Ziggy Stardust’tan Mr. Hyde’a: Popüler kültürün alter ego’ları üzerine

Popüler kültürün alter ego’ları başlığı sadece David Bowie ve onun sıra dışı karakterleriyle doldurulabilir aslında (kendisi huzur içinde uyusun, alter ego’nun bini bir para ünlülerdendi) ama yaratıcılığını kendi kişiliğinin sınırları dışına çıkarmak isteyen başka büyük sanatçıların da sıkça başvurduğu bir yöntem, alter ego yaratmak. Söylemeye cesaret edemediklerini, bir başkasına söyletmenin farklı bir formülü belki de.

Ajda Pekkan “Şimdi gel de gör beni, bambaşka biriyim” dediği zaman alter ego’sundan mı bahsediyordu acaba?

Hmm…

İşin arka planını bilmediğimizden buna cevap vermemiz biraz zor. Ama onun bu sözleri, alter ego’yu açıklamada bize yardımcı olabilir. Popüler kültür tarihi ünlü isimler ve onları ‘‘bambaşka biri’’ yapan alter ego’larıyla dolu. Hele bazı alter ego’lar var ki, ‘‘gerçek’’ kişilikleri sollar geçer. Ama popüler kültürün alter egolarına dadanmaya başlamadan önce, ‘‘nedir bu alter ego’’ diyerek girelim söze.

“Alter ego” Latinceden Türkçeye “diğer ben” olarak çevrilebilir. Dissosiyatif kişilik bozukluğunu çağrıştırmasın; bu bozukluk, senaristlerin hayal dünyasındaki gibi (evet, senden bahsediyorum, M. Night Shyamalan) ani kişilik değişimlerine yol açmıyor. Aynı şekilde, alter ego’ları sanki bir tuşu varmış gibi açıp kapamak mümkün ama dissosiyatif kişilik bozukluğunda bu da elbette söz konusu değil.

‘‘Alter ego’’ ya da ‘‘persona’’ diye tabir ettiğimiz mevzu, bir kişinin alternatif bir kimlik yaratarak kendine özgürleştirici, yaratıcı riskler alabileceği bir alan açması şeklinde açıklanabilir. Jim Carrey’nin oynadığı Stanley Ipkiss’in Maske’ye girmesi gibi bir nevi, olduğunuz kişinin sorumluluklarından ve her türlü beklentiden kaçmak için bir bilet…

Belki de bu kaçış mekanizmasından böylesine büyülenmemiz, tanıdığımızı zannettiğimiz birinin bambaşka bir kişiye dönüşerek karşımıza çıkıvermesi ve bizim de bu illüzyona dalıp gitmeyi sevmemizdendir. Ergenliğimizde duymaya doyduğumuz “herkes sahte, rol oynuyorlar” sitemlerini tekrar ziyaret etmek istemezseniz haklısınız ama sosyolojide bunun bir karşılığı yok değil. Chicago Ekolü’nün ağır abilerinden George Herbert Mead, bir kimlikle doğmadığımızı ve sosyal ilişkilerimiz sonucunda kendimize roller yarattığımızı söylüyor. Aynı ekolden Erving Goffman, bu teoriden kuvvetle hepimizin ‘‘oyuncu’’ olduğunu, bulunduğumuz ortamın gerekliliklerine göre roller oynadığımızı iddia ediyor. Bu şekilde aklımızı yitirmeden ofiste patron, evde kedimizin annesi, mutfakta Gordon Ramsay, aile içinde ‘‘annesinin kuzusu’’ ya da ‘‘abisinin sümüklü kardeşi’’ gibi kimliklere bürünebiliyoruz.

Evet, belki 14 yaşındaki kendimizin dediği gibi roller oynuyoruz ama aklımıza mukayyet olmak için yapıyoruz bunu. 21. yüzyılın celebrity düşkünlüğünü de düşününce bir persona benimsemek, zırh giymek gibi. Drag performansçısı Bianca Del Rio “Benim için drag, cinayet işleyip sıyrılmak gibi. Eğer bir peruk takmazsam kindar bir ib*e olduğumu söylüyorlar, peruk taktığımdaysa çok komik bulunuyorum” demişti, onun için drag bir elçi ve elçiye zeval olmaz.

I’m So Lonesome I Could Cry şarkısıyla anımsadığımız Hank Williams bunu müzikte benimseyen ilk isimlerden.

Dini ve siyasi konuları, kilise orgu gibi karanlık enstrümanlar ve aranjmanlarla, Luke the Drifter adıyla yayınlamış Hank Williams. Hank’in hayranları, onun bu üstten bakan, ahlakçı tavrından tatmin olmayınca menajeri onu bu yoldan beri döndürmüş ama en sevdiği şarkılarından biri bu dönemde yazdığı, Hank Williams kulvarında oldukça hüzünlü sayılabilecek Men with Broken Hearts olmuş.

Bunun arkasından akla gelen bir diğer isim, aslında bir alter ego için pek de başarılı bulunmayan The Beatles’ın Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band’i. Rubber Soul’un açtığı yoldan, Beyaz Albüm’ün gösterdiği hedefe durmadan yürüyen bu albüm Ringo ve John’un Paul’ü sonunda LSD kullanmaya ikna ettiği / akranca baskıladığı albüm. Paul’ü kafaladıklarında yeniden bir grup gibi hissetmişler ve açılan algılarıyla kendilerine yeni bir rol bulmuşlar: Çavuş Pepper’ın Yalnız Kalpler Kulübü Bandosu. Kapak fotoğrafıyla ve Lucy in the Sky with Diamonds’ıyla meşhur bu albümü sevin ya da sevmeyin; üzülerek bildirmek zorundayım ki bu bando teması yalnızca isminde kaldığı için bu dersten sınıfta kalmışlar.

