
Buradan sonra nereye?: Anlam krizi ve CoreCore akımı
Yorulduk. Kelimelerin yetmediği, filmlerin doyurmadığı, neredeyse tüm şarkıların “yazılmış olduğu” (evet böyle bir şarkı sözü var) yerde miyiz? Yoksa bunların hepsi bize başka bir trend tarafından dayatılan soru işaretleri mi?
Nereye gideceğimizi, ne okuyacağımızı bilemediğimiz, işler yolunda gitmezken ya da Sisifos’un hayatı gibi devam eden günlerden, zamanı nasıl geçireceğimizden emin olamadığımız bir noktadayız. Kendimizi anlam ararken buluyor ama aradığımız anlama da bir türlü ulaşamıyoruz sanki. İşte psikoloji ve bilişsel bilim akademisyeni John Varvaeke’nin deyimiyle “anlam krizi”, neredeyse global bir etki yaratan anlam bulamama haline işaret ediyor. Zamanın trendi “kadersizlik”, dünyanın kaderinde yazılı bambaşka ve ardı kesilmeyen krizlerin etrafında anlam bulmaya çalışan kalbimiz birazcık bunaldı.
Geçmişe olan özlem, nostalji ve dijital olan her şeye dair nefret de diğer yanını kaplıyor anlamsızlığın. Anlamı bulamadığımız ‘‘şimdi’’ yüzünden geçmişteki “ben”e ve dünyaya yaslanıveriyoruz. Geleceğe umutla baktığımız, toprağı ayaklarımızda hissettiğimiz günlere. TikTok’ta viral olan #CoreCore trendi bilinçaltımızda hüzün, nostalji ve umudu aynı anda harekete geçirirken kendisinin tam olarak ne olduğunu da pek açıklayamıyor. Fakat şöyle demek mümkün: Geçmişte her şeyin daha anlamlı olduğu bir dünyaya duyulan özlem. Şimdi ise buna sahip olmak pek de kolay değil, ne de olsa dünyanın yüzyılın sonunda 4 derece daha sıcak olmasını takiben kıyametin de geleceğine ikna olduk. İklim krizi sayesinde krizlerden kriz de beğenir olduk. Ama kim bilir, belki bu yazı o kalbinize biraz olsun tercüman olur ve anlamı anlamsızlıkta buluruz, aynı Sisifos gibi.
@joy8nate
Pandemiden beri bir boşluk var, belki de ondan önce de vardı, bilemiyoruz. Ama artık bir şeylerin iyiye gideceğine olan inanç gitgide azalıyor, beynimizde başlıyor anlam krizi. ‘‘Anlam krizi’’ derken çok daha burjuva ve elit bir krizden bahsediyoruz belki. Karnını doyurmak için her gün düşünmesi gereken kesimin derdi olmayabilir bu. Ama karnını doyurmayı başarmasına rağmen dertlerden vazgeçemeyen arabesk orta sınıfın derdi diyebiliriz. Bir şeylerin daha iyi olacağına artık pek de umudu kalmamış, kalanın da kalmayana ayak uydurduğu bir güruh. Bir o kadar uzun zamandır da gelip geçiveriyor hayatlardan. “En çok biz yorulduk” demek belki doğru olmaz ama, şu son birkaç yıl Türkiye’yle en ufak bir bağlantısı olan kişileri dahi ağır ya da ucundan yaralarken muhtemelen en çok yorulanlardan biri de biz olduk.
@x.pasta
Ekonomik kriz, deprem, siyaset ve beraberinde, en az iki yıl tüm ekonomisi durmuş dünyada değişen alışkanlıklarımızdan sonra iki yıl yaşlanmamışız gibi geri döndüğümüz hayatlarımız… Üstüne binen dertlerin karşısında “neden bunları yaşıyorum, neden bunları yapıyorum” diye sorgulayan beyinler ve günlük rutinlerine devam etmezse her şeyin daha ters gideceğine inanan bedenler var. İşte tüm bunların sonucunda gelen “anlam krizi”, neden devam etmek gerektiğinin cevabını veremeyenler veya karnını doyurabilmesine rağmen istediği gibi yaşayamayanların krizi. Uyanmakta anlam bulamayanların ya da kendini motive edemeyenlerin aslında. Bir nevi hayata karşı da bir inanç eksikliği. #CoreCore’un yaptığı şey de bu aslında, bir anda durup kendimize sormak, anlamsız bulunan rutinlerin arasında “gerçekten mutlu musun?”.
@literallyazrael Are you happy? #corecore
Sürekli yenilenen ana sayfaların, TikTok’un beynimizi dolduran görselleri ve sesleri arasında, uyanmak için yapmak gereken şey ne? Yoksa kaybedilen anlam koklamadıklarımız, duymadıklarımız, en somut haliyle hissetmediklerimiz mi?
