

Canavar, yani canı var. Canavar, duyumsayandır ve bedeninin tüm yüzeyiyle yeryüzünü iliklerine dek hisseden. Duyumsayan, ölü taklidi yapanlardan farklı olarak, aynının kısır döngüsüne rağmen farkı, farklı olanı fark eden ve farkı duyumsayarak farklılaşandır. Farklı olana tahammül edemeyişimiz, canlı olanı canavarlaştırmamızdan belli.  Ölü kavramlarla örüyoruz anlam ağlarımızı; algılarımızı genişletecek, yaşamın kudretini duyumsatan, farkı açığa çıkaran canlı kavramlara da tahamülümüz yok. Canı olanların, yaşamı savunanların canavarlaştırıldığı bir toplumda canavarlar güzeldir. Sürrealist Alfred Jarry’nin belirttiği gibi “Canavarı uyumsuz öğelerin bileşimi olarak tanımlamak adet olmuştur… Ben kendine özgü, tükenmez her güzelliği canavar olarak tanımlarım.”

Koral Sagular’ın çok katmanlı tasarım anlayışının harika bir özeti aslında bu… Çok katmanlı deyince, aklınıza çoklu materyal kullanımı geliyor olabilir. Evet, o da var ama benim asıl kastettiğim bir arada harmanladığı farklı kimlikler, verdiği mesajlar, farklı dünyalara açılan motifler… Haliyle, yaptığı koleksiyonlara baktığınızda aynı anda çok şeyi görebiliyorsunuz. Bir kıyafetten daha fazlası aslında… Uzun uzun bakılası, her bir detayı üzerine kafa patlatılası.

Nefret cinayetleriyle katledilen LGBTİ+’lara adadığı bu koleksiyonu, üzerinde ayrıca düşünülmeyi gerektiriyor. Moda dünyasının parıltılı dünyasında çok sahici bir konuya dikkat çektiği, izleyici olarak kalmayıp harekete geçtiği için.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et