
Osmanlı’da bir canavar: Yaratılan dizisi ve Mary Shelley’nin ölümsüz eseri
Klasikleşmiş korku severler toplanın! Tam da Cadılar Bayramı döneminde, Çağan Irmak’ın kaleminden oldukça kült bir kahramanın yeniden yorumlanmış hali seyirciyle buluştu. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde yayımlanmış olan Mary Shelley’nin gotik korku romanı Frankenstein ya da Modern Prometheus’dan uyarlanan Yaratılan, yakın zamanlarda Türkiye’de yapılmış diğer işlere pek benzemiyor. Tabii ki bunu iyi bir noktadan söylüyoruz. Osmanlı döneminde geçen bir Frankenstein hikayesi izlemeyi kim istemez ki? Oyunculukları ve prodüksiyonuyla açıkçası biz Yaratılan’ı oldukça beğendik. Siz de bizim gibi diziye dadanmadan önce gelin hep birlikte Frankenstein’ın sanat dünyasındaki yerine bir bakalım.
Her şey İngiliz yazar Mary Shelley ve kendisi gibi entelektüel arkadaşlarıyla yağmurlu bir gecede girdikleri iddiayla başlıyor. İddia ise aralarından kimin en korkunç hikayeyi yazacağıyla ilgili. Shelley, Frankenstein’ın ilk taslağını orada yazıyor ve sonraki sene romanı tamamlıyor. Yazdığı bu gotik eser aynı zamanda ilk bilimkurgu romanları arasında gösteriliyor. Romanda da, Yaratılan dizisinde de çerçeve anlatı üslubu oldukça öne çıkıyor. Ana olayın olduğu bir zamanın akışının yanında mektuplarla geçmişe giderek bireylerin ağzından, mektubun yazıldığı tarihte ne olduğunu öğreniyoruz. Dizide de aynı şekilde bir akış mevcut. Ziya’nın bilinmeyen bir canlı tarafından getirilip zorlu hava koşullarında define arayan bir birliğin çadırının önüne konmasından sonra, kendine gelip etrafında her şeyden bihaber olan insanlara başından geçenleri anlattığı noktalar bu akışla işlenmiş. Bu haliyle dizinin ilk dakikalarından itibaren merak unsuru oldukça fazla diyebiliriz. Tabii, Taner Ölmez ve Erkan Kolçak Köstendil’in de performanslarıyla hikayeye katkıları oldukça büyük.
Yaratılan’dan önce sinema ve sahne sanatlarında aslında Frankenstein’ın yerini bilmekte fayda var. 1910 senesine kadar eser, uyarlamalar şeklinde birkaç kere tiyatroda sahnelendi. 1910 yılında ise Thomas Edison’un stüdyo şirketi ilk Frankenstein filmini yaptı. Fakat herkesin şu an Frankenstein dendiğinde düşündüğü film, 1931 yılı Universal Studios yapımı Frankenstein filmi. Boris Karloff’un can verdiği yaratık, Frankenstein karakteri ve aslında markasıyla oldukça özdeşleşti. Hikaye ve karakter bu noktadan sonra artık kült bir gotik, bilimkurgu ve korku ögesi halinde üne kavuştu. Uyarlamalarla birlikte Shelley’nin romanına sadık kalan filmler de sonradan gösterime girdi. 1981 yılında Broadway müzikali macerasından sonra da 1994 yapımı Mary Shelley’den Frankenstein filmi takip etti. Pek çok televizyon dizisi ve animasyonlar da tabii bu sayısız uyarlamaların içinde. Anlayacağınız 1816 yılında, eşi ve dostlarıyla keyifli vakit geçiren yetenekli Mary’nin yaratıcılığı ve bir süredir galvanizme yani doğru akımın canlılar üzerindeki etkisine merakı sayesinde nesiller boyu süren kült bir canavara sahip olduk.
Frankenstein’ın tarihini ve doğduğu memleketi hesaba katarsak Çağan Irmak, Türkiye’de sık işlenmeyen bilimkurgu tarzını bir adım daha öteye götürüp Osmanlı döneminde geçen bir korku hikayesi işlemiş. Tarihi dokunun bu tip merak unsurunun oldukça yoğun olduğu hikayelere daha fazla tat ve doku kattığını söyleyebiliriz. BBC’nin Sherlock dizisi 2016 yılında yayınlanan özel bölümünde, kitabın orijinal zamanına sadık kalarak 1890’larda geçen bir hikayeyi işlemişti. Ve kesinlikle diğer bölümlere kıyasla seyir zevki bir başkaydı.
Türkiye’deki sektöre dönersek, işin içine korkutucu ögeler girince aslında yerli yapımlar arasında pek de rastlanmayan bir tarzla karşılaşmış oluyoruz. Bunu da hem pozitif hem de negatif şekilde ele alabiliriz. Daha önce denenmemiş bir şeyi denemek gerçekten cesaret ister. Özellikle de bu kadar bilinen bir romanın adaptasyonunu yapmak kolay gibi gözükse de durum pek öyle değil; çünkü herkesçe bilinen bir karakteri işlemenin ayrı bir ağırlığı var. Fakat Çağan Irmak, bu kadar ünlü ve kült bir canavarı alıp onu Osmanlılaştırabilmiş ve hiç de sırıtmamış. Korku ya da gerilim filmi algısı özellikle Türkiye’de oldukça tekdüzeleşmişken, Irmak’ın, “Bakın, bu klasik canavarla size bir dizi yaptım” demesi gerçekten etkileyici. Yaratılan dizisiyle birlikte, dileriz ki Türkiye sineması ve televizyonundaki bu bilimkurgu açığı da böylelikle yavaş yavaş kapanır.