@sebastianvalencia.mp4
Bu krizin yaşanmasının başka bir önemli sebebi de dünyanın yalanlar içinde boğuluyor olması. Dezenformasyon, yanlış bilgiler, sahte haberler ve komplo teorileri. Sosyal medya platformlarında dolaşan yarım veya yanlış bilgilerin maalesef ardı kesilmezken dünyayı ve toplulukları ise şüphe, korku ve bıkkınlık kaplıyor. Normalde sırtınızı yaslayacağınız devlet, sivil toplum örgütleri ve medya şirketleri bir bir bu şüphe havuzunun içine düşerken havuz ise hızlıca büyümeye devam ediyor. Sorun şu ki insan hep zaten kendi bildiğine inanır ve inanmaya devam ederdi. Ama muhtemelen yanındakinin ne düşündüğünü ise kendininkine bu kadar yakın zannetmezdi.
Peki, tekrar festivallere gittik, tatillere çıktık ve herkesin kendini sıkıştırarak girmeye çalıştığı metrobüste maskesiz durduk da biz eski bize döndük mü? 🤔
Öte yandan ‘‘kriz’’ kelimesi de her yerde kullanılmaya başlayarak 2020 ve sonrasının gündem kelimesi olmaya başladı. İklim krizi, ekonomik kriz, barınma krizi ve liste bu şekilde uzuyor da gidiyor. Bu sebeple artık ‘‘kriz’’ bir kez var olup da gelip geçen bir şey olmakla kalmayıp birbirini tetikleyen sorunlar silsilesi olarak da tanımlanmaya başlıyor.[1] Kendi anlamını arayan, kendini kurmak için yıllarını harcayan insan bunun gibi problemlerle ardı ardına karşılaşınca ise kendi anlamını bulmakta sıkıntı yaşıyor. Hayatın monotonluğunun karşısında dünyada değiştirilemeyen şeylerin yükünü sırtlarımızda suçlulukla taşıyoruz. Bu sebeple de böyle gelmiş böyle giden hayatın karşısında sonsuz bunalım ve değişim ihtiyacıyla yaşıyoruz. Devletler, şirketler ve başka kurumlar tarafından kurgulanan davalar ise yapaylıktan pek de çekici gelmiyor aslında, davaların sebepleri kişinin altında kaynamadıkça. Hele ki sunulan çözümler, sorunları meydana getirenden çıkıp bir de üstüne yeterince etki sağlamıyorsa.
@e3cl1pse_
Buna en iyi örnek “greenwashing” diyebiliriz. ‘‘Greenwashing’’ ne diyenler için kabaca bir tanımla: Bir kuruluşun, şirketin ya da markanın; ürünlerinin, hedeflerinin ve politikalarının çevre dostu olduğuna dair yaptığı yanıltıcı açıklamalar… Türkçeye ‘‘yeşil aklama’’ olarak geçen bu iletişim stratejilerini kasıtlı olarak benimseyen şirketler, bunu genellikle dikkatleri kendilerinin veya tedarikçilerinin çevresel kusurlarından uzaklaştırmak için yaparlar. Aynı altı boşaltılan kültürler gibi çevreciliğin de anlamını boşaltan bu durum insanın kendinde kurduğu “çevrecilik” anlamını da yıkayıp götürebilir. Bu durumda atılan her bireysel veya kurumsal adım ise aynı başta bahsettiğimiz inançsızlıkla birleşip boşa çekilen küreklere dönüşür. Caroline Hickman’in araştırmasına göre gençlerin neredeyse yarısı iklim krizi sebebiyle duygularının negatif etkilendiğini belirtmiş. 3’te 4’ü geleceğin korkutucu olduğunu düşünürken yarısından fazlası da “insanlığın kaderine terk edilmiş” olduğunu düşündüğünü söylüyor.
Dünyanın ve ülkenin gündemi her gün bizi farklı sulara sürüklerken, belki de başka bir ülkeye göç etmek istedik veya durduğumuz yerde kalarak kendi dünyamızı oluşturmak istedik. Durumlar ne olursa olsun, anlamı kendi içimizde bulmak zorunda olduğumuz bir dünyadayız. Kendi anlamlarımızı kurmak ve kendi gerçeklerimizle yaşarken dışarıda olup bitenlerden de kaçamayız tabii ki de. Belki kendi çapamızı denizlere atarsak, denizler de durulur bir şekilde, anlamımızla anlamını bulur.
Kapak görseli: Bediz Yıldırım // Bu sorgulayıcı gökkuşağı heykelinin yaratıcısı İsviçreli sanatçı Ugo Rondinone.
Çalışmalarında sıklıkla taşları ve rengi kullanmasına alışık olduğumuz sanatçı Ugo Rondinone’nin 1999’da 6. İstanbul Bienali için ürettiği neon ışıklardan oluşan gökkuşağı heykeli ilk olarak Taksim Meydanı’nda sergilenmişti. İşin yeni bir düzenlemesi olan bu gökkuşağı ise 2004’ten beri İstanbul’un önemli kültür mekânlarından olan, (MKM) çatısına Beşiktaş Belediyesi’nin katkılarıyla yerleştirildi. Daha detaylı buradan okuyabilirsiniz.