David Bowie, huzur içinde uyusun, alter ego’nun bini bir para ünlülerdendi. 1972’de The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars’ı çıkardığında hem konsept albümler, hem alter ego’lar için çıtayı erişilmesi hâlâ güç bir noktaya çekti. Ziggy’nin hippi kültürüne bir yanıt, bu dönemi kapatan glam kültürüne bir geçiş olduğu söylenir. O marstan gelen, androjen bir yaratık ve Bowie’nin anlatımıyla plastik bir rock yıldızının arketipi. Hatta Ziggy ismi, Iggy Pop üzerinden bir oyun. Bowie bir tren yolculuğu sırasında Ziggy isimli bir terzinin yanından geçiyor, isim hoşuna gidince, Iggy göndermesi de olunca bu uzaylı yaratık için bir isim buluyor. Adı üzerinde, The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars da onun hayatı ve hikayesi için bir ansiklopedi niteliğinde. Ziggy’yi Hammersmith/Londra Odeon konserinde emekli eden Bowie, Aladdin Sane’i göreve çağırıyor. “A Lad Insane” (deli bir delikanlı) üzerinden bir kelime oyunuyla adını alan bu karakter Amerikalı Ziggy gibi. David Bowie, biraz yaratıcılığın kazanına düştüğü, biraz da Bowie olmadan rockstarlığın tadına vardığı için olsa gerek, kariyerinin devamında 10’a yakın alter ego’yla sahne aldı, albüm yayınladı.

Prince’in Camille’i işi biraz daha ileri taşıyor. Androjen vokaller kullandığı, Camille adı altında, Prince’ten bağımsız çıkması gereken bu albüm sızdırıldığı için Prince onu yayınlamaktan vazgeçiyor. Albümdeki Strange Flesh, Housequake ve If I Was Your Girlfriend gibi parçaları Camille’in sesiyle Sign O’ The Times albümünden tanıyabilirsiniz. Camille Prince için öyle ete kemiğe bürünüyor ki, The Black Album çıkmak üzereyken ruhani bir aydınlanma yaşıyor, albümün musibet olduğuna ve Camille’in hortlattığı Spooky Electric isimli şeytani bir alter ego’nun etkisinde olduğuna kani oluyor ve albümün çıkışı tam yedi yıl (bir ayna kırmanın musibetliğine denk) erteleniyor.

Beyoncé’nin Sasha Fierce’ını, Lady Gaga’nın Joe Calderone’u, Christine and the Queens’in Chris’i gibi daha birçok örnek var müzik camiasının “iki yüzlülüğü” için (belki de Yılmaz Morgül haklıydı). Edebiyatta bir karşılığı da Dr. Jekyll/Mr. Hyde.

Saygın Dr. Jekyll, ürettiği bir serumun kurbanı olur ve kontrol edilemez şekilde kaba, ilkel ve şiddet eğilimli Mr. Hyde’a dönüşür. Alter ego’larını sanatının vasıtası değil, varış noktası haline getiren biri de Cindy Sherman. Amerikalı fotoğrafçı, 1977’de New York’a taşındığında uzun süredir tutkusu olan giyim kuşam ve kostüm merakını, lensi kendine çevirerek gideriyor. Girdiği personalar belki bir fotoğraf karesinde yaşıyor ama her karede sonsuz ihtimal, sonsuz hikaye hasıl oluyor.

Onun başarısı biraz seçtiği karakterden, biraz onu yönlendirmesinden ama en çok da kendisini tüm şeffaflığıyla taşımasından. Onun ağzından, “Kendimi işimde anonim hissediyorum. Fotoğraflara baktığımda kendimi hiç görmüyorum. Bazen yok oluyorum” dediği kadar. Grayson Perry, kendi yarattığı Claire personasıyla çok uzun süredir, 10 yaşından beri birlikte. O dönemlerde kadın kıyafetleri giymek istediği ve etrafında bunu yapan kimse olmadığı için uzun süre kendini bir ucube gibi hissetmiş. Gençliğinde ‘‘bugün bildiğimiz anlamda’’, oyunsuz, düz kadın kıyafetleri giyen Perry, ilerleyen zamanlarda bunu çok sıkıcı bulduğu ve insanların ona dönüp bakmasını istediği için ‘‘bugün bildiğimiz anlamda’’ abartılı Claire kostümüne giriyor ve bunu “maço bir erkek görünümünden olabilecek en uzak görüntü” olarak benimsiyor.

Bir alter ego benimsemek, bir karakter yazmanın ve onu gerçek hayatta oynamanın bir yolu. Kendinizle ilgili birçok şeyi sorgulamanızın kapısını açıyor, benliğinizin ne kadarının, hangi kısmının rol olduğunu gösteriyor. Doğaçlama yaparak, belki bilinçli ya da bilinçsiz esinlenerek yarattığınız karakterler o kadar hızlı ilerleyebiliyor ve kendi etten kemikten varlığa bürünüyor ki ürkmemek elde değil, eminim bir yerlerde Stanford bunun deneyini yapmıştır. Bunu oyunculuktan ayıran da bu, karaktere girdiğiniz zaman kontrol edebildiğiniz bir süreç değil. Bu yazı bir yatırım tavsiyesi değil, ama muhakkak kendinize yeni bir ben lazımsa etrafınızdakilere ufak bir uyarı vererek siz de kendi rockstar’ınızı yaratabilirsiniz.

 

Popüler kültürün alter ego’ları Popüler kültürün alter ego’ları Popüler kültürün alter ego’ları

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et