Yeni Fleet Foxes albümü Shore ile optimizm yeniden (2020’ye rağmen)

Dünyanın en çılgın olduğu zamanlarda Fleet Foxes’ın esas adamı Robin Pecknold albüm kayıtları için işe koyuluyor ve krizler çağının tüm zorlamalarına inat, hayatın her anını kutlayan coşkulu bir albüm çıkarıyor karşımıza. Yeni Fleet Foxes albümü Shore, dinleyeni beklenmedik yerlere götürüyor sahiden.

Önüme bir fotoğraf düşüyor: Fleet Foxes’ın esas adamlarından Robin Pecknold saçı-sakalı kısalmış, kocaman bir gülümsemeyle bana bakıyor… ”Yüzü ortaya çıkmış” diye düşünürken garip bir his çınlamaya başlıyor zihnimde. Adamın saç tıraşı üzerinden bazı kritik çarpışmalar yaşıyorum kendi içimde. Olgun bir adam suratı var önümde. Ve onun bu olgunluğuyla bir şekilde özdeşleşebiliyorum. Neticede zamanı durdurabilmiş değilim; o yaş alırken ben de aldım tabii. Oysa Fleet Foxes’ın ilk albümünün çıktığı o dönemi bile o kadar net hatırlıyorum ki… Nereye gitti aradan geçen o 10 küsur yıl!

(Yazarın gözünde flashback’ler çakıyor.)

Sene 2008. Fleet Foxes, Sun Giant adlı ikinci EP’sini yayınlamış ve sağlam da sükse yapmış. Hani şu meşhur şarkıları Mykonos’un da olduğu EP. Vov bu çocuklar da kimmiş dememize fırsat kalmadan birkaç ay sonra da ilk albümlerini yayınlamışlardı. Artık herkes onlardan bahsediyordu.

Herkes dediğim de, ”indie alemleri” tabii. Genel olarak folk’un yeni versiyonlarıyla yükselişe geçtiği yıllardı. Psychedelic folk, weird folk, new folk derken Amerika’nın bağrından kopup sesler de önümüzde çeşit çeşit açılmaya başlamıştı. İşte, Fleet Foxes da onların arasından, kendilerine has harmoniler eşliğinde yükselivermişlerdi. Robin Pecknold’un vokalleri etkileyiciydi gerçekten, coşkusu vokallerinde tınlıyordu; müziklerinde de belirleyici olan buydu. Kendi adlarını taşıyan ilk albümleri, 2008’in en’leri arasında gidip geldi bir süre.

Çıkışları hızlı oluyor ama aslında Seattle’lı işe kendi imkanlarıyla başlıyor. Robin Pecknold ve lisedeki kankası Skyler Skjelset birlikte atıyorlar grubun temellerini. İkisi de Neil Young ve Bob Dylan’a sevdalı. Müzik muhabbetleri, birlikte müzik yapmaya doğru evriliyor. Pecknold zaten başka bir grupta bas çalıyor, var yani bu taraklarda bezi. Kafa kafaya veriyorlar ve The Pineapples adlı gruplarını kuruyorlar böylece.

Spoiler uyarısı: Evet, grubun adı değişecek. Kötü olduğuna karar verdikleri için de değil hem: O aralar Seattle’da, The Pineapples adlı başka bir grup daha var ve bu isim savaşları yüzünden adlarını değiştirip Fleet Foxes’da karar kılmak zorunda kalıyorlar. Neyse ki…

Robin ve Skyler’ın yanına başka müzisyen arkadaşları da katılıyor ve grubu beşleyip ilk demo’larını kaydetmeye başlıyorlar. Bir anda plak şirketleri dikilmiyor tabii karşılarına. Biriktirdikleri harçlıkları bir araya getiriyorlar da giriyorlar stüdyoya. 2006 tarihli Fleet Foxes EP’si de böylece çıkıyor ortaya.

Seattle çevrelerinde adlarını duyurmaya başlamaları da çok uzun sürmüyor. Robin Pecknold’da öyle bir ses var ki… Hem folk ve varyasyonları yükselişte olsa da böylesi bir yorum o dönemde duyulanlara hiç benzemiyor. Parçalarının MySpace’teki dinlenme rakamları yüz binleri geçince de alternatif müziğe nice isimler armağan eden Sub Pop’la imzalıyorlar anlaşmayı. Sonrası ise… Sonrası malum. Bir EP ve koca bir albümle karşılıyorlar 2008’i ve ta bu günlere kadar uzanıyorlar. (Bu arada gariptir ama, Pecknold kendilerini en çok parlatan iki kaydı, yani Sun Giant EP’si ve Fleet Foxes adlı ilk uzunçalarlarını büyük birer başarısızlık olarak nitelendiriyor, bir röportajında söylediğine göre. Gerçi daha yeni bir röportajında fikrini değiştirdiğini de söylüyor. ”O dönemlere artık daha yakın hissediyorum kendimi” demiş… Yazının başında söylemiştik, adam büyüdü diye.)

