
Sandviç satan bir yerden lüks bir restorana: The Bear ikinci sezon incelemesi
İlk sezonuyla hepimizi soluksuz bir şekilde ekrana kilitleyen The Bear’in yeni sezonu nihayet yayınlandı. Yorgun gözleri, mutfağa duyduğu tutkusu, korkuları ve başarılarıyla Carmy ve ekibi, kaotik ama bir o kadar sürükleyici hikayeleriyle bizleri yeni maceralarına davet ediyor. İkinci sezonu sabırsızlıkla beklediğimiz için biz bir oturuşta tüm bölümleri izledik, sindirdik ve yeni sezonu şimdiden beklemeye başladık bile. Peki ya siz?
Carmy, abisi Mikey’nin geride bıraktığı The Beef’i, Sydney’in de yardımıyla hayallerindeki gibi yıldızlı bir restorana dönüştürmek için kollarını sıvıyor. Tabii ki tüm bu süreç beklediklerinden daha da zorlayıcı oluyor. İlk sezonunda sıklıkla mutfağın iç yapısını ve doğal süreçteki kaosu deneyimlediğimiz The Bear, bu sezonuyla bize The Beef çalışanlarının bir “ekip” olarak hayallerini inşa etmedeki karşılaştıkları zorlukları izletiyor. Çünkü biliyoruz ki Carmy ve bizim ekip, sadece bir “ekip” değil; ve ekipten öte olan bu grubun, aile olma ruhunu dizi içerisinde en küçük sahnelerde bile hissedebilirsiniz. Fakat aile olmak demek her zaman huzur ve düzen içerisinde anlaşarak hareket etmek değildir. Ailenin iç yapısı da aynı mutfağın işleyişi gibi zaman zaman karmaşık, zorlayıcı ya da yorucu olabilir. Bu arada karakterlerin psikolojik gelişimlerini ve dönüşümlerini izlerken aslında restoranında ”sandviç satan bir yer”den ”lüks bir restoran”a dönüşüne de ortaklık ediyoruz. Senaryo ilgi çekici karakterlerinin hayatlarını daha da derinlemesine inceleyerek motivasyonlarını, sırlarını ve kişisel şeytanlarını keşfediyor. Her bölüm hikayenin yeni bir katmanını ortaya çıkarıyor ve her bir karakterin iç dünyasına ve bu değişim sürecinde kendilerini ait hissettikleri bir konuma erişmesi noktasına doğru yavaşça ilerliyor.
Hikaye işleyişinin yanında ilgimi en çok çeken çekimlerin detayları oldu. Sadece Chicago değil Kopenhag’ı da gezindiğimiz bu sezonun sinematografisi dizinin atmosferik ortamının hem güzelliğini hem de sertliğini yakalayan görsel bir şölen sunuyor. Doğanın ya da şehrin simetrik açılarla çekilmiş karelerinin nefes kesici görüntüleri, karakterlerin iç kargaşasını ortaya çıkaran klostrofobik denilecek yakın çekimler ya da kargaşanın en uygun şekilde gösterimi olan hızlı kurgu ve “cut”larla izleme deneyimi zirvelere taşınıyor.
Sezonun tabii ki en vurucu noktalarından biriyse Carmy’nin aşk hayatındaki gelişmeler diyebilirim. Fakat her bir karakterin şahsi sorunlarını irdelemeleri ve gelişimlerine odaklanmaları diziye ekstra bir derinlik katıyor. Sydney’nin babası, kızının tutkusu olduğu işten şüphe duyarken Sydney’nin de kendi ortağından şüphe duymaya başlaması, Tina’nın terfi etmesi ve Ebraheim ile birlikte yıllarca mutfakta çalışmalarına rağmen mutfak sanatlar okuluna gitmelerinin ikilinin üstende yarattığı farklı duygu durumları, Carmy’nin ablası Sugar’ın işletmenin geleceği için kolları sıvayarak tüm hamilelik sürecinde yanlarında olması, Marcus’un kaybetme korkusu yaşadığı annesini geride bırakarak restoran ve tabii ki kendi hayalleri için deniz aşırı bir ülkeye gidip tatlı keşfetmeye çalışması, hikayeyi domine eden tek bir sorun ve oluşum etrafına dallanıp budaklanmış başka hikayelerin lezzetini oluşturuyor. Her bir karakterin derinliğinde diziyi daha da keyifle izliyoruz.
En sevdiğim bölümden bahsetmeden yazımı bitiremeyeceğim. “Fishes” isimle sezonun altıncı bölümü bizi “flashback” ile geçmişe götürüyor. Carmy’nin ailesini Noel bayramında ziyarete geldiği ve cümbür cemaat yemeğe oturacakları bir akşamın daha ne kadar kötüye gidebileceğini izliyoruz. Psikolojik olarak stabil olmayan karakterlerin özellikle anneleriyle olan ilişkisine odaklanarak Berzatto ailesinin gerçekten nasıl “ayı” gibi vahşi, güçlü fakat bir o kadar birbirine bağlı olduğunu görüyoruz. Berzatto ailesinin diğer üyeleriyle tanışmak ve annelerinin çocukları üzerindeki birbirinden farklı etkilerini gözlemlemek aslında The Bear restoranının oluşma ve açılma sürecine kadar uzanan bir etkiye sahip olduğunu açığa çıkartıyor.
Okuma önerisi – Lezzetli yemeklerin travmatik tarifleri: Nedir The Bear’ı bu kadar ilgi çekici yapan?
Yani anlayacağınız The Bear dizisinin ikinci sezonunu, bir lunaparkta hız trenine binmiş gibi heyecan, korku, zaman zaman durağan akışın dinginliği ve en önemlisi bir çocuk merakıyla bitirdim. Şimdiden diğer maceraları için gün saymaya başlayalım bakalım.