”Anne, kızın birkaç zombiye tutuldu”: Salgın günlerinde post-apokaliptik filmlere sarmak

Koşan zombilerin olduğu bir filmden nasıl bir teselli bulunabilir? Kurgunun gerçeğe bu kadar yaklaştığı şu dönemde, post-apokaliptik filmler bizi gerçekten yatıştırıyor olabilir mi? Henüz ”o” raddeye gelmediğimizi gösterircesine…

Yazı: Buluştuğumuz İyi Oldu ekibinden, Damla Kasımoğlu

Evde geçen günlerden bir gün, ne izlesem diye düşünürken ekranda en çok izlenenler bölümünde Contagion filmini gördüm. Etrafımdaki insanların filmi bu aralar çok izlediğini duyuyordum; duydukça da meraklanıyordum, bu en sevdiğim film türünü gerçek bir pandeminin dünyayı etkisi altına aldığı şu günlerde izlesem nasıl olurdu diye… Ancak elim bir türlü gitmiyordu. ”Acaba beni nasıl etkiler”, ”şimdi bir de bunları izleyip kendimi daha fazla germeyeyim” diye düşünüyordum. Kendimi korumak isteğim ise buraya kadarmış. Merakıma yeniliyorum… İçimde bir heyecan ve neyle karşılaşacağımı bilmeden, elim ”haydi bunu yapıyoruz” dercesine otomatik olarak filmin üstüne gidiyor. Ve sonrası malum, sadece bununla kalmıyorum; I am Legend, World War Z, 28 Days Later… Saldırırcasına yine kıyamet temalı filmler kuyusuna düşüyorum. Bu maratonu bitirdiğimde kendimi biraz maymun iştahlı bulsam da bu filmleri nasıl bu kadar heyecanla karşıladığımı ve insanların neden bu dönemde bu filmleri normalde olduğundan daha çok tercih ettiğini düşünmeye başlıyorum…

Bunu anlamak için en başa sarmak lazım aslında: Kıyamet temalı filmlerden neden hep bu kadar hoşlanıyordum?

Zombiler, zombilerimiz

Zombileri, dünyanın sonunu getiren filmleri izlemek bana her zaman bir haz vermişti. Bunun üstünde çok durmamıştım öncesinde. Zombilerden kaçmak, dünyanın sonuna hazırlanmak için kafamda kurduğum beş ayrı plan vardı. Arkadaşlarımla filmlerden sonra ”Sen olsan ne yapardın” sorusunun üstüne düşünmek en keyifli muhabbetlerimizden biriydi. ”Seni çok seviyorum, ancak dünyanın sonuna seninle yakalanmak istemezdim” deyip ters düştüğümüz arkadaşlarımız bile oldu, öyle ciddiye alıyorduk bu durumu…

Şaka bir yana, aslında kendimizi, sevdiklerimizi ve dünyayı tehdit eden bir senaryonun gerçekleşme düşüncesi bizi niye bu kadar heyecanlandırıyordu?

Evet, heyecanlanıyorduk, çünkü bu durum daha gerçekleşmemişti ama ben asıl diğer nedenleri bulma konusunda meraklıydım.

28 Gün Sonra filmi başlıyor: tek başına bir adam hastanede uyanıyor, bildiğimiz Londra burası ancak her yer boş. Bir zamanlar bir kaos yaşanmış, dağınıklıktan belli ancak şu an sessiz. Etrafta insan yerine sadece uçan kuşlar, boş sokaklar, ortada bırakılmış arabalar. Filmin kahramanı gibi biz de anlamaya çalışıyoruz durumu. İnsanların çekildiği şehirlerin büründüğü hal ilgi çekici geliyor.

Kahramanla birlikte bir şekilde siz de hayatta kalıyorsunuz bu filmlerde. Tabii ki öyle de olacak, buradan Jean Paul Sartre’a ve Freud’a bir selam göndermek gerekirse, hiçbir zaman, hatta rüyalarımızda bile kendimizi ölmüş olarak hayal edemiyoruz.

Kıyamet sonrası hayat…

Filmlere dönecek olursak… Hikayeyi karakterin bakış açısından yaşıyor ve kendinizi onun yerine koyuyorsunuz. Tıpkı sizi, sevdiklerinizi ve bütün dünyayı tehdit altına alan bir virüsün yayıldığını, zombi istilasının olduğunu hayal ederken, sona kalmayı başaranın yine kendiniz olacağını varsaymanız gibi. Mücadeleye giriyor olmak, hayatta kalmış olmak en öncelikli heyecanlardan biri.

İçimizde bir yerlerde tekrar başlamak ve yeni bir sayfa açmak ile ilgili fantezileri tetikliyor sanki bu filmler.

Dünyanın hali ve hızlı akan yaşam bizi bir yerde yoruyor. Çalışmak, para kazanmak, kendimizi kanıtlamak çoğu zaman gündemlerimiz olabiliyor. Ancak kıyametin yaşandığı durumlarda bunların ne önemi var?

Bu tür filmler herkesin eşit olduğu, bir nevi adil bir düzen yaratarak, günlük hayatta yetişemediğimiz birçok sorunu ortadan kaldırıyor ve bize aslında sakinlik veriyor.

Aynı 28 Gün Sonra ya da I am Legend filmlerindeki gibi. Önce kaosun hakim olduğu ancak sonra her şeyin sakinleştiği, sessizleştiği bir hayat… Doğanın söz sahibi olduğu, belki olması gerektiğini düşündüğümüz bir dünya ile baş başa kalma hali bize çekici gelmeye başlıyor. Bütün unvanları, gelirleri unutalım; şimdi hepimiz aynı şartlarda savaşıyoruz. 28 Gün Sonra filmindeki ilk sahnelerde Jim yerde bulduğu paraları toplarken nasıl da masum gözüküyor ancak çok kısa zamanda anlayacak ki o kağıt parçalarının artık hiç bir önemi yok…

Belki birçoğumuz bu günlerde de yaşamıştır bu telaşsızlık hissini: ”Bir şey yapmam gerekmiyor, bir yere yetişmem gerekmiyor…” ”İstemediğim programlara gitmek, evimden çıkmak zorunda değilim.” Önceki rutinlerimizi anlamak için çok güzel bir zaman aslında. Ancak, rahatladıkça düşünüyorum, bunları yapmak için illa post-apokaliptik filmlere yaraşır bir krizin içine düşmek mi gerekirdi diye.

Korkmayın: O noktaya daha çok var

Bir yandan da neyse ki dünyanın sonunda daha değiliz diyorum. Fark ediyorum ki izlediğimiz bu filmler de bize bunu söylüyor. ”Ben senin yaşadığından daha farklı bir senaryoyum, sen şu an daha iyi bir durumdasın” diyerek içimize su serpiyor. Hem belki bize işler daha kötüleşirse nasıl davranmamız gerektiği konusunda da ipucu verirler, fena mı olur! Selena’nın hayatta kalma taktikleri, Robert’ın yalnızlığını nasıl geçirdiği bana bazı fikirler verebilir. Years and Years dizisini izledikten sonra bir tanıdığım, ya bankalar batarsa diye birikimlerini farklı bankalarda tutmaya karar vermişti örneğin. Doğru mudur, yanlış mıdır bilemiyoruz pek tabii ancak bu kurgular bize kendimizi felaketlerden nasıl koruyacağımıza karşı bazı fikirler, ilhamlar da veriyor belli ki.

Peki yolculuk nereye?

Son zamanlarda en çok tedirgin eden konulardan bir diğeri de belirsizlik olsa gerek. Hepimizin aklında sorular… Bir yandan bütün gündelik kaygılarımızdan da farklı bir durum yaşıyoruz. Gerçek bir tehditle karşı karşıyayız. Kendimizi olabileceklerden korumaya, önlem almaya çalışıyoruz. Bir yandan da gelecek bizi kaygılandırıyor. Her gün ayrı bir halde ya da duyguda oluyoruz, karışıyoruz. Bütün bunları yaşarken, filmlerde veya dizilerde, bu halimize benzer durumlardan geçen karakterleri izlemek, aslında bizi yatıştırıyor. Kendi içimizde yaşamakta olduğumuz, belki görmezden geldiğimiz duygularımız vücut buluyor izledikçe. Şimdi paniğimizi de, belirsizliğimizi de paylaşıyoruz. Başkasının bunları yaşadığını görerek kendi deneyimimizden biraz uzaklaşıyor, bir tanıdıklık görüyor ve rahatlıyoruz.

Ve tabii bazıları ise bu tür filmlerin kıyısından, köşesinden bile geçmek istemiyor. Kendilerini daha fazla kaygılandırdığını söyleyerek. Kurgu gerçeğe bu kadar yaklaşmışken, daha kötü senaryoları düşünmeyi tercih etmiyorlar tabii. ”Ya da bu saydıklarından hiçbiri benim için geçerli değil, canım sadece bunu izlemek istedi” de diyebilirsiniz. Haklısınız ve herkes kendisine iyi geleni yapmakta neyse ki hâlâ özgür!

Ben de şimdi bir tane daha zombi filmi açmaya gidiyorum!

post-apokaliptik post-apokaliptik post-apokaliptik post-apokaliptik post-apokaliptik