
İtalyan makarnasının askerleriyiz
Sevgili Fauna,
Yaklaşık iki sene önce keşfettim seni ama uzaktan. Öyle yanaşamadım kolay kolay, çünkü Ataşehir’desin. İki ay önce de, İtalyan kanımın bana verdiği toprak özleminden midir nedir, bir arayayım be belki yer vardır dedim. Yoktu…
Hafta sonları cumartesi 12:00-15:00 ve 19:00-20:30 saatleri arasında açık, pazarları ise kapalı Fauna. Hele bir de sevdiğimiz gurme yazarların son zamanlardaki önerilerinden sonra dolup iyice dolup taşmaya başlayan Fauna’ya zaten hafta sonu gitmek ortalama iki ay beklemek demekti. Hafta içi ise Ataşehir’e yakın olan herkes, pazartesi hariç 12:00-15:00 arası gidebilir. Onlar şanslı kesim diyelim. Her neyse, bu saatler gerçekten çok net, öncelikle onu söylemem gerekir. Rezervasyonunuz 20:30’daysa ve 20:35’te giriş yapmaya kalkışıyorsan alınmayabiliyorsun. Ayrıca geç saatlerde de gitmeyin biten yemek bitiyor, kara tahtada üstü çiziliyor.
Böyle net çizgileri olan Fauna’da aslında ilk başta kendini süper rahat hissedemiyorsun. Malum kara tahtada yazan “Fauna’da her şey ağırdır, hafif bir şey yoktur” veya “yoğundur, ağırdır”, “makarnalar az pişmiş, hatta pişmemiştir. Bilginize” gibi sert söylemlerden en başta korkmadım desem yalan olur. Ancak çakma İtalyano Ristorantelerde ayıla bayıla bolonezler yiyen, el yapımı taze makarna ile paket makarna arasındaki farkı bilmeyen tonlarca müşteriyi, tonlarca eleştiriyi düşünürken Fauna’daki makarnaların tadına da baktıktan sonra hak verdim. Aşkla yapılan bir yemek var burada; iyi yağ, mevsimine uygun kaliteli malzeme ve doğru pişirme tekniği var. Yoğun, ağır bana ne; lezzeti bence efsane.
Neler denedik?
Enginar çorbası: Kıvamlı çorba severler için ideal.
Organik pancarlı burrata: İtalyan ruhunu bir adım yaklaştırdı.
Makarna kısmında ise karar vermek zor. Kemik suyunda kuzu ravyoli bana menüdeki en uzak seçenek olsa da “gel beni dene” diyor. “Yoğundur, ağırdır, yoğun kemik suludur” denmesini umursamadan bir o, bir de porçini mantarlı makarna söyledik. Baskın mantar, tereyağı, maydanoz birleşimi, makarnada lezzetli bir patlama. Kemik suyunda kuzu ravyoliye gelirsek daha kremamsı bir yoğunlukta kemik suyu, ceviz ve kuzu etiyle birleşmiş; makarna ile sarmalanmış. Tabak bana “gel abla gel kolajene gel” diyordu. (30 yaş sendromu). Bence bir porsiyon fazlasıyla doyurucu; tavsiyem, iki kişi iki farklı seçenek söyleyip paylaşmanız. Öyle “altı parça geliyor daha neler” demeyin, burada en az iki lezzet deneyin.
Bunlar dışında karabiberli, fesleğen pestolu, kuzu gerdan ragulu, domates soslu Ege peynirli gibi farklı favoriler de var. Gönül ister hepsini tadalım.
Tatlı kısmına gelirsek de mousse kıvamlı bitter çikolatalı maylobi oldukça hafif ve cezbediciydi. Maalesef beyaz çikolatalısı kalmamıştı. Olsa affetmezdim. Erken gelen yol alır sözü burada geçerli. Kesin bilgi, yayalım.
Mekan oldukça sade. “Dekorasyona, ambiyansa değil, yemeğe gelen gelsin” diyor adeta. Acelesi olan da bence gelmesin, mekan sonuna kadar dolu olsa da asla fabrikasyon değil. Şef İbrahim Tuna Bey’in resmen aşkla, özenle pişirdiği bu yemekleri yerken ben gözümü kapatıp İtalya’da Bagnoregio diye çok sevdiğim küçük bir köye gittim. Gözümü açınca Ataşehir’de olduğumu anlasam da o an her şey çok büyülüydü…
Sevgiler.