Fleet Foxes’ın üç yıllık bir aradan sonra çıkan dördüncü albümü Shore aslında ‘grubun’ bir albümü değil. Evet, Fleet Foxes albümü ve Robin Pecknold’ın bir solo projesi değil ama COVID-19 onların da arasına girmiş maalesef. 2019’da kaydedilmeye başlayan albüm için çalışmalar 2020 Eylül’e kadar devam etmiş. Ortalık yangın yeriyken hem de… New York, Paris, Los Angeles, sonra yine New York… Oradan oraya atlıyor kayıtlar da. Ama bunun güzel bir tarafı da var sanki, gittiği yerler, albüm kayıtları sırasında karşısına çıkan müzisyenler, Fleet Foxes’ın müziğine de farklı katmanlar eklemiş gibi.

Shore öncesinde gelen 2017 tarihli Crack-Up grubun en deneysel albümüydü muhtemelen. Yer yer karanlıktı, yalnızlıktan besleniyordu. İşte Shore ile Robin Pecknold, bunun tam tersi bir yerde duruyor. Ve bu beklenmedik coşkusuyla kendi kendini şaşırtmayı da başarmış. The Guardian’daki röportajında söylediğine göre, Crack-Up sonrası çıktıkları turnede türlü karamsarlıklara kaptırmış kendini. Böylesi bir dönemin sonunda da aşırı neşeli şarkılar yapmaya başlamış olması ise kendisine de iyi gelmiş. Kendisini daha da gaza getirecek bir ”cana yakın şarkılar” playlist’i yapmış; Van Morrisson’lı, Arthur Russell’lı. Ve tüm bu sürecin sonunda da sadece içten değil, aynı zamanda coşkulu ve şenlikli bir albüm hazırlamaya karar vermiş.

2020’nin bile söndüremediği bir coşku var karşımızda yani anlayacağınız ama bu çok sizi kandırmasın: Zira 2018 yılında, Anthony Bourdain’in intiharının ardından Pecknold da depresyon ve intihar fikriyle ciddi bir mücadele içerisinde olduğunu açıklamıştı. Tüm bu anksiyeteden uzaklaşması ve şarkı yazım sürecinde bir tür teselli bulması o açıdan ayrıca bir anlam kazanıyor.

https://www.instagram.com/p/CCY5pe8hUM6/

Bir taraftan da pandeminin üzerindeki anksiyeteyi de giderdiğini söylüyor. Daha önce grubuyla birlikte ya da albüm kayıtları sırasında yaşadığı endişeler, çok daha büyük bir endişenin varlığında silinip gitmiş gibi. ”’Dur, ben şimdi niçin bunun için bu kadar endişeleniyorum ki? Bazı insanların dinleyip seveceği, bazı insanların da dinleyip sevmeyeceği bir albüm alt tarafı’ diye düşündüm kendi kendime ve dışarıda olup bitenlerle kıyaslayınca albümün yeri de farklılaştı gözümde ve bu da kayıt sürecini kolaylaştırdı.”

Pecknold’ın vokalleri Shore’da da yerli yerinde. Hatta yine vokallerini bir enstrüman gibi kullanıyor. Her parçada farklı sesleri keşfe çıkan bir enstrüman… Grubun alameti farikası oldu bu zaten. (Hala ‘grup’ dememiz doğru mu, bilemiyorum aslında ama henüz grup dağıldı ya da dağılmadı gibi bir açıklaması yok Robin Pecknold’ın. Geçmiş yıllarda pek çok değişiklik yaşadı kadro, Josh Tillman ya da nam-ı diğer Father John Misty bile geçti Fleet Foxes’tan… Shore’un kayıtları sırasında gruptan sadece Robin Pecknold’ın stüdyoda olması bile çok şey söylüyor aslında.)

Pitchfork bu henüz pek taze olan Fleet Foxes albümüne, Best New Music etiketini yapıştırdı bile. Haklılar da aslında; 2020’nin bu kaotik dünyasında insana iyi gelen bir albüm var karşımızda. Bir de albümü ”Pecknold’ın olgunluk dönemi albümü” olarak nitelendirmişler ki bu da aslında çok klişe bir yorum olsa da pek çok şeyi de açıklar gibi.

Bakın ”açıklar” demiyor, gibisini de yanında tutuyorum çünkü günümüz koşulları için olgunluğa dair soru işaretleri var kafamda.

Evet, 20’li yaşlarındaki o birbirine karışmış saçını, sakalını kesmiş olması büyük bir olgunluk göstergesi ama başka bir hal daha var üzerinde Pecknold’ın. Şarkılarında gökkuşağı saçıyor olması mesela… Hem de dünya yerle bir olmuş, kendisi derin bir depresyonu geride bırakmışken. Galiba en zoru bu; dibi gördükten sonra sağlam bir hamleyle kalkabilmek, hayatın kendisinde teselli bulabilmek. Hem Nil Karaibrahimgil vari bir teselli de değil bu. Buradayız, burada kalmaya devam ediyoruz (yani bir süre daha) ve hayatı tüm anlarıyla kutlamak belki de yapabileceğimiz en iyi hareket.

Dinleyenin önünde katman katman açılan albümü başlayın çalmaya, hikayelerin sizi götürdüğü yerlerde unuttuğunuz pek çok şey çıkacak karşınıza.

Of onu bunu bırak da, beraber yaşlandık be Robin. Hem de dünyanın en çılgın olduğu zamanlarda…

Şunu da buraya bırakmasak olmazdı.

 

 

Yeni Fleet Foxes albümü Yeni Fleet Foxes albümü Yeni Fleet Foxes